Al bayrağın gölgesi nereye düşer?
Dediler ki bize yurttaşlık sınavına her girdiğimizde, her hesap sorduğumuzda, her hak, her eşitlik, her özgürlük talebimizde; durun, bu mülkün sahipleri var, sizin yaşamanıza nasıl izin veriyorsak, ölmenize de karar veririz. Verdiler de öldürdüler de. Bulanık suya düşürdükleri gölgede korundular.
Bu yazıyı yazmaya beni zorlayan, MHP lideri Bahçeli’nin grup toplantısında yaptığı konuşmadaki şu ifade: "İstiklal Caddesi'nde kirli bir organizasyon olduğunu, bu kanlı saldırının 2023 seçimleri için siyasi bir maiyet taşıdığını iddia ve ifade edenler bu milletin evladı olamazlar. Al bayrağın gölgesinde de duramazlar". Zorlayan diyorum evet; çünkü 40 yaşını idrak etmiş bir Türkiye uyruğu olarak yurttaşlıkla verdiğim uzun sınavın bir türlü aşamadığım barajını haykırdı Bahçeli yeniden. Türkiye’de al bayrağın gölgesi kimin üzerine düşer? Bu soruya yanıt vermeden, gerçekliği olduğu gibi karşımıza almadan soruyu değiştirmek imkânsız; yanlış sorunun doğru yanıtı olmayacağına göre soruyu değiştirmeden barajı aşmak, Türkiye’de yurttaş olmak da mümkün değil.
BULANIK SUDA SUÇ İŞLEMEK
Ülkücü olarak adlandırılan ve adı her dönem devletle bağlantılı çetelerle anılmış hareketin kurucu tavrı bu. Bir de ikizi var: “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.” Al bayrağın gölgesini hep istedikleri o bulanık suya, karanlık kişiler üzerine düşürmenin; teferruatı yok ederek vatanı sadece kendilerinin kılmanın bir yolunu buldular hep. Uyuşturucu mu kaçırdı, cinayet mi işledi, milyonları mı hortumladı, eğer vatan içinse kahramandı hep. Toprak bu çeteler olmasın diye vatan olmamış mıydı halbuki, beylik yetkileri, paşalık rütbeleri, koruyucu imtiyazlar kalksın diye değil miydi cumhuriyet? Bu ülkenin bütün toplumsal travmalarında devletin imtiyazlı suçlularının adı var; Bahçelievler’de tanıdık bunları, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta bildik; Hrant Dink’i öldüren katilin önünde fotoğraf çektirildiği bayrakta yazıyordu açık açık. Altına kurucu destek almak için Mustafa Kemal Atatürk’ün imzasını atarak. Komünizmle mücadele derneklerinde yaptılar aynısını, Atatürk’e ait olduğu söylenen, fakat hiç söylenmemiş sözlerle. Aynı sözü, İstanbul Üniversitesi’nde türban ile üniversiteye girmeyi yasaklayan Rektör Mesut Parlak’tan duyduk Hürriyet’in manşetinde: “Söz konusu vatansa gerisi teferruattır.” Soma’da, Ermenek’te, Zonguldak’ta patronlar vatan, öldürülen işçiler teferruattı; neredeyse bütün Karadeniz’i boydan boya kuşatan uluslararası şirketler vatan; köyünü, toprağını, suyunu savunan köylüler teferruat. Kazdağları’nda altın vatan, toprak teferruat. Yani dediler ki bize yurttaşlık sınavına her girdiğimizde, her hesap sorduğumuzda, her hak, her eşitlik, her özgürlük talebimizde; durun, bu mülkün sahipleri var, sizin yaşamanıza nasıl izin veriyorsak, ölmenize de karar veririz. Verdiler de öldürdüler de. Bulanık suya düşürdükleri gölgede korundular.
GÜNCEL YURTTAŞLIK SINAVIMIZ
Şimdi bir yurttaşlık sınavımız daha var, meğer ki “cumhuriyet bilhassa kimsesizlerin kimsesi”yse. Sorularımız var, yurttaş olmak için sorma ödevimiz var. Türkiye’de 7 Haziran-1 Kasım sürecini deneyimlemiş bir yurttaş topluluğu yarım yıl zarfında oy kullanmaya gidecek. O dönemin şiddet döngüsünün tetikleyicisi olan Ceylanpınar saldırısı faili meçhul bırakıldı. 7 Haziran seçimlerinin ardından kurulan ittifak bugün iktidarda ve ittifakın oyca küçüğü Bahçeli’nin sormamızı kurucu bir tehditle haykırdığı sorular önümüzde duruyor. İstiklal Caddesi'nde altı yurttaşımızı öldüren saldırı kim tarafından, nasıl, hangi teferruatta gerçekleşti? Fail olduğu iddiasıyla yargılanan kişinin bağlantıları neden tatmin edici biçimde açıklanmıyor? Soruşturma dahi sonlanmadan İçişleri Bakanı düzeyinde yapılan açıklamalar ne anlama geliyor? Antep’te biri öğretmen, üç yurttaşımızı öldüren silahlar hangi bölgeden ateşlendi? Bir soru daha var ki o en acısı. Öldürülen bir öğretmene, “eğer ölmeseydi sadece öğrencileri tarafından anılacaktı” diyen bir Milli Eğitim Bakan Yardımcısı nasıl hala görev yapabiliyor?
Güncel yurttaşlık sınavımızın bir zorluğu daha var. O da sınavın güvenliğini sağlamakla görevli kurumun yokluğu. Altılı Masa hakkındaki yedili masa iddiasının artık açıklığa kavuştuğundan bahsediyorum. Onlar da teferruatla ilgilenmiyorlar. Evet, teferruat bir soru şeklinde her meydana çıktığında Altılı Masa'nın altından yedinci olarak MHP çıkıyor. Bunun sadece Türkiye halkını aptal yerine koymak olduğunu da düşünmüyorum. Sadece muhafazakâr seçmen korkusu olduğu tuhaflığına da inanmıyorum. 12 Eylül rejiminin kurduğu düzenin içinde kalma arzusundan, bulanık sudan beslenmekten bahsediyorum. Ülkemizde, seçim sürecine giden bir ülkede, seçimin demokrasi ile diktatörlük arasında olacağına ilişkin bir öngörüye sahip muhalefetin mevcut şiddet ortamında hiçbir esaslı konuyu sorgulamadan rejimin arkasına dizilmesini başka nasıl açıklayabiliriz?
Bu ülkede yurttaşlık meselesi, teferruat meselesidir. Teferruat önemli hale gelmeden, al bayrağın gölgesini bulanık sudan kaldırıp tüm yurttaşların haklarının eşit biçimde korunacağı bir kurumsallığı inşa etmeden, mülkün sahibi olduğunu iddia eden çetelerle hesaplaşmadan yanlış soruya yanıt vermekle ömürlerimizi tüketeceğiz. Olsun demeyeceğim, olmasın! Olmaması için, şiddet sarmalına yeniden girmemizi engellemek için bu sınava iyi hazırlanalım.