Ali Ergül: Batman Valiliği Hasankeyf videosuyla kurtarıcı rolüne bürünüyor

Batman Valiliği’nin Hasankeyf için hazırladığı tanıtım filmini bir “zafer videosu” olarak nitelendiren Ali Ergül, “Hasankeyf ve Dicle Vadisi'nde yıkımın aktörü iken kurtarıcı rolüne bürünüyor" dedi.

Fotoğraflar: Metin Yoksu
Google Haberlere Abone ol

İZMİR - Kamuoyunun tüm itirazlarına rağmen dünyanın gözü önünde Batman’ın 12 bin yıllık tarihi ilçesi Hasankeyf’te yüzlerce höyük ve kültür varlığı yok edildi, binlerce kişi zorla göç ettirildi. Bitki ve hayvan türleri 50 yıl ömrü olması öngörülen Ilısu Barajı'nın suları altında kaldı.

Ilısu Barajı’nın yol açtığı bu duruma rağmen Batman Valiliği geçtiğimiz günlerde Hasankeyf için bir tanıtım filmi hazırladı. Film, valiliğin sosyal medya hesaplarından "Mezopotamya’nın kalbinde sayısız medeniyetin kurulduğu yer, Anadolu’da tarihin başladığı şehir, 12 bin yaşında kadim kent Hasankeyf" ifadeleriyle paylaşıldı. Valilik tarafından paylaşılan videoda sular altında bırakılan tarihi kent ile yeni inşa edilen Hasankeyf gösterilirken, "bu kadim topraklarda yeni bir tarih yazıldığı" söylendi.

Yok edilen tarihin 'tanıtım videosu' neden yapıldı? Su tutulmasının ardından Hasankeyf nasıl bir yere dönüştü? Ilısu Barajı’nın bölge ekonomisine katkı sağlayacağı söylemi ne kadar doğru? Hasankeyf Koordinasyonu üyesi, gazeteci ve sosyolog Ali Ergül sorularımızı cevapladı.

‘NEHİR BİRÇOK CANLININ KAÇIŞ NOKTASIYDI’

Öncelikle Ilısu Barajı'nın suları altında kalan Hasankeyf ve Dicle Vadisi neden önemli?

Bugün ülkenin dereleri, çayları, nehirleri HES ve barajlarla yok ediliyor. Dicle Nehri’nin kolları tahribata uğrasa da bu anlamda tahribata uğramamış tek nehirdi. Bu bakımdan nehir aslında birçok canlının kaçış noktasıydı. Fırat kaplumbağası, su samuru, leylekler… Fırat Nehri’nin barajlarla talan edilmesinden sonra Dicle Vadisi'ne sığınmışlardı. Binlerce, belki de yüzbinlerce yıldır kurulu bir ekosistem vardı. Yani her santimetresinde zenginlik olan bir ekosistemden söz ediyoruz.

Ayrıca Ilısu Barajı altında kalan tespit edilmiş 290’nın üzerinde höyük var. Bu höyüklerden sadece 5 tanesinde kazılar tamamlandı. Diğer höyüklerde kazılar ya yarıda kaldı ya da hiç başlamadı. 12 bin yıllık bilgiye ulaştığımız Hasankeyf Höyüğü sadece betonlarla kapatıldı. Oysa Hasankeyf, kalesi ile eski şehri ile bütün dünya halklarının ayak izinin olduğu bir alandı. Yaşamın devam ettiği tarihi bir alan olması Hasankeyf’i daha da kıymetli yapıyordu. En az 12 bin yıldır yaşamın sürdüğü bir alan sularla yok edildi.

‘KAPAKLARIN KAPATILMASIYLA DİCLE VADİSİ BİR CEHENNEME DÖNÜŞTÜ’

Peki, su tutulmasının ardından Hasankeyf nasıl bir yere dönüştü?

Ilısu Barajı’nın yıkımı her gün, her saat, her dakika, her saniye devam ediyor ve ekonomik ömrü bitene kadar da devam edecek. Bu bakımdan ilk konuşulduğu günden, inşaatının başladığı ana kadar ve suların tutulmasıyla birlikte bugüne yıkım getiren ve getirecek bir barajdan söz ediyoruz. Son iki yılda tabii ki büyük bir yıkım oldu. Tarihi yapılar bağlamlarından koparıldı. Milyonlarca canlı, baraj göletinde boğuldu. Binlerce insan evlerinden göç etmek zorunda bırakıldı. Akış yukarı bölgede Dicle Vadisi’ndeki ekolojik yaşam tümüyle yok edildi.

Baraj kapaklarının kapanmasının üzerinden çok uzun bir zaman geçti. Ancak sular altında kalan köylerde yaşayanlar için yapılacağı söylenen konutlardan henüz başlanılmamış inşaatlar var. İnsanlar hâlâ çadırlarda yaşamaya devam ediyor. Topraksızlar dediğimiz binlerce insan başta Batman ve Siirt olmak üzere Diyarbakır, Mardin ve diğer büyükşehirlere göç etti. Bazıları ise kentlerin yoksul mahallerinde kendilerine yer bulabildi.

Hasankeyf ilçe merkezi de sular altında bırakılan başka bir alan. Tarihi kentin karşısına bir yerleşke yapıldı. Çürük malzemelerle yapılan evler insanlara satıldı. Kentte içme suyu sorunu her geçen gün büyüyor. Düşünün nehir kenarında yaşayan insanlar şu an temiz suya erişemiyor. Aslında sorunun en kısa cevabı şu: Kapakların kapatılmasıyla birlikte Dicle Vadisi bir cehenneme dönüştü. Tufan bütün vadiyi yok etti.

‘HALKLARI TEK TİPLEŞTİRİP İKTİDAR KURMAYA ÇALIŞIYORLAR’

Hem yaşanan kültürel değer kaybı hem iddia edildiği gibi enerji açısından bir getirisi olmadığı halde Hasankeyf Barajı'nı yapmakta sizce neden bu kadar ısrarcı oldular?

Evet, bu barajın kurulma nedeni olarak kamuoyu ile paylaşılan gerekçe enerji ihtiyacı. Ama bu ihtiyacın somut hiçbir gerekçesi yok. Kaldı ki olsa bile bu yıkıma karşılık gelebilecek hiçbir gerekçe olamaz.

Ama şu bir gerçek ki bu barajın kurulmasının başka nedenleri, gizli ajandalarda yazılan başka planları olduğunu biliyoruz. Bunu bakanların yaptığı kayıt dışı konuşmalardan da biliyoruz. Bunların başında Ortadoğu’da beklenen büyük su savaşları ya da su üzerinden iktidar kurma planları geliyor. Dolayısıyla komşu ülkeler üzerinden kurulmak istenilen bir planın son halkalarından birisidir Ilısu Barajı. Bu ülkelerde geçtiğimiz ay yaşanılan kuraklığın nedenlerinden birisi de bu baraj.

Bir diğeri ve bence en önemli nedeni de hafızayı yok etmek. Bütün dünya halklarının ayak izlerini silmek. Gri yapılar bunun en iyi göstergesi. Böylece hafızası yok edilen halkları tek tipleştirip iktidar kurmaya çalışıyorlar. Ve ne yazık ki bunu yavaş yavaş başardıklarını üzülerek söylemek lazım.

‘VADİ BOYUNU KAPATIP GÜVENLİ ALAN OLUŞTURMAYA ÇALIŞIYORLAR’

Yapılan açıklamalarda her ne kadar “güvenlik barajı yapmıyoruz, sulama ve enerji için yapıyoruz” denilse de başta Hasankeyf olmak üzere bölgedeki birçok barajın, DSİ raporları da dahil "güvenlik barajı" olarak tanımlandığı biliniyor. Kürt illerinde yapılan bu barajlar sizce hangi amaçla inşa edildi, nasıl bir işlevi olması bekleniyor?

Güvenlik Barajı tanımlaması hiçbir zaman açıktan yapılmadı. Ancak farklı dönemlerde bakanların gazetecilere söylediği sözler var. Baraj fikri tabi 1930’lı yıllara dayanıyor. Ama asıl konuşulmaya başlanması 1950’li yıllar. Hangi kurulda oluyor peki? Sonrasında ismi Milli Güvenlik Kurulu olacak bir kurulda konuşuluyor. Bu açıdan bile baktığımızda aslında kuruluş amacı apaçık.

Barajın tarihi ile ana akım medya haberlerine baktığınızda ise bir faaliyet yapılmadan önce bölgede terör haberleri okurdunuz. Emniyet MOBESE'lerinin 24 saat izlediği mağaralarda tonlarca patlayıcı bulunurdu her seferinde. Genel kamuoyuna “burada güvenlik sorunu var” diye mesaj verilirdi. Ve ne yazık ki her zaman bir karşılık buluyordu bu haberler.

Dolayısıyla vadi boylarını tümüyle kapatıp orada “güvenli” bir alan oluşturmaya çalıştıkları apaçık ortada. Yoksa bu barajların kullanımları, yapılan “yatırımlar” getirisi hesaplandığında ekonomik olarak ortaya çıkardıkları zarar hesaplanamayacak kadar büyük.

‘KEBAN’DA BÜYÜK BİR MUTABAKAT OLDUĞUNU GÖRÜYORUZ’

Yukarı Fırat Havzası’nda 1965 yılında yapımına başlanan Keban Barajı’nın yapımı da yaklaşık 10 yıl sürdü. Kültürel miras üzerindeki etkileri açısından Keban ve Ilısu barajları arasında bir karşılaştırma yapacak olursak neler söylersiniz?

Ilısu Barajı tabii ki yıllarca konuşuldu, bütçeler arandı. Devlet projesi olduğu için vazgeçilmedi ama iktidarlar hep biraz ertelediler, ertelemek zorunda kaldılar. Ilısu, Keban ile bu açıdan farklılaşıyor. Diğer taraftan Ilısu Barajı’nın yapılmaması için 1988 yılından itibaren bir itiraz dile getirildi. Ancak Keban’da büyük bir mutabakat olduğunu görüyoruz. Keban Barajı'nı kimler destekledi diye baktığınızda da farklı politik grupları görüyorsunuz. Kültürel varlıklarla ilgili daha ciddi bir araştırmanın yapıldığı da bir gerçek. Burada hızlandırılmış kazılar yapıldı. Bunun böyle olmadığını söyleyen arkeologlar da var ama genel kanı olarak daha kontrollü bir kazı sisteminden söz ediliyor. Ilısu’da bunu göremezsiniz.

Kültürel varlıklarla ilgili elimizdeki bilgiler bunlar fakat barajları hele ki mega barajları konuştuğumuzda kültürel varlıkları tek başına ele almamız doğru değil. Coğrafyanın bütünlüğünü ele almak lazım. Sonuçta her iki baraj da bölgede yaşayanlar için tufanı getirdi. Ilısu Barajı da enerji ihtiyacı için kuruldu. Ama yıllardır Keban Barajı’nda elektrik üretiminin yüzde 50 üretimin altına düşürüldüğü belirtiliyor. Bu da “enerji” başlığının aslında bir şey ifade etmediğini gösteriyor.

‘TEK RENK BİR YAŞAM VE TEK TİP İNSANI YARATTILAR’

Peki, Hasankeyf'te arkeolojik miras dışında sosyokültürel ve ekonomik olarak biz neleri kaybettik?

Aslında birbiriyle bağlantılı durumlar. Doğa bir bütün içerisinde kendini var eder ve yapılan tarihi yapılar da bu bütünü tamamlar. İşte Dicle Nehri de binlerce yıldır vadide bir yaşam oluşturdu. Bu yaşam sadece insanların kurduğu bir yaşam olmadı. Börtü böcek de bu yapı içinde var oldu. Doğanın bir parçası olan insan, nehrin oluşturduğu yaşamın kıyısında kendine yer buldu. Köyler, kasabalar ve şehirler kurdu. Kışın yükselen, yazın azalan nehir akıntısına göre yaşamını düzenledi. Tarihi yapıları nehri yok etmeden yaptı. Ama çağımızla birlikte yıkmaya, yok etmeye yönelik politikalarla bütün bu yaşam yok edildi.

Toplu konut fikri de aslında bu yıkımın boyutunu çok iyi anlatan bir yaklaşım. Hepsi birbirinin aynı, insanın zihnini aynılaştıran yapılar. 2 yıl önceki Hasankeyf ilçesinin fotoğrafına baktığınızda hiçbir ev diğerine benzemiyordu. Ama şimdi köy evleri de dahil bölgede tek renk bir yaşam ile tek tip insanı yarattılar. Şu an vadide yaşanan budur.

Dahası bahçesinde yetiştirdiği sebze ve meyve ile temel ihtiyacını giderenler şu an yoksullukla karşı karşıyalar. Bahçesi incirle kaplı olan insanlar, şu an incir alamaz durumda. Kentin en önemli ve en güzel meyvesinin tadını bilmeyecek bir nesil yetişecek. Turizm ile geçimini sağlayan kent açlık sınırının altında. Kentlere göç edenlerin ise hiçbir geliri yok.

‘YIKIMIN AKTÖRÜ KURTARICI ROLÜNE BÜRÜNÜYOR’

Tüm bu yok edişe rağmen Batman Valiliği Hasankeyf için bir tanıtım videosu yayımladı. Bu da şaşkınlıkla karşılandı. Yani bir kenti önce yok ediyor ve sonra da tanıtıyorsunuz. Tarihi ve doğayı yok ederek ama aynı zamanda kültürel mirası ve doğayı kullanarak bir turizm destinasyonu yaratmak sizce mümkün mü?

Valiliğin filmi bütünüyle üzerinde düşünülmesi gereken bir film. Turizm açısından baktığımızda yaz ayları daha çok ziyaretçinin olduğu bir zaman ama film sonbaharda apar topar servis edildi. Bunun bakanlığın bir hamlesi olduğunu düşünüyorum.

Videoda su altı sporlarından söz ediliyor. Ancak akımın yüksek olduğu bir alandan söz ediyoruz. Göletin üst katmanının hemen altı ise çamurlu su. Hangi yöntemle böyle bir spor yapacakları belli değil. Sanki o tarihi yapılar onların kurduğu baraj yüzünden sular altında kalmamış, itirazlar sonucunda taşımak zorunda kalmamışlar gibi mega proje olarak sunuluyor. Sanki eski ilçe merkezindeki tarihi yapılar kepçelerle tahrip edilmemiş, beton bloklarla kapatılmamış, vadi boyunca yüzlerce höyük bir fırça bile sürülemeden suların altında bırakılmamış da kalede arkeolojik kazıların devam ettiğini anlatıyorlar! Batman Valiliği bu videoyla Hasankeyf ve Dicle Vadisi'nde yıkımın aktörü iken kurtarıcı rolüne bürünüyor.

Açıkçası bir 'zafer' videosu aslında servis edilen. Ama onlar kazanmadı. “Biz” kaybettik. Hem somut hem de soyut anlamda bir kaybedişten söz ediyorum. Bütün hafızamız sular altında bırakıldı. Tarihimiz, doğamız sular altında bırakıldı. Altı parça Türk İslam eserini taşıdılar, bir de ayıp olmasın diye Roma Kapısı’nı… Peki, bu coğrafyada yaşayan diğer halkların eserleri ne olacak? Süryani mezarları kepçelerle yıkıldı. Oradan çıkan eserler çalındı. Onların hiçbirinin kıymeti yok mu?

Sizce 34 yıl süren bir mücadelenin sonunda Hasankeyf’i göz göre göre nasıl kaybettik?

Elbette ki bu mücadelenin kazananı ve kaybedeni olacaktı. Ama bu yıkımda bizlerin de büyük suçu ve günahı var. Bu açıdan onlar kazanmadı biz kaybettik diyorum. Çünkü bu mücadele boyunca yapılabilecek binlerce şey varken bizler yüzeysel çoğu zaman göstermelik eylemler yaptık. Barolar nehir kenarında fotoğraf çekip gittiler. Meslek odaları için yıkım hiçbir zaman ana gündem olmadı. Sendikalar ortaya çıkacak işsizliği ve yoksulluğu ortaya koyma ihtiyacı duymadı. Şu an bir foseptik çukuru var ve sağlıkçılar buna yönelik somut bir söz dahi söylemedi. Elbette ki bu yıkımın mimarları iktidarlardı. Ama bu yıkıma engel olamayınca biz de yıkımın altında kalmış olduk…