Ali Dağlar: Merkez siyaset çöktü, merkez medya bitti

Türkiye'de anaakım medyadaki dönüşümü ve basının sahiplik yapısının haberciliğe yansımalarını, 27 yıl Hürriyet'te adliye muhabirliği yapan Ali Dağlar ile konuştuk.

Google Haberlere Abone ol

DUVAR- Türkiye’de ana akım medyanın sonu tartışması doktora tezi oldu. İ.Ü. İletişim Fakültesi Gazetecilik Anabilim Dalı’nda doktorasını tamamlayan gazeteci Ali Dağlar’ın doktora tezi “Basının Amiral Gemisi Hürriyet Gazetesinin El Değiştirme Sürecinde Türkiye’de Ana akım Medyanın Sonu ve Basın Özgürlüğü Sorunu” başlığı altında kitap olarak basıldı. Nobel Bilimsel Yayınlar tarafından basılıp piyasaya sürülen kitapta Cumhuriyet dönemi basın-iktidar ilişkileri basın özgürlüğü bağlamında kuramsal ve kavramsal yönden tartışılıyor. Kitabın ana eksenini Türk basınının amiral gemisi sıfatını 70 yıl süreyle koruyan Hürriyet gazetesinin Türk basını içindeki yeri ve gelişim seyri oluşturuyor. Hürriyet gazetesinin değişen sahiplik yapısı ve basın özgürlüğü bağlamında sivil ve askeri iktidarlarla ilişkilerinin analiz edildiği kitap, Cumhuriyet dönemi Türk basını ve Hürriyet’in modern bir tarihçesi niteliğinde. Kitapta Hürriyet gazetesinin sahiplik yapısı değişirken ana akım ya da basının amiral gemisi özelliğini nasıl adım adım yitirdiği ülkede yaşanan politik ve siyasi kırılmalar eşliğinde anlatılıyor. Hürriyet gazetesinde 27 yıl yargı muhabirliği yapan ve oradan emekli olan Dr. Dağlar ile kitabını, basın özgürlüğü bağlamında gazeteciliğin dünü ve bugününü konuştuk.

Dr. Ali Dağlar

Ana akım medya ne demek, Hürriyet gazetesi neden ana akım medya, hatta onun öncüsü olarak kabul ediliyor?

Türkiye’de Anaakım Medyanın Sonu ve Basın Özgürlüğü Sorunu, Ali Dağlar, 238 syf., Nobel Akademik Yayıncılık, 2024

Ana akım ya da merkez medya deyimi halkın her kesiminin ortak beğenilerine hitap ettiği için çok satan, çok izlenen, çok dinlenen, fotoğraf ve görselin bolca kullanıldığı, önüne kitleselleşmeyi hedef olarak koymuş medyayı ifade eder. Kitleselleşmiş bir medya ürünü de kamuoyunu etkileme gücü yönünden iktidarlar karşısında hakim ideolojiye sadakatle beraber, görece bağımsız bir güç odağı olur. Tabii ana akım medyanın ortaya çıkabilmesi için de basın özgürlüğünün asgari şartlarının mevcudiyeti gerekir. Hürriyet gazetesi tam da tek parti yönetiminin basın üzerindeki baskısının büyük oranda ortadan kalktığı, parlamenter rejime geçişin hemen ardından, 1948 yılında yayına girmiştir. O güne dek ana akım medyanın temel özelliklerini gösteren herhangi bir yayın kuruluşu yoktur. Batılı anlamda gazeteciliği Türk basınına pek çok yenilik getiren Hürriyet gazetesi başlatmıştır. Halkın ortak beğenisine hitap eden, kitlesel gazeteciliğin öncüsüdür. Daha yayına başladığı andan itibaren bir ay içinde yüz bini aşkın tirajıyla tüm gazeteler içinde birinci sıraya yerleşmiş ve bu özelliğini tirajını katlayarak on yıllar boyunca sürdürmüştür.

DEMİREL’İ BAŞBAKAN YAPAN GAZETE

Hürriyet gazetesinin sivil iktidarlar karşısındaki tavrını, temel gazetecilik kuralları ve etiği göz önüne alındığında nasıl değerlendiriyorsunuz?

Ana akım medyanın özelliklerini sayarken hakim ideolojiye sadakatten söz etmiştik. Hürriyet gazetesi de yayına başladığı günden itibaren siyasi iktidarlardan bağımsız olarak devletin temel politikalarının milliyetçilik temelinde savunucusu ve halka taşıyıcısı olmuştur. Hatta bazen devletin çıkarı adı altında kamu adına mevcut iktidarla açık çatışma içine girmiştir. Buna bir örnek olarak kamuoyunda Kıbrıs meselesi olarak bilinen, Türklerin ve Türkiye’nin Kıbrıs’taki varlık ve iddialarını kuvvetle ilk dile getiren, hatta hem ulusal hem de uluslararası düzlemde Kıbrıs meselesini ortaya çıkaran Hürriyet olmuştur. Bu konuda DP hükümetinin Dışişleri Bakanını 'Kıbrıs meselesini ciddiye almama ve Türk varlığına siyaseten sahip çıkmama' iddiasıyla karşısına alan gazete, günlerce bu konuda manşetler yaparak kamuoyu baskısıyla hükümetin konuyu uluslararası arenaya taşımasını sağlamıştır. En geniş kitlelere ulaşarak kamuoyunu arkasına alıp hükümet üzerinde baskı oluşturan Hürriyet merkez siyasete de sık sık müdahalelerde bulunmuştur. Mesele bir bürokrat iken Süleyman Demirel’i AP’nin genel başkanı adayı olarak öne çıkaran, onu ikna eden ve desteğiyle kazandıran Hürriyet’tir. Hürriyet’e yönelik hükümet kuran, hükümet yıkan medya sembolizminin başlangıcıdır bu.

Asparagas ne demek, bu kavramın da Hürriyet gazetesi tarafından ortaya atıldığı iddiası var kitapta.

Asparagas kelimesi gazetecilikte uydurma haber, yalan haber, asılsız haber anlamında kullanılmaktadır ve terminolojik olarak Türk basınına özel bir deyiş. TDK Sözlüğü bu kelimenin Türkçe “Kuşkonmaz” anlamına gelen “Asparagus”tan geldiğini yazıyor fakat bu kelimeye ilk kez 14 Nisan 1968 tarihli Hürriyet gazetesinde yayımlanan bir röportajda rastlıyoruz. O gün tenha olan Etiler sırtlarında derme çatma bir kulübenin üzerinde “Asparagaz” yazmaktadır, kulübe önünde oturan genç bir çiftle yapılan röportaj Hürriyet gazetesinde yayımlanmıştır. İlginç olan bu haber tümüyle uydurmadır ve bunu ortaya çıkaran da daha sonra Hürriyet gazetesinde çalışacak olan gazeteci Celalettin Çetin’dir. Çetin bizzat olay yerine giderek konuyu araştırmış, Akşam gazetesinde bu haberin Hürriyet’in uydurması olduğunu yazmıştır. Yani asparagas ifadesi yalan, ya da uydurma haber olarak iddiaya göre bizzat Hürriyet tarafından uydurulmuş bir haber olarak ete kemiğe büründürülmüştür.

DARBEYİ HAZIRLAYAN, ASKERİ İKTİDARA GÜÇ VEREN, ASKERİ İSTİHDAM EDEN YAYINCILIK

Hürriyet gazetesi basının amiral gemisi olarak askeri iktidarlar karşısında nerede durmaktadır?

Gazete ilk askeri müdahale 27 Mayıs 1960 darbesi dahil, 15 Temmuz 2016 askeri darbe girişimi hariç tüm askeri müdahalelerin hazırlanmasında önemli rol oynarken, sonrasında tam destek vermiştir. Bu desteği haber politikasına rol olarak biçtiği devletin bekası ve devamlılığı adına göstermiştir. 27 Mayıs darbesine hazırlıksız yakalanmış fakat darbe gecesi yıldırım baskı yaparak darbeye manşet desteğiyle çıkmıştır. Askeri yönetimin siyaseti biçimlendirmeye yönelik bildiri ve politikalarını perde arkasından anlaşmalı şekilde haberleriyle desteklemiş, kamuoyunu darbeciler lehine yönlendirmede önemli rol oynamıştır. 12 Eylül 1980 darbesinin hazırlık aşamasında da askerin içeriden verdiği bilgilerle önemli rol oynamıştır Hürriyet. Mesela hükümet ve muhalefete yönelik askeri cenahtan gelen eleştirilerin sözcüsü hep Hürriyet olmuştur. Nihayetinde darbe gecesinden itibaren de kamuya karşı sorumlu gazetecilik ve etik ilkeleri asla dikkate almadan askerin sivil siyaseti ezmesinde önemli rol oynamıştır. 12 Mart 1971 öncesi darbeci bir gazete tüm bunları yaparken kitlesel gazeteciliğin gereklerini yerine getirmeye devam etmiştir. Magazin haberleri, üçüncü sayfa haberciliği, askeri iktidarın icraatlarının sorgusuz şekilde halka empoze edilmesi, ortak beğeniye hitap eden haberler, promosyonlar gazeteciliğin özellikle 12 Eylül sonrasında etik yönden büyük irtifa kaybetmesine neden olmuştur.

SİMAVİ’YE GÖRE BASIN BİRİNCİ KUVVETTİ

Hürriyet gazetesinin patronu Erol Simavi’nin dönemin Başbakanı ve sonrasında Cumhurbaşkanı Turgut Özal ile yaşadığı, basına yansıyan sert polemikler var. Nedir bunların sebebi?

Turgut Özal’ın basın üzerindeki siyasi baskısı 12 Eylül 1980 öncesi kabul edilen 24 Ocak kararlarıyla başlamıştı. Gazetelere hükümet teşvikleri kesilirken, kağıt fiyatları yüz kat artırıldı. Basına gazete kâğıdına zam üzerinden yapılan baskılar Özal’ın Başbakanlığı döneminde katlanarak arttı. Özal basına açık açık bu artışların hükümetine sert muhalefet yürüten basın patronlarına karşı yapıldığını açıklamış, onlara muhalefeti yumuşatma ya da bırakma karşılığında bu fiyatlardan geri adım atabileceğini ilan etmiştir. İşte bu kağıt fiyatlarına yapılan astronomik zam ve Özal’ın ifşaları üzerine Hürriyet’in patronunun kendi gazetesi üzerinden günlerce yayınladığı, Başbakanı hedef alan röportajlar kamuoyunda büyük yankı yaratmıştır. Simavi gazetenin en gözde yazarı Emin Çölaşan’a verdiği röportajda Özal’ı hedef alan ifadelerde bulunmuş, Türkiye’de basının 4. güç değil, kamuoyu nezdindeki yönlendirici gücüne vurgu yaparak gerçekte 1. güç olduğunu iddia etmiştir. Simavi’nin bu ifadesi basının amiral gemisinin patronunun, dolayısıyla basının o günlerdeki gücüne ve özgüvenine işaret etmektedir. Tabii TSK’ya biçtiği ikinci güç rolü de askerle arasındaki ilişkinin yüksek seviyesini göstermektedir. Bu sıralamada kuvvetler ayrılığının üç unsuru daha sonra gelmektedir.

PLAZA GAZETECİLİĞİ VE PROMOSYON ÇILGINLIĞI BASINI 4. GÜCÜ GÜÇ OLMAKTAN ÇIKARDI

12 Eylül 1980 darbesi sonrasında gazeteci patronların yerlerini sermayedar patronlara bıraktığını görüyoruz. Sahiplik yapısındaki bu değişim basının haber politikalarına nasıl yansıdı?

Bu dönem küresel ekonomiye hakim olan neo-liberal politikalar Türkiye’de de yankı buldu. Turgut Özal’ın darbe öncesi hazırladığı, ancak darbenin tüm sivil siyaset ve toplum üzerinde kurduğu baskı mekanizması sayesinde hayata geçirebildiği 24 Ocak kararları bu geçişin miladıdır. Neo-liberal politikalar basın sektöründe sermaye aktarımı yoluyla sahiplik yapısında dönüşüme neden oldu. Büyük sermayedarlar ürünlerinin reklamını yapmak için büyük paralar aktardıkları gazeteleri, ürünlerini pazarlama aracı olarak kullanmak üzere satın alma yoluna gittiler. Gazeteci patrondan büyük sermaye patronajına geçen, başta Hürriyet gazetesi olmak üzere ana akıma dahil diğer gazeteler de basın özgürlüğü, basın etiği ve kamuoyunun aleyhine, sermayedarlar ve onların çıkar ilişkisine girdiği iktidar ve siyasetçiler lehine haber politikaları izlemeye başladılar. Gazeteler ürün pazarlayan özel şirketler olarak yeniden örgütlendi. İnsan Kaynakları departmanı da bu dönem gazete bünyelerine girdi. Sendikalar gazetelerden uzaklaştırıldı. Promosyon çılgınlığı başladı, gazete yanında hediye olarak bilinen kupon gazeteciliği, promosyon ürünü yanında gazete veren bir absürtlüğe evrildi. Tabii bu süreçte gazeteciliğin etik değerleri aşındı, görece bağımsız ve iktidarlara muhalefet yürüten ana akım medyanın çöküşü hız kazandı.

BANKA SAHİBİ MEDYA PATRONAJI

Erol Simavi gazeteyi neden sattı? Sahiplik yapısındaki değişim gazete politikasına nasıl yansıdı?

Basına sermayenin girişi neo-liberal politikaların ekonomiye hakim olmasıyla hızlanmakla birlikte, ilk girişler, basın alanındaki holdingleşmeler daha öncedir. Erol Simavi daha 1960’lı yılların sonundan itibaren gazetecilik dışı sermaye yatırımlarına yönelmiş, bu yatırımlarını 1970’li yıllarda hızlandırmıştır. Yani Simavi gazetesi ve grubunun dahil olduğu holdingi Aydın Doğan’a satmadan önce kendisi gazete sahipliğinden gelme patron olmasına rağmen, basın dışı üretimlerini pazarlayan bir sermayedar durumuna gelmiştir. Hatta o dönem tavukçuluk ve yumurtacılık sektörüne yatırım yapan, sektörde bu alanda büyük bir hakimiyete ulaşan Simavi’nin şirketinin Hürriyet gazetesinde yaygın reklamları yapılırken, sağlıkçılardan beyaz etin sağlığa yararlı, kırmızı etin zararlı olduğuna dair görüşler alınarak haber ve söyleşiler de yapılmıştır. Bu noktada Hürriyet gazeteciliğinde patronun çıkarı gözetilmektedir, kamu yararına bir habercilik anlayışı yoktur. Simavi plaza gazeteciliğinin de öncüsüdür. Gazeteyi şehrin kalbinden, halkın içinden, Cağaloğlu’ndan çıkarıp, şehrin dışına plazaya taşıdı. Plaza gazeteciliği masabaşı haberciliğini besledi, saha gazeteciliğini örseledi. Nihayetinde babadan oğula bir sürecin izlendiği patronajda Simavi kendisinden sonra oğlunun bu işi üstlenemeyeceği düşüncesinin yanı sıra, büyüyerek dev bir sermaye grubuna dönüşen Aydın Doğan’ın çok yüksek miktardaki teklifini kabul ederek sektörden çekildi. Doğan ilk iş olarak gazeteden sendikayı uzaklaştırdı. Gazeteyi kâr-zarar ekseninde bir şirket gibi yeniden yapılandırdı. Basın dışı yatırımlarının tanıtım aracı olarak kullandığı gazeteyi hükümetlerden ihale ve teşvik alma amacıyla bir güç odağı olarak kullandı. İktidarlarla girilen bu kazan-kazan politikası, diğer gazete patronlarına da sirayet etti. Banka sahibi patronlar dönemi olarak bilinen 1990’larda gazetecilik en büyük yaraları aldı.

HÜRRİYET 28 ŞUBAT SÜRECİNDE ÖNEMLİ ROL OYNADI

Hürriyet gazetesinin sonraki yıllarda hükümetler tarafından en fazla hedefe konulmasının nedeni 28 Şubat 1997 post-modern darbesi sürecindeki tavrıydı. Gazetenin bu dönemki duruşu nasıldı?

28 Şubat 1997 post-modern darbesi basının askeri müdahalelerdeki rolünün çok bariz şekilde görünür olduğu bir süreçti. Özellikle Hürriyet gazetesi ve Doğan Grubu yönünden. İslamcı eğilimli Necmettin Erbakan’ın Tansu Çiller ile dönüşümlü olarak başbakanlık yapmak üzere anlaştığı Refahyol Hükümeti TSK’nın büyük tepkisini çeken icraatlara imza atıyordu. Erbakan’ın tarikat liderlerini Başbakanlıkta ağırlaması bunlardan biri, Sincan’da düzenlenen, İran Büyükelçisi’nin de katıldığı Kudüs Günü etkinliği ikincisidir. Daha o günlerden Hürriyet gazetesinin, askerin rahatsızlığını, hükümete yönelik uyarılarını sufle alır gibi neredeyse her gün bir manşet ya da görünür bir haberle dile getirdiğini görüyoruz. TSK bir anlamda 28 Şubat’a giden süreci Hürriyet’in yayınları üzerinden adım adım hazırlıyor gibi açık bir görüntü yaşanmıştır. Hatırlarsınız, bu niyetin kimliği belirsiz üst düzey bir asker kaynak gösterilerek verilen, Hürriyet’te ve diğer ana akım gazetelerde manşetlere çekilen “Bu kez silahsız kuvvetler halletsin” diyerek basına biçtiği, hükümeti yola getirme ya da yıkma görev tanımını. Özellikle Hürriyet gazetesi gerek manşetleri, gerek köşe yazarlarının kulis ve yorumlarıyla asker ile Refahyol hükümeti arasında tek taraflı mesaj taşıyan bir rol biçmiştir kendisine. Nihayetinde ülke basınının amiral gemisi sıfatıyla, belli bir itibarla yapılan yaygın yayınlar yine kimliği belirsiz bir askerin sufle ettiği “post-modern darbe”nin başarıya ulaşmasıyla sonuçlanmıştır. İşin ilginç tarafı hükümetin bu darbe bildirisine aracılık etmekle kalmayıp, şartlarının tek tek yerine getirilmesi için yine askerle işbirliği içinde yayınlarını hükümet istifa edene kadar sürdürmesidir. Askerin basına brifing vermesi garabeti de bu dönem başlamıştır. Basının amiral gemisinin takındığı bu tavır diğer anaakım gazete ve medya grupları tarafından da izlenmiş, en büyük zararı evrensel gazetecilik ilkeleri görmüştür. Hükümet yıkan, hükümet kuran basın söylemi bu dönemle başlamış, 28 Şubat sonrası kurulan hükümetlerin yıkılışları sürecinde bu iddialar ayyuka çıkmıştır.

MERKEZ SİYASETLE BERABER ANAAKIM MEDYA DA ÇÖKÜŞE GEÇTİ

AKP hükümetlerinin ana akım medyayla ilişkileri nasıl oldu?

AKP 2002 yılı sonunda hükümeti kurduğunda basının görünümü tuhaftı. En büyük basın holdingi TMSF idi. 1990’lı yıllarda gazetecilik dışı sermaye yatırımını büyüten, banka sahibi olan patronlar bu bankaları yatırımlarını büyütmek için hortumlayınca tümden iflaslar gündeme geldi. Büyük gazetelerin patronları sadece bankalarını değil, onlar üzerinden besledikleri medya kuruluşlarını da kaybettiler. 2003 yılına geldiğinde kamu zararı nedeniyle el konulan medya kuruluşlarının oranı, bu kurumu en büyük medya patronu yapacak seviyedeydi. İşte AKP hükümetleri gökte ararken yerde buldukları bu fırsatı kaçırmadı. Kamu zararını gidermek adına ihale yoluyla satışa çıkarılan bu yayın kuruluşları, yandaş tabir edilen işadamlarına muvazaalı ihaleler yoluyla satıldı. Böylece o güne kadar yüzde 10’ları bulmayan hükümet destekçisi medya kuruluşu sayısı yüzde 50’lere ulaştı. Aydın Doğan hükümetin en büyük baskılarına maruz kaldığı bu dönemi küçülerek atlatabildi. Önce bankalarını, ardından petrol şirketini, nihayetinde Hürriyet dışındaki gazetelerini ve Star televizyonunu elden çıkardı. Tabii bu elden çıkarmalar hükümet yanlısı gruplara oldu. Bu süreçte hükümet yanlısı basının oranı daha da yükseldi. Bu devasa basın gücü AKP hükümetlerinin devamlılığında önemli rol oynadı. Merkez siyasetin çöküşüyle birlikte ana akım medyanın da çöküşe sürüklenmesi tesadüf değil, birebir ilintilidir. Çünkü baskının tek merkezli (tek başına hükümet) olması ve gücün yoğunluğu bu çöküşü getirmiştir denilebilir.

HÜRRİYET’İN İÇTEN FETHİ VE YANDAŞLAŞMA SÜRECİ

AKP hükümetleri döneminde gazetelerinden ya da medyadan kovulan yazar, muhabir, çalışan sayısında bir rekor yaşandı. Hürriyet gazetesi bu kovulmaların neresindeydi?

Hürriyet gazetesi ve Doğan Medya’nın diğer kuruluşları patronlarına salınan büyük vergi cezalarının verdiği sıkışmışlıkla haber politikalarında iktidar lehine ciddi bir dönüşüm uyguladı. Haber politikalarındaki muhalefet dozunun düşmesine, sıcak gündemden kaçma çabalarına ve nihayetinde iktidar lehine keskin bir haber politikası dönüşümüne rağmen Hürriyet ve bağlı grubu hükümet kaynaklı baskılardan kaçamadı. Muhalif kimlikli yazarlarını başyazarından, genel yayın yönetmenine dek birer birer, herhangi bir gerekçe göstermeden kovdu. Onların yerine yandaş tabir edilen basından kalemler transfer edildi. Yani bir bakıma gazete kabuk değiştirdi, iktidar lehine içeriden bir dönüşüme uğradı. Gazete içinde çifte sansür birimleri oluşturuldu. 2018 yılına, yani gazetenin Demirörenler’e satışına gelindiğinde zaten Hürriyet ve bağlı grup kendisini ana akım yapan özelliklerin büyük bölümünü yitirmiş, muhalefet kabiliyetinden uzak, arafta duran fakat ne etliye ne sütlüye yaranabilen hibrit bir kuruma dönüşmüştü. Tabii bu süreç tirajında, nihayetinde gazetenin marka değerinde büyük kayba neden oldu, satış değeri yok pahasına denilecek derecede gerilemiş oldu. Nihayetinde Aydın Doğan Hürriyet ve bağlı grubu Demirörenler’e sattıktan sonra adı geçen medya kuruluşlarının haber politikası anlamında hükümet lehine keskin bir dönüşüm yaşadığını görüyoruz. Gazete ve diğer kuruluşlar, bir zamanlar rakipleri olan ve yine yandaş tabir edilen, İslamcı tabir edilen medya kuruluşlardan transferlerle ciddi bir dönüşüm yaşadı. Bugün itibariyle alternatif basını saymazsak, yandaş tabir edilen basın kuruluşu oranı uluslararası basın kuruluşlarının tespitlerine göre yüzde 90’ı aşmıştır. Böyle bir tablo Türk basın tarihinin hiçbir döneminde yaşanmamıştır.

BASINDA AMİRAL GEMİSİ YOK, ÇÜNKÜ ANAAKIM YOK

Bugün itibariyle basının amiral gemisi diyebileceğimiz bir kuruluş var mı?

Basının amiral gemisi tabiri Aydın Doğan’ın 2018’de Hürriyet’i satışından yıllar önce gazetenin geçirdiği nitel ve nicel dönüşüm itibariyle sona ermiştir. Hürriyet ve bağlı grubun devriyle birlikte bugün itibariyle ana akım medya diyebileceğimiz bir kuruluş kalmamıştır. Ancak en çok hangi gazete satıyor sorusunun karşılığı olarak verilebilecek yanıtlar mümkündür fakat bu da ana akım medyanın sadece çok satan değil, ortak beğeniye hitap etme ve görece bağımsız politika ve tarafsızlık ölçüleri göz önüne alındığında ana akım ya da basının amiral gemisi tabirlerine uygun düşmeyecektir.

ALİ DAĞLAR KİMDİR?

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik ve Halkla İlişkiler Bölümü’nden mezun oldu. Hürriyet gazetesinde kesintisiz olarak 27 yıl adliye muhabiri ve uzman yargı muhabiri olarak çalıştı. Daha çok özel haber dosyaları hazırladı, röportajlar yaptı. Araştırmaları gazetecilik örgütleri tarafından ödüllendirildi. Bu süreçte araştırmaları üç ayrı kitap halinde yayınlandı. Yüksek lisansını aynı üniversitede yaptı. İkinci üniversite olarak Adalet Yüksek Okulu’nu bitirdi. İstanbul Üniversitesi İletişim Fakültesi Gazetecilik Bölümü’nde doktora eğitimini tamamladı. Çeşitli ulusal ve uluslararası hakemli dergilerde makaleleri yayımlandı. Halen bir vakıf üniversitesinde, iletişim alanında ders vermektedir. Medya alanında resmi adli bilirkişilik yapmaktadır. Sürekli sarı basın kartı sahibidir. TGC ve ÇGD üyesidir.