YAZARLAR

Akran zorbalığı: Başka bir çocukluk mümkün

Akran zorbalığı, yalnızca bireysel bir problem değil, toplumun tüm dokularına nüfuz ediyor. Suça sürüklenen çocukların ardında düşük akademik başarı, okul terk ve akran zorbalığının yanı sıra toplumsal çevrelerden dışlanmanın olduğu düşünüldüğünde aslında bu konuya dair alınacak tüm tedbirlerin makro düzeyde izdüşümleri var.

Eğitim reformcusu ve filozof John Dewey şöyle der: “Eğitim hayata hazırlık değil, hayatın ta kendisidir.” Bu söz, özellikle çocukların gelişim sürecinde yaşadıkları her deneyimin, karakterlerini, yılmazlıklarını ve duygusal zekalarını nasıl şekillendirdiğini anlamamız için önemli bir rehber...

Ancak bu yaşam sürecinin üzerinde en çok ahkam kesilen ama en az bilinen ve yeterince doğru yönetilemeyen alanlarından biri de, akran zorbalığı... Yani, İsveçli psikolog Dan Olweus’un ifadesiyle “gücün kötüye kullanımı ve insan hakları ihlali”.

Çocuklar artık yalnızca okul koridorlarında değil, sosyal medya platformlarında, WhatsApp gruplarında ve çevrimiçi oyunlarda da zorbalığa maruz kalıyorlar.

Tekrarlayan, kasıtlı zarar vermeye (vurmak, itmek, tekmelemek, eşyasını zorla almak, çelme takmak, lakap takmak, dalga geçmek, hakkında dedikodu yapmak, özel bilgilerini ifşa etmek, bedene temas etmek, cinsel açıdan küçük düşürmek, tehdit etmek, utandırmak, sanal ortamda iftira atmak gibi) dayanan ve failin lehine güç dengesizliği doğuran bir ilişki içerisindeler.

Bu durum onları yeme bozukluklarından depresyona ve hatta intihara dek sürükleyebiliyor.

Artık akran zorbalığı, sadece bireysel bir sorun olmaktan öteye geçti ve giderek toplumsal bir meseleye dönüşüyor.

Olweus, “Bir çocuğun okulda kendini güvende hissetmesi ve zorbalığın ima ettiği baskı ve tekrarlanan kasıtlı aşağılamadan korunması, temel bir haktır” der.

Eğitim sistemimizin bu sorunu küçümsemeksizin ona karşı daha duyarlı hale gelmesi gerekiyor. Zira, OECD ülkeleri arasında Türkiye’deki öğrencilerin kendilerini okulda ve okul çevresinde güvende hissetme oranları hayli düşük. Dahası, OECD ülkelerinde beş öğrenciden biri, Türkiye’de ise dört öğrenciden biri zorbalık içeren bir davranışa uğradığını bildiriyor, hatta “yardım çığlığı” atıyor.

Bu zorbalık bazen “ama biz eğleniyorduk, şakalaşıyorduk!” kılıfı içine gizleniyor. Bazen de ebeveynler her kötü davranışı “çocuğum zorbalığa uğruyor!” damgasına dönüştürüyor; çocuğunu okuldan almakla tehdit ediyor veya “zorba çocuğun” okuldan uzaklaştırılmasında ısrar ediyor.

Neyin zorbalık olduğuna, neyin olmadığına, dahası zorbalığın kök sebeplerine ve tekrarlanma sıklığına, akran iletişimindeki dinamiklere dikkat edilmiyor. Gömleğin ilk düğmesi yanlış iliklendiğinde de devamında doğru bir anlatı kurulamıyor.

Bu açıdan, eğitimci Müjdat Ataman’ın Kronik Kitap etiketiyle kısa süre önce çıkan son kitabı “Eyvah, Okuldan Arıyorlar!” tüm ebeveynlerin, öğretmenlerin ve bu konuda çalışan uzmanların okuması gereken bir başucu kaynağı niteliğinde. Hatta bu kitabı başucunuzdan ve çalışma masanızdan ayırmamanızı, sürekli karıştırıp yeni deneyimlere ve çözüm önerilerine göz atmanızı öneririm.

Akran zorbalığı: Başka bir çocukluk mümkün - Resim : 1
Eyvah Okuldan Arıyorlar, Anne-Babalar ve Öğretmenler için Akran Zorbalığı, Müjdat Ataman, 224 syf., Kronik Kitap, 2024

Ataman’a göre, akran zorbalığı, özünde bir “empati yoksunluğu krizi”. Bu yoksunluk, hem zorbalık davranışında bulunanları, hem de olaya tanıklık edip susanları kapsıyor.

Zorbalık, yalnızca mağdurlar için değil, aynı zamanda zorbalığı yapan çocuklar için de derin yaralar açıyor. Hatta doğru yönetilmediğinde okul terkten uyuşturucu madde kullanımına, mükerrer suç işlemeye dek varan bir kısır döngüyü tetikliyor.  

Ataman’a göre, şayet bir çocuk diğerini incitiyorsa, bu hem bireysel hem de çevresel bir başarısızlığın ve sorunu yönetememenin sonucu… Zorbalık, aile içi iletişimdeki kopuklukların ve çocukların duygusal gereksinimlerinin giderilememesinin birikimi…

Dahası, çocukları yaşama hazırlayan “minik laboratuvarlar” olarak nitelediği okullarda, çocuğun bağımsızlaşma yolculuğunun ilk adımının atıldığını belirten Ataman, çocukların güçlü bir yetişkinliğe hazırlandığı bu süreçte sosyal duygusal gelişimlerinin çok önemli olduğunu ve bunun da okul ortamında karşılaştıkları güçlüklerle ve kötülüklerle başetme yöntemlerinin geliştirilmesiyle bağlantılı olduğunu söylüyor.  

Bu kıymetli bakış açısı, yalnızca mağdurlara odaklanmak yerine, zorbalık yapan çocukların da hikayelerine eğilmemizi, onların davranışlarının altında yatan sebepleri anlamamızı, empati kaslarımızı biraz çalıştırmamızı gerektiriyor. Bu çocuklar var olmak, “görünmek”, “var olduğunu ispatlamak” istiyor.

Dolayısıyla, zorba çocuğu cezalandırıp kınayarak onda öç alma isteği uyandırmak yerine onunla sevgi bağı kurmak, ona saygı duymak, onu “kazanılması gereken bir birey” olarak görmek, var olduğunu ona hissettirmek, çocuğun iç dünyasını anlamak, güvenli bağlanma kurmak gibi çözümler, dünya literatürü ve uygulamalarında giderek daha ağır basıyor.

Ataman, ayrıca, çocukların dünyasını inceleyen birçok uzmanla da multi-disipliner bir anlayışla görüşüp bu röportajlarını da kitaba dahil etmiş. Örneğin çocuk-ergen-yetişkin psikanalisti Funda Akkapulu, zorbalık eden çocuğun temel amacının ötekine zarar vermek değil, ötekini kendinden “uzak tutmak” olduğunu söylüyor. “Çünkü”, diyor, “biriyle yakın, can cana bir temasa girdiğinde kendi içindeki derin boşlukla, özgüvensizliğiyle, kendi eksiklikleri ile karşılaşacak. O karşılaşmaya girmemek için herkesi kendinden uzak tutuyor.”

Batılı ülkeler, akran zorbalığıyla mücadelede farklı yaklaşımlar geliştiriyor. Örneğin, Finlandiya’da Turku Üniversitesi tarafından geliştirilen ve Eğitim ve Kültür Bakanlığı’nın finansmanıyla ülke çapında uygulanan KiVa (Kiusaamista Vastaan’ın kısaltılması – Fince Zorbalığa Karşı) programı, zorbalığı önlemeye yönelik kapsamlı bir bilimsel model olarak dünya çapında övgü topluyor; Arjantin’den Meksika’ya, Şili’den Almanya’ya, Belçika’ya, İsveç’e dek onlarca ülke bu programı uyguluyor.

2007 yılında başlatılan program, öğrenciler arasında empati geliştirmek, zorbalığa seyirci kalanların müdahale etmesini sağlamak ve okulda güvenli bir atmosfer yaratmak üzerine kurulu.

Araştırmalar, KiVa’nın uygulandığı okullarda zorbalığın daha ilk yıldan yüzde 40’a varan oranlarda azaldığını gösteriyor. Örneğin okullarda sanal bir e-posta kutusu oluyor ve tespit edilen zorbalık vakaları, anonim bir şekilde buraya internet ortamından bildiriliyor. Zorbalık durumlarında mağdur desteklenirken, tanıkların da bu olaylar karşısında bilinç düzeyi artırılıyor. Üç uzman öğretmen, mağduru sakinleştirirken, sorun çözülene dek zorbalık yapan kişiyle de diyaloğu sürdürüyor, onu dışlamıyor, çocuğu okul ekosistemine ve sağlıklı toplumsal ilişkilere “geri kazandırmak” istiyor. Bu programı yürüten ülkelerde çocukların duyguları ve değerleri üzerinde ciddi bir çalışma yürütülürken, çocuklarda empati ve farklılıklara saygı duygusunun geliştirilmesine odaklanılıyor; zira görülmüş ki çocuklar ağırlıklı olarak kendisinden farklı olduğunu algıladığı kişilere zorbalık yapıyor.

İngiltere’de ise, zorbalığa maruz kalan çocuklara “peer mentor” yani akran danışmanlığı sistemi sunuluyor. Bu sistemde, yaşıtları tarafından desteklenen çocuklar, kendilerini daha güçlü ve güvende hissediyor. Ayrıca, zorbalık yapan çocuklara yönelik tasarlanmış aktivitelerle empati becerilerini geliştirmeye teşvik ediliyor.

Türkiye’de, akran zorbalığı konusunda giderek artan bir farkındalık olsa da, sistematik ve yaygın çözümler henüz yeterince yerleşmiş değil.

Örneğin kitapta da ısrarla vurgulandığı gibi, kimlik inşasının devam ettiği ortaokul yıllarında zorbalık davranışı karşısında Öğrenci Davranışlarını Değerlendirme Kurulu’nun verdiği cezai yaptırımlara karşılık çocuklara okul içinde okul hayatına katkı sağlayacak görevler vererek onun okul ve sınıf öğretmeniyle iyi ilişkilenmesini sağlamak, daha sonra akran ilişkileri üzerine çalışmak gerekiyor.

Veya kitaptaki uzmanlar, artık ergen bireyler tarafından bıçakların çekildiği, öğretmenlerin ve akranların dövüldüğü, suçluluk duygusu ve suçun birbirine karıştığı ve bunu yatıştırmak için madde kullanımının başlayabildiği lise yıllarında “ceza” verilmesini öneriyor. Böylelikle çocuğun “affedersiniz, ayıp etmişim” diye düşüneceği, yetişkinin üzerinde kontrol sahibi olmasını sağlayan cezalarla, artık “suç” halini alan zorbalık davranışları sönümlenebilir.

Mevzuat düzeyinde önlemler yeterli olmuyor; zira eğitimcilerin akran zorbalığı konusunda farkındalığının az oluşu, yaşanan durumlarda neler yapılabileceğini bilmemeleri, geç müdahale etmeleri, rehberlik servislerinde zorbalık davranışlarına dair anekdot kayıtlarının yeterince sistematik tutulmaması bazen ölüm ve yaralanmalarla sonlanan zorbalık hikayelerine yol açabiliyor.

Bin öğrenciye bir rehber öğretmen düşen okullarda zorbalık davranışlarının takibi ve önlenmesinin de ne kadar zorlu bir hedef olduğu da ayrı bir mevzuu…

Dahası, kınama yaptırımı ve cezalar gibi çözümler otoriteye itaat etme süreçlerine yönelik olduğu için, otoritenin olmadığı alanlarda zorbalık davranışları yeniden ortaya çıkıyor çünkü kurallar içselleştirilmemiş oluyor.

Okullarda ve topluluk düzeyinde empati temelli eğitim programlarının eksikliği de sorunun giderek derinleşmesine yol açıyor. Zira öğrencileri sadece ders başarılarıyla değerlendiren ve eğitimi salt tek yönlü bir bilgi aktarımı olarak gören bir sistem, duygusal zekalarını ve toplumsal ilişkilerinin sağlığını yeterince önemsemiyor.

Örneğin, “gelecek yıl sınıfınızda olmasını istediğiniz üç arkadaşınızın ismini bir kâğıda yazıp bana verin” şeklinde uygulamaların yürütüldüğü okullarda, yalnız bırakılan, dışlanan, sosyal kabul görmeyen ve akran reddine maruz kalan çocukların isimlerinin kıyaslamalı olarak ortaya çıkarılması, olası akran zorbalıklarının da tespitinde önemli rol oynuyor.

Benzer şekilde okullarda akran destek sistemi kurulması da zorbaların dışlanmamasını, içeride tutularak çocukların neler hissettiklerinin kendi aralarında ifade edilmesi sağlanabilir.

Ancak uzman kadroların uyguladığı bu modeller halen yaygınlaşmış değil.

OECD verilerine göre Türkiye’de her dört öğrenciden biri, bir öğrencinin başka bir öğrenciyi yaralamakla tehdit ettiğine ve okul sınırları içinde birilerinin yaralandığı kavgalara tanıklık ediyor ve okullarında çeteler olduğunu belirtiyor.

Türkiye’de akran zorbalığı konusu ciddi bir pandemi haline geliyor ve bunun aşısını da eğitimciler uzun zamandır tane tane anlatıyor. Dahası, Dünya Sağlık Örgütü de, sağlıklı bir okulun temeli olarak, “güvenli ve sağlıklı inşa edilmiş bir çevre”yi gösteriyor.

Bu noktada, sorulması gereken kritik sorular var:

Eğitim sistemimiz, çocukların akademik başarılarını geliştirmekle birlikte, duygusal ve sosyal zekalarını da aynı ölçüde önemseyen bir yaklaşımı benimsiyor mu?

Çocuklar bu sistemde ancak notları yüksek olduğunda mı değerli görülüyor?

Eğer böyleyse birçok öğrenci, değersizlik duygusunu erken yaşlarda hissederek sistemin dışına itiliyor ve boyunlarına erken yaşlarda “değersizlik” ve “başarısızlık” etiketleri asılıveriyor – hiç çıkmamacasına…

Oysa, Ataman’ın da belirttiği gibi, okul iklimini değiştiren ve dönüştüren, çocukların okul paydaşları içinde haklarını ve iyilik hallerini önceleyen, okulları güvenli eğitim alanlarına dönüştürmek için her türlü önlemi alan eğitimcilerin ve yöneticilerin sayısı arttıkça, yetkinlik temelli bir okul değerlendirme sistemi kurgulandıkça, öğrencilerin sosyal ve sanatsal yönlerine katkı sunacak bir eğitim modeli geliştirildikçe zorbalık olayları azalıyor.

Ebeveynler için de kritik sorular var:

Çocuklarının zorbalık davranışlarına karşı bilgili olmak mı önemli, sağlam durmak mı?

Çocuklarını arkadan iten, önlerindeki engelleri o daha ayağı takılıp düşmeden kaldıran bir ebeveynlik mi, çocukların koluna girerek onların duygularına ve sorunlarına eşlik eden, onların duygularını anlamaya çabalayan bir ebeveynlik mi?

Çocuklara “paşam, prensim, prensesim, aslanım” diyerek onları zorbalığın faili veya tanığı oldukları durumlarda pohpohlamak mı gerekir, ruhsal sağlamlığını ve tutarlılığını geliştirerek “haydi gel şu işi beraber çözelim” demek mi?

Akran zorbalığı, yalnızca bireysel bir problem değil, toplumun tüm dokularına nüfuz ediyor. Suça sürüklenen çocukların ardında düşük akademik başarı, okul terk ve akran zorbalığının yanı sıra toplumsal çevrelerden dışlanmanın olduğu düşünüldüğünde aslında bu konuya dair alınacak tüm tedbirlerin makro düzeyde izdüşümleri var.

Eğitimcilerin, ebeveynlerin ve karar alıcıların çocukların sadece “ne bildiğini” değil, aynı zamanda “kim olduğunu” ve “başkalarıyla nasıl ilişki kurduğunu” da anlamaya odaklanmaları, şiddeti önlemek kadar hiddeti de önalıcı şekilde yönetme becerileri kazanmaları gerekiyor.

Kitapta, “bilge” psikiyatr Osman Seçkin’in çok kıymetli bir tespiti var: “Toplumda gerçek demokrat ve bilge insanlara ihtiyaç var. Öyle bir hayat yaşıyoruz ki bilinmeyenlerin bilinenlerden her zaman daha çok olduğu bir hayat bu. İşte bu bilinmeyen korkusu, gelecek kaygısı, var oluşumuzun onanmaması bizi dehşete sürüklüyor. Ve yok sayılma endişesi başlıyor. Ve bu endişe ile eyleme geçilebiliyor. Zorbalık da bir yıldırma eylemi.”

John Dewey ile başladık, onunla bitirelim. Eğitim hayatın ta kendisiyse, bu hayatı anlamlı, güvenli ve sağlıklı bir şekilde inşa etmek hepimizin “bilgelik” sorumluluğu...

Akran zorbalığını azaltacak “empati aşısı”, yalnızca eğitim sistemine değil, toplumun tamamına uygulanmalı.

Belki de bunun ilk adımı, çocukların dünyasına daha fazla kulak vermek ve onların deneyimlerini daha derin bir anlayışla kavrayabilmekten geçiyor. Başka bir çocukluk mümkün… Yeter ki onların davranışlarının ardındaki perdeyi aralamayı bilelim.


Menekşe Tokyay Kimdir?

Uluslararası ilişkiler alanında Galatasaray Üniversitesi'nde lisans, Avrupa Birliği bölgesel politikaları alanında Belçika Katolik Louvain Üniversitesi'nde yüksek lisans eğitimini tamamlayan ve Avrupa Birliği siyaseti alanında Marmara Üniversitesi Avrupa Birliği Enstitüsü'nden doktora derecesi olan Tokyay, 2010 yılından beri ulusal ve uluslararası haber ajansları için röportaj ve analizler yaptı. Uzmanlık alanları arasında AB siyaseti, Orta Doğu, çocuk hakları ve sosyal politikalar yer almaktadır. Kendisi Fransızca ve İngilizceden birçok kitabı Türkçeye kazandırdı. Aynı zamanda aylık klasik müzik dergisi Andante’de köşe yazarı olan Tokyay, bir yandan da sanat alanında önde gelen isimlerle ve müzik alanında üstün yetenekli çocuk ve gençlerle ses getiren söyleşi dizileri gerçekleştirdi.