Alacakaranlıkta bir rehber: Onat Kutlar

Onat Kutlar’ın, çok yönlü bir entelektüel olmasının etkisiyle, bazı verimlerinin yeterince öne çıkmadığını söylemek mümkün. Mesela denemeleri; öyküleri, senaryoları, şiirleri ve sinema yazıları kadar bahis konusu edilmez. Oysa Onat Kutlar’ın kaleminin kıvraklığını en duru hâlde göreceğimiz eserleri denemeleridir.

Google Haberlere Abone ol

Onat Kutlar deyince akla ya sinema yazıları ya da daha yirmilerinde yazdığı öykü kitabı İshak gelir. Doğal bir şey bu. Sinemacı olarak yaptıklarıyla Türkiye’de sinema kültürünün gelişmesinde büyük emekleri vardır. 1965’te Türkiye Sinematek Derneği'ni kuran, İstanbul Film Festivali'ni hayata geçiren, yazdığı senaryolarla Türk sinemasının yüz akı filmlerin yapılmasında emeği olan bir kültür insanıdır, Kutlar. İshak’ta ise Fethi Naci’nin de üzerine basa basa belirttiği gibi belki de dünyadaki ilk büyülü gerçekçi öykü örneklerini bir araya getirmiştir. 1960’larda sadece öykücülüğü ve sinema tutkusuyla sınırlanmış bir ilgili yoktur. Mesela 1962’de De Yayınları tarafından yayımlanan ve Türkiye’de gerçeküstücülük ile ilgili ilk derli toplu derlemelerden biri olan Gerçeküstücülük kitabında çevirileri ile yer almıştır.

Onat Kutlar’ın, çok yönlü bir entelektüel olmasının etkisiyle, bazı verimlerinin yeterince öne çıkmadığını söylemek mümkün. Mesela denemeleri; öyküleri, senaryoları, şiirleri ve sinema yazıları kadar bahis konusu edilmez. Oysa Onat Kutlar’ın kaleminin kıvraklığını en duru hâlde göreceğimiz eserleri denemeleridir. Üstelik bu metinler sadece deneme türünün sınırlarında da kalmaz. Mesela Bahar İsyancıdır’daki pek çok deneme aynı zamanda öykü olarak okunabilir. Birer mektup biçiminde tasarlanan Yeter ki Kararmasın aslında denemedir. Gündemdeki Konu ve Gündemdeki Sanatçı ise gündelik ve uçucu olanın derin bir kavrayışla nasıl ele alınabileceğini kanıtlamıştır. Bu iki kitap gazete makalelerinden oluşsa da deneme türünün örnekleri arasında sayılması bundandır.

ALÇAK GÖNÜLLÜ ÖZGÜNLÜK

Kutlar’ın okuru hangi türde kitap okuduğuna dair kararsızlığa sürüklemesi şaşırtıcı değil. Çünkü benliğinin beslendiği kaynakları yazı ile dışa vururken tür sınırlarını da esnetmeyi başarır. Bunu yeni bir şey yapıyormuş gibi değil, başka türlüsüne eli gitmiyormuşçasına bir doğallıkla gerçekleştirir. Denemeler özgünlüğünü ve edebi niteliğini bu alçak gönüllülük sayesinde edinir.

Onat Kutlar pek çok bakımdan eski moda bir entelektüel ve sanatçıdır. Yazdığı her cümlenin bir derdi vardır. Edward Said’in uyarıları sürekli aklındadır: “Nabza göre şerbet vermek, konuşulması gereken yerde susmak, şovenist kabadayılıklara, tantanalı döneklik ve günah çıkarma törenlerine rağbet etmek bir entelektüelin kamusal rolüne en çok gölge düşüren tavırlardır”. Yazdıklarına, söylediklerine, eylemlerine herhangi bir gölge düşürmeden yaşamaya çalışması da bu nedenledir kuşkusuz.

ÇÜRÜMEYİ DUYMAK

Örneğin Yeter ki Kararmasın’da 12 Eylül alacakaranlığında yönünü bulmanın zorluğundan bahseder: “Nasıl bir alacakaranlık... Geceyle gündüzün arasına sıkışmış uzun bir kör saat. Geçmişle geleceğin, doğuyla batının, ölümle yaşamın arasına sıkışmış. Alacakaranlık görünmez bir çevrintiyle yutup götürüyor her şeyi. Bu noktada onurla alçaklığın sınırları birbirine karışır. Her şeyin. Direnmenin, köşeyi dönmenin, özgürlüğün, tutsaklığın.” Hâl böyleyken bir çıkış yolu var mıdır? Alacakaranlık her yanı sarmışken, çürüme toplumun tüm hücrelerini ele geçirmeye başlamışken ne yapılabilir ki? Bu sorularla boğuşurken hem alacakaranlığı hem çürümeyi görmezden gelenlerin olduğunun farkındadır, Kutlar. Öyle ki yaşanan felaket kuru gürültü ve boş muhabbetlerle unutulmak istenirken isyan etmenin yollarını arar yazar: “Gevezelikleri bir yana bırakalım ve şu soruya bir cevap arayalım. Niçin ben susmak zorundayım? Açın gözlerinizi, burnunuzu dikin ve kulak kesilin: Çürümeyi duyuyor musunuz?” diye sorar mesela. Bu çürümeden kaçınmak için de yazıya sığınır. Yeter ki Kararmasın ismini aldığı şiire (Nazım’ın “Kararmasın yeter ki/Sol memenin altındaki cevahir” dizesine daha doğrusu) gönderme yaparken de bu sığınmanın sadece bir geri çekilme değil bir direniş olduğunu hatırlatır okuyucuya. Kitap bu anlamıyla alacakaranlıkta var olma rehberi olarak da okunabilir.

YAZGIYA BAŞKALDIRI 

Bahar İsyancıdır’da ise bir adım daha atıp inadı öğütler okuruna Kutlar. Direnme konusunda içimize kuşku düşürenlere, birbirimizi anlamamızı engelleyenlere karşı, geleceği bir sis perdesiyle örtenlere karşı inadına bir araya gelmeyi savunur: “Dışarda üstü taze asma yapraklarıyla örtülü bir sepet İznik üzümü. Ve gelecek, gülümseyerek bekliyor kapıda. Elinde altın renginde bir kadeh şarap. Doğu’nun tüm tatları ile yüklü ve hafif buruk. Onu hep birlikte, yazgıya başkaldırmak için içelim.” Fakat yazarın çağrısı ajitasyon yüzeyselliğiyle ses bulmaz kitapta. Kitaba adını veren denemede, baharın isyancılığına dair inanç sürekli sınava tabi tutulur mesela. Çevirmen ise insanlar arasındaki iletişimsizliğe tercüman olmanın yaratacağı olanakları ve handikapları tartışır. İnsanlar birbirini anlamaya hazır değilken yapılan çevirilerin nasıl etkiler yarattığını da anlatır aynı zamanda. Onat Kutlar bu kitabında yaşamın hücrelerine işlemiş çelişkileri, incelikli bir şekilde açığa çıkarmayı ve tartıştırmayı başarır.

GERÇEĞİN PEŞİNDE

Gündemdeki Konu’da bir araya gelen denemeler ise daha çok 1980 sonrası toplumsal dönüşümün etkilerine odaklanır. 12 Eylül’ün yarattığı alacakaranlık dağılmamıştır. Çünkü kültürel bir yozlaşma toplumun tüm birimlerine hücum etmektedir. Aynı zamanda piyasalaşma ve tekelleşme kıskacında bir kültürel ortam yaratılmaya çalışılmaktadır. Onat Kutlar böyle bir ortamda sinemanın, müziğin, edebiyatın nasıl kendini var edebileceğinin imkânlarını tartıştırmaya çalışır. Bu denemelerinde kapalı, imgesel bir anlatım yoktur. Dosdoğru derdine odaklanır yazar. Fakat bu sefer işi zordur. Çünkü her şeyin manipüle edildiği bir çağda gerçeğin peşine düşmeye çalışır. Tekrara düşme pahasına şu fıkrayı anlatması boşuna değil: “Adam söze başlamış: “Hazreti İsa Fırat Nehri’ni yüzerek geçerken...” Öbürü araya girmiş, “İsa değil Musa idi, Fırat değil Nil’di, yüzerek değil yürüyerek... Neresini düzelteyim?”. Sorun sadece bilgi kirliliği de değildir. Sorun daha çok kazanma uğruna, gerçeklerin çarpıtılmasıdır. Kutlar, buna karşılık inatla doğru bildiği yoldan ilerler. Bu yolda yalnız olmadığının da farkındadır. Gündemdeki Sanatçı kitabında kendine yoldaşlık eden sanatçıların portrelerini yazması da bundandır.

Tüm yaşamı boyunca entelektüel duruşunu hiç bozmayan, nabza gören şerbet verenler ve tantanalı döneklik ve günah çıkarma törenlerine rağbet edenler çağında doğru bildiğinden şaşmayan Onat Kutlar’ın denemeleri bugün de güncelliğini koruyor. Post-truth çağında, piyasaya terkedilmiş kültürel bir alacakaranlıkta, baskı, sansür ve zulmün karanlığında okumaya, yazmaya, üretmeye çalışan herkesi baharın isyanına davet ediyor yazar. Gülümseyerek, inadına hatırlatıyor: “Kararmasın yeter ki/Sol memenin altındaki cevahir…”