Akşener’in taht oyunları continues
Bu olası hesap gerçekleşirse, AKP’nin yirmi yıllık enkazından çıkarken ezilenler açısından radikal bir dönüşüme gitme fırsatı berhava olacak ve Türkiye yeni egemen partilerin rozetlerini takan eski kadrolarla, eski kafalarla yönetilmeye devam edilecek.
Meral Akşener, 25 Haziran 2019 tarihli TBMM grup konuşmasında AKP’nin gidici olduğunu söylemiş ve Türkçeye “Taht Oyunları” olarak çevrilen Game of Thrones dizisinin meşhur repliğini tekrarlayarak “Winter is coming” (“kış geliyor”) demişti.
Akşener’in işaret ettiği “kış” daha da yaklaşmış durumda ve mevcut iktidardan bunalmış olan toplum, yarınını öngörmek isteyen sermaye, Erdoğan’ın son seyahatinde istediğini alamadığı ABD başta olmak üzere uluslararası güçler ve gündemi belirleme kabiliyeti sıfırlanmış AKP bile bunun farkında.
Millet İttifakı’nın adayı cumhurbaşkanı seçilirse çok tarihi, kritik bir an yaşanacak: Cumhurbaşkanının etrafında hangi anlayışın halesi örülürse, AKP sonrası Türkiye yönetim yapısı ona göre şekillendirilecek. O halde Türkiye’nin önünde bir değil, iki tarihi aşama, iki büyük “taht oyunu” var. Önümüzdeki seçimlerle AKP’nin gidip gitmeyeceği kadar, AKP gittikten sonra hangi kadrolarla, nasıl bir yönetim anlayışının egemen olacağı da geleceğe damga vuracak.
Birinci aşamada müstakbel cumhurbaşkanı geçiş süreciyle, kendi yetkilerini budamakla, “tepedeki işlerle” uğraşırken, toplum AKP’den kurtulmuş olmanın coşkusuyla yetinirken, söz konusu kadro da ülke yönetimini ve giderek yeni yönetim hiyerarşisini düzenleyecek.
İşte tam da bu noktada Millet İttifakı’nın MHP’den kopan kadrolar tarafından oluşturulmuş milliyetçi bileşeni İYİ Parti’nin genel başkanı Meral Akşener el kaldırıp, “o iş bende” dedi. Akşener müthiş bir kurnazlıkla Cumhurbaşkanı adayı olmayacağını ilan ederken, aslında daha büyük bir talepte bulundu: “Ben başbakanlığa adayım.”
Akşener’in bu sözlerinin meali şu: Önümüzdeki ilk seçimlerde muhalefetin cumhurbaşkanı adayı (varsayalım Kılıçdaroğlu) seçilirse, takriben iki yıla yayılacak geçiş sürecinin “moderatörlüğünü” yapacak, bu süreçte kendi yetkilerini tırpanlayarak iktidarı “güçlendirilmiş” parlamentoya devretmeye hazırlayacak ve olası bir referandumla da cumhurbaşkanlığını sembolik bir koltuğa dönüştürecek.
Dolayısıyla geçiş sürecinin esası, saraydaki yetkilerin alınıp “başbakanlık kabinesine” aktarılmasına dayanacak ve o kabine de başbakan öncülüğünde ülkeyi yönetecek.
Bu kaba hesaba bakılırsa, Akşener’in aday olmadığını açıklaması bir fedakârlık değil, son derece ince düşünülmüş bir hamle. Çünkü Akşener orta vadede kaz gelecek yerden (başbakanlık), kısa vadede tavuğu (cumhurbaşkanlığı) esirgememiş oluyor. Sonuçta geçiş sürecinde olası yeni cumhurbaşkanı tarafından yapılacak her türlü “fedakârlık”, başbakanın, kabinenin yetki alanını genişletmek için kullanılacak.
Akşener, şu anda “albenisi” yüksek olan cumhurbaşkanlığına heves etmek yerine, yarının esas muktediri olacak başbakanlığa talip olarak, geçiş süreci sonrasının ülke yönetimini devralmak istediğini yumuşak bir dille ilan etti. Sadece İYİ Partililerin veya iktidar tarafından bürokrasiye yerleştirilmiş MHP’li kadroların değil, AKP’den umudunu kesmiş olduğu düşünülen “devletin” de canına minnet.
Gerek muhalefet gerekse geniş kitleler açısından şu anda temel öncelik Erdoğan’ın gitmesiyken, Akşener “başbakanlık hedefinin” pek sorgulanmayacağının farkındaydı ve en uygun anda bu şartı ortaya koydu. Hem birinci aşama için muhalefet içinde ihtilafa sebebiyet vermeyeceğini, aday olmayacağını söyleyerek Millet İttifakı’nı rahatlattı, kamuoyuna “diğerkam” göründü, sermayeye güven verdi, hem de ikinci aşamanın temel aktörü olmak istediğini söyleyerek Millet İttifakı’nı şarta bağlamaya çalıştı.
Eğer CHP bu şartı kabul ederse, Akşener’in şu anda ne kadar akıllıca bir hamlede bulunduğu, zamanı geldiğinde fark edilecek. Ama muhalefetin demokratları açısından artık dizlerini dövmek dışında yapacak bir şey kalmayacak.
Dediğimiz gibi, “devlet aklının”, bürokrasisi MHP’li kadrolarca doldurulmuş bir yapıyı Kılıçdaroğlu’ndan çok Akşener’e devretmeye meyyal görüneceği söylenebilir. Böylece Akşener başa geçtiğinde, (parlamenter sistemde esas “baş” cumhurbaşkanı değil, başbakan olacak) MHP’li kadroları da çok rahat yönetecek ve bu yapıyı köklü bir dönüşüme uğratmadan, olduğu gibi muhafaza etmek isteyecek.
Bu olası hesap gerçekleşirse, AKP’nin yirmi yıllık enkazından çıkarken ezilenler açısından radikal bir dönüşüme gitme fırsatı berhava olacak ve Türkiye yeni egemen partilerin rozetlerini takan eski kadrolarla, eski kafalarla yönetilmeye devam edilecek.
Ülke belki faşizmle yönetilemeyecek ama Korkut Boratav’ın tabiriyle “devrim” niteliğinde bir dönüşüm fırsatı da tavsayacak. Hem yerel hem de uluslararası sermayenin arzuladığı da bu zaten.
Öte yandan “birileri” muhtemelen tam da köklü dönüşümlere yol vermemek üzere daha şimdiden Kılıçdaroğlu’nu hizada tutmaya, CHP içindeki “ilerici”, demokrat kanadı kuşatmaya, HDP başta olmak üzere demokrasi güçlerini müstakbel iktidarın olabildiğince dışında, uzağında bırakmaya yöneliyor. (HDP, 27 Eylül’de açıklayacağı deklarasyonla buna da yanıt vermeye hazırlanıyor.)
Son günlerde Kılıçdaroğlu üzerinden başlatılan Kürt meselesi ve muhataplık tartışmaları da bu bağlama oturuyor. “Yeni yöneticisini bekleyen devlet” açısından temel meselelerden biri de mevcut Kürt politikasını “güvenilir” bir anlayışa emanet etmek. Devlet açısından “güvenilir” anlayışın muhalefetteki aktörü Dersimli, Alevi bir Kürt olan Kılıçdaroğlu değil, 1990’lardaki askeri elitlerin, Çiller’in, Türkeş’in, Bahçeli’nin tedrisatından geçmiş olan Akşener. Elbette muhataplık tartışmaları vesile edilerek Kılıçdaroğlu’na gösterilmek istenen sınır sadece Kürt meselesiyle ilgili değil. Ama CHP’nin Kürtlere az gelen tanımlama ve çözüm önerilerinin “devlete” fazla geldiği açık. CHP, Kürtlerin HDP üzerinden yeni dönem iktidarında yer almasına yol açabilecek her türlü adımdan, ittifak ilişkisinden uzak tutulmak isteniyor ve Kılıçdaroğlu’na da bu hatırlatma bir vesileyle yapılıyor.
Pek çok alanda olduğu gibi Akşener’in bu konuda da bir denge unsuru olarak görüldüğü ve kendisinin de bunun gayet farkında olarak şartlarını şekillendirdiği söylenebilir.
Velhasıl “winter is coming” ama taht oyunları da continues…
İrfan Aktan Kimdir?
Gazeteciliğe 2000 yılında Bianet’te başladı. Sırasıyla Express, BirGün, Nokta, Yeni Aktüel, Newsweek Türkiye, Birikim, Radikal ve birdirbir.org ile zete.com web sitelerinde muhabirlik, editörlük veya yazarlık yaptı. Bir süre İMC TV Ankara Temsilciliği’ni yürüttü. "Nazê/Bir Göçüş Öyküsü" ile "Zehir ve Panzehir: Kürt Sorunu" isimli kitapların yazarı. Halen Express, Al Monitor ve Duvar'da yazıyor.
Korkut Boratav: Ekonomik kriz yok, yoksuldan alıp zengine veriyorlar 25 Eylül 2021
Oğuz Kaan Salıcı: Çözüm sürecindeki önerilerimizin arkasındayız 18 Eylül 2021
Mahmut Aytar: Bizi örgütleyen açlığımızdır 13 Eylül 2021
Faili panzer dönemi 06 Eylül 2021 YAZARIN TÜM YAZILARI