AKP’nin A, B, C, D... planları?
Erdoğan, muharebeyi sandık merkezli kuruyorsa, Saray karşıtı bütün muhalefete düşen de sandığın öncesi, anı ve sonrasında bu mücadeleyi göğüslemesidir.
Yavuz Halat
Baştan söylemekte yarar var, bu yazı AKP içerisinden alınmış herhangi bir istihbarat bilgisi içermemektedir. Üstelik iddiası odur ki kim “AKP içerisinden bilgi aldım, Saray’da konuşulan dedikodu şuymuş, buymuş” derse ya uyduruyordur ya da bilerek/bilmeyerek Saray’ın yönlendirdiği ayaklardandır.[1]
Tayyip Erdoğan’ın üslubu ve tarzı sayesinde ülke siyasetinde hiç olmadığı kadar partiler/partililer arasındaki, bırakın haber alıp vermeyi, insani muhabbetler bile koparıldı. Tercih edilen yönetici kadrolar da buna çok uygunlar zaten. Örneğin; AKP’nin Meclis’teki İdare Amiri Alpay Özalan’ı muhalefetten hangi milletvekili evinde misafir edebilir(!), hatta çay içmeye götürebilir?[2]
Erdoğan’ın gerçekleştirdiği bir başka şey ise karar alma “yerini” çekirdek bir ekibe daraltmasıdır. Sanırım hiç kimse AKP MYK’sının, MKYK’sının ya da Cumhurbaşkanlığı Kabinesi’nin, hatta MGK’nın gerçek karar alma “kurulu” olduğunu iddia edemez. İşleyiş süreçlerinden, gelişmeler karşısındaki ifadelerden ve pozisyonlarından anlaşılmaktadır ki gerçek karar mekanizmasında olanlar iki elin parmaklarının sayısına ulaşmaz. Bunlardan en azından ilk beşi de rahatlıkla sayılabilir; Fuat Oktay, İbrahim Kalın, Hulusi Akar, Hakan Fidan. Kısacası bunlardan biriyle “kankalığınız” yoksa “gelecekten haber” alamazsınız.[3]
Saray’ın planları üzerine değerlendirme yapmak için doğrudan “haber” almak gerekmiyor elbette. 20-25 yıllık tarihsel süreci izlemek, bugünkü süreçte atılan adımları, yapılan hazırlıkları değerlendirmek Saray’ın gelecek planını görülebilir kılıyor. Ve “gözlemlenebilir saray evreninde” sadece A planı mevcut.
***
Bilindiği üzere Erdoğan, iktidarının meşruluğunu, asıl ve sürekli olarak seçimin kazananı olmaya dayandırdı. Gerek muhalefete karşı gerek kontr-gerillaya karşı gerek dış güçlere karşı hatta Fetö’ye karşı, kendi deyimiyle, milletin iradesinin tecelli ettiği sandığı gösterdi sürekli (sandıktaki sonucun nasıl elde edildiği, ayrı bir konu kuşkusuz). Bu onun ezberi ve en iyi bildiği işi.
Kabul etmek gerekir ki Erdoğan’a kadar bu ülkede iktidar, içerideki ve dışarıdaki siyasi/ekonomik/askeri güç odaklarının onayı ile sağlanıyordu, seçimler formalite idi. Demirel’in ünlü sözü; “Türkiye yönetilmez, idare edilir” idi. Yirmi yıl boyunca Erdoğan, bu güç odaklarını, milletinin sandıkta gösterdiği teveccüh sayesinde kontrol etmeyi, tasfiye etmeyi, yerine yenilerini kurmayı başardı. Sağ cenahtaki bütün siyasi partiler çöp oldu (Bahçeli, Destici gibiler devşirildi), eski kontr-gerilla tasfiye edildi (Gülen’in sayesinde), yerine yenisi kuruldu (MGK Genel Sekreterliği’ne bağlı olmaktan çıkılıp sekreterlik aparatlaştırıldı), TÜSİAD sürekli fırçalanır hale getirildi, Saray’a bağlı 5’li çete ihya edildi, dış politika şantaj ve pazarlık üzerinden değişken hale getirildi. Bunların hepsinde hem güç hem tehdit sürekli sandıktı.
TEK YOL SANDIK
Bu kadar işlevsel bir “sandık”tan kolayca vazgeçilemeyeceği gibi, yerine bu kadar işlevsel hangi araç konulabilir? Bu sadece bir darbe ile mümkün. Yani Meclis’in feshedilmesi, partilerin kapatılması, anayasanın rafa kaldırılması, …
Gelinen noktada iddia edilebilir “artık durum değişti, bütün anketler gösteriyor ki Erdoğan kaybedecek, o yüzden başka yollar arıyor”.[4] Ancak Erdoğan’ın yaptıkları/hazırlıkları böyle göstermiyor.
Seçime odaklandığının en önemli kanıtı kuşkusuz yeni “seçim yasası”dır. Barajı yüzde 7’ye düşürmesi değil asıl kritik olan, ittifak sistemini kaldırması ve kendi iktidarında “kıdemli hâkim” yaptığı partizanları sandık başkanı olarak “ataması”dır, asıl belirleyici değişiklik. YSK’nın kontrolünü ise zaten çok önceden ele geçirmişti.
Yasama erkinin tamamen kontrolü altında olması, hatta operasyonel bir aparat olarak kullanılıyor olması, seçim öncesi ve sonrasında değerlendirilecek en önemli avantajı. Demirtaş’ı içeride tutmak, Gezi Davası mahkumlarının sayısını arttırarak Gezi’ye katılan ve yeni bir Gezi’ye de katılabilecek herkese gözdağı vermek, hatta ana muhalefetin İstanbul il başkanına siyaset yasağı koymak (İBB seçimlerinin intikamını almak da var), hatta mafyanın dizginlenemeyen egosunu bastırmak, başka hangi araçla mümkün olabilirdi?! Yaşasın bağımsız Türk yargısı!
Medya’nın kontrolü de çok önemli elbette. AKP’nin rahatsız olduğu TV’ler ya da yazılı basın değil, onlar RTÜK/reklamlar aracılığıyla baskı altında zaten. Üstelik en az “üç ulus”un yaşadığı bu ülkede, hiçbir “ulus” kendi medyası dışındakilere bakmıyor ki.[5] Asıl sorun internet alemi. Bir türlü zapturapt altına alınamıyor. Onu da yeni “sosyal medya yasası” ile halledecek inşallah.
Erdoğan’ın seçimi kazanacağına ilişkin özgüvenini gösteren bir diğer gelişme dış politikadaki tutumu. Suudi Arabistan’la, BAE’yle, Ermenistan’la ve özellikle İsrail’le yeniden geliştirdiği ilişkiler “oy derdi” olanın yapacağı türden değil. Oy’a devşirilecek tutum, tam tersini gerektirirdi. Müslüman, Sünni ve Türk olan seçmene; damardan Yahudi karşıtlığını, Vehhabi Prens Salman’a posta koymayı ve Ermeni düşmanlığını enjekte etmesi beklenirdi. Burada tek istisna Yunanistan, ona karşı tutum da “cam kabadayılığı”ndan[6] ibaret. Kısaca Erdoğan, dışarıdakileri kendisinin en uygun “partner” olduğuna inandırmaya çalışıyor.
Özellikle İsrail ilişkisi bir gösterge. İsrail doğalgazını Avrupa’ya, İtalya üzerinden kurulacak bir boru hattı ile taşıma proje çok masraflı bulunmuş, Türkiye üzerinden taşınmasının daha uygun olduğu anlaşılmıştı. Özellikle Ukrayna savaşı bu süreci hızlandırdı. Ancak “garip” olan Erdoğan’ın en az 5 yıl sonra sonuç verecek bu proje için İsrail ile yeniden dost olması. (Acaba seçimi, çantada keklik mi görüyor?)
Seçim sürecinin kuşkusuz en kritik sorunu ekonomi. Erdoğan’ın dünyada bir örneği daha olmayan “faizi düşürme formülü”, şimdilik sonuç vermedi, vermeyecek. Bu formül, ülkede bir “bölüşüm şoku” yarattı. Sayısı her geçen gün artan emekçilerin, toplam gelirden her geçen gün daha az pay almasına yol açıyor. Anlaşılan bu istenen bir sonuç. Uzun vadeli yapısal bir dönüşüm. Erdoğan’ın güvencesi ise başka partiye asla oy vermeyecek AKP seçmeni, borçlanma ile sağlayacağı seçim öncesi para arzı ve elbette “beceriksiz muhalefetin değil, yine kendisinin düzelteceği” vaatleri. Bu vaatlerin önemli bir kısmı zaten pompalanmaya başladı; yerli oto, yerli uçak, yerli SİHAlar, doğalgaz ve petrol keşifleri, bir de jelibon rezervi...
Tek bir konuda karar vermemişler gibi; HDP’yi kapatsak da mı seçime gitsek, kapatmasak da mı seçime gitsek? Kapatsalar, Meclis’te çoğunluğu alırlar ama kapatınca, partisi kapatılmış Kürt seçmen cumhurbaşkanlığı için oy vermez ki. Her şeyi hazır etsinler de (dava falan) son aşamada karar verirler artık. Ancak HDP Kongresi gösterdi ki Kürt halkı seçim sürecini tribünden izlemeyecek.
Sorulabilir ki Sadat, AKP-MHP milisleri, İŞİD beslemeleri ne için? 10 Ekim Ankara Garı, Suruç; kaybedilen ilk seçimden sonra, ikinci seçimin sonuçlarını garantiye aldı. 7 Haziran-3 Kasım 2015 sürecindeki “başarı”, bu kez de (çok zor olacak ama) kullanılabilir, elbette. Eski biçimiyle olmasa da kontr-gerilla, bu devletin vazgeçil(e)mez aparatı. Kendi içinde ya da egemenler arası güç mücadelesinin icracısı olmaktan ziyade, uzun zamandır sadece AKP’nin iktidarda kalması için işlevlendirilmiş durumda.
Tayyip Erdoğan’ın sandıktan çıkmamış bir meşruiyet dayanağı oluşturması çok mümkün gözükmüyor. Bu, 25 yıllık ezberini bozması demek. Savaş durumu yaratıp seçimleri erteletmek ya da başka bir gerekçeyle olağanüstü hal ilan etmek gibi adımlar, doğrudan kontr-gerillayı merkeze koymayı gerektirir ki egemen sınıf bloğunun bir bütün olmadığı bu günkü koşullarda, bu tercih topyekûn bir iç savaşı tetikler. Üstelik Millet İttifakı’nda kontr-gerilla artıklarına güvence verecek, iktidar paylaşımı vaat eden bir Meral Akşener (ekibi) var, bir de ayakkabının içine girmiş çakıl taşı Peker.
Kısacası; Saray Ekibinin A Planından başka yani seçimi (her türlü yol, yöntem, kullanarak) kazanmaktan başka tercihi gözükmüyor.
SANDIĞA, KONTR-SANDIK
Eklemek gerekir ki “Tayyip seçimle gitmez”, “seçimsiz, iktidarda kalmanın yolunu bulur”, “gitse bile bir şey değişmez”, “yeni gelenler Tayyip’le anlaşır” türünden bolca söylem ortalığa saçılmış durumda. Bunun hangi amaçla yapıldığı bir yana, böyle düşünenlerin, eğer samimilerse başka bir hazırlığı ve başka bir icraatı örgütlemeleri gerekir. Yoksa gazeteci kimliği, sendikacı kimliği, STK kimliği ile siyaset yapıp sözde radikallikle felaket tellallığının kimseye yararı olmaz.
Erdoğan, muharebeyi sandık merkezli kuruyorsa, Saray karşıtı bütün muhalefete düşen de sandığın öncesi, anı ve sonrasında bu mücadeleyi göğüslemesidir. Ancak bu mücadele; “oy ver, oyuna sahip çık, yeter” basitliğine indirgenemez. Özellikle CHP’nin yaygınlaştırmaya çalıştığı “ne olursa olsun sokağa çıkmayın, sadece sandıkta oy verin” propagandası, toplumsal tepkiyi örselediği gibi iktidardakileri güçlendiren bir sonuç yaratıyor.
Türkiye tarihi aynı zamanda provokasyonlar tarihidir; Maraş’tan Sivas’a, 10 Ekim’den Suruç’a kadar, Uğur Mumcu’dan Hrant Dink’e, Musa Anter’den yüzlerce faili meçhule kadar. Açığa çıkan öfke, bu provokasyonların herhangi birinde (mesela 10 Ekim’de) örgütlense ve siyasi iktidarı dağıtabilse idi, egemenlerin bu “araç”ı kullanması tarihin çöplüğüne atılırdı. Çünkü ders çok net alınırdı; “provokasyon, seni iktidardan alaşağı eder”.
SON SÖZ;
AKP’nin 20 yıldır iktidarda kalmak için neler yaptığını artık herkes biliyor. Önümüzdeki dönem de bunları tecrübe etmiş ve geliştirmiş bir AKP ile karşı karşıya olunacak. Burada temel sorun muhalefetin (buna Kürt Hareketi ve Sol Hareket de dahil), 25 yıldır başarılı bir karşı plan oluşturamamış olmasıdır. (Bu noktada ileri sürülebilecek 6’lı masa modeli, koyunun olmadığı yerde keçi misali olur ancak).
Yanıtı verilmesi gereken soru şudur!
AKP’nin A Planı’na karşı, muhalefetin A, B, C, D planları neler olacak?[7]
Notlar:
[1] Hatırlayanlar olacaktır. 15 gün süren Gezi Parkı’ında “kamp kurma” eylemi döneminde neredeyse her gün yeni bir “kulis bilgisi” dolaşıyordu; “bilmem kimin akrabasından, eniştesinden, kuaföründen haber geldi, şu gün, şu saatte, şu taraftan müdahale edecekler” diye. Ancak müdahalenin olduğu gün hiçbir “haber gelmedi”.
[2] Bu konuda MHP de farklı değil. Türk Ocakları’nın sempozyumunda Kılıçdaroğlu’nun, Bahçeli’nin telaffuzuyla Kars Mars’ın adını ağzına alması, aforoz fetvasının verilmesini sağladı.
[3] Hulusi Akar’ın, Eylül 2022’de emekliye ayrılacak olan Genelkurmay Başkanı Yaşar Güler’in görev süresinin 5 yıl uzatılması talebini Erdoğan’ın uygun bulması, herhalde sadece nezaket icabı değildir.
[4] Yargılanmayacağı garantisi almak için haber göndermiş, parlamenter sisteme dönme çalışması yapıyormuş, yurt dışına kaçma hazırlıklarına başlamış, falan filan…
[4] AHaber seyircisine göre, genel seçim yapılsa Dodurga’daki sonuç çıkar; AKP yüzde 87, CHP aday bile çıkaramaz.
[6] Adliler arasında bir deyim; daha güçlüye gücü yetmediğinde, gücünü cam kırarak gösterenlere denirmiş.
[7] Bir sonraki yazıda; muhalefet, özellikle sol muhalefet üzerine “ahkam kesmek” gerekecek!