Alime Mitap: 12 Eylül karanlığı sürüyor
Alime Mitap, 'Eylül Karanlığından' kitabının yeni baskısının yapılmış olmasından mutluluk duyduğunu belirtirken, günümüzde de 12 Eylül karanlığının sürmesinden dolayı hüzünlendiğini söylüyor.
Namık Alkan
İZMİR – 12 Eylül’de Alime Mitap’ın bizzat yaşadıklarını anlatan 'Eylül Karanlığından' adlı kitabın genişletilmiş 3. Baskısı NotaBene Yayınevi’nden çıktı. Kitap, Mitap’ın yaşadıklarını ve 12 Eylül’de tanık olduklarını resimlerle anlatıyor. Mitap kitabı için, “Benim ilk kitabım, ilk göz ağrım. Yeni baskısının yapılmış olmasından elbette mutluluk duydum ama öte yandan bir hüzün de hissediyorum. Hüzünlenmem, günümüzde de karanlığın sürmekte oluşundan kaynaklanıyor” diyor.
Devrimci Yol liderlerinden Nasuh Mitap’ın eşi olan Alime Mitap, 12 Eylül’ü onunla birlikte yaşadı. 12 Eylül’de 2 ay Ankara DAL’da, 12 ay da Mamak Askeri Cezaevi’nde olmak üzere toplam 14 ay tutuklu kaldı. Tahliye olduğunda oğlu Ertan 2,5 yaşındaydı. Alime Mitap ile 'Eylül Karanlığından' kitabını, 12 Eylül zulmünü ve 25 yıl birlikte yaşadığı Nasuh Mitap’ı konuştuk.
‘EYLÜL KARANLIĞINDAN”, BENİM İLK GÖZ AĞRIM’
12 Eylül’den sonra ilk baskısı 1988’de yapılan 'Eylül Karanlığından' adlı kitabınız büyük ilgi görmüştü. Kitabınızın yeni baskısının yapılması hakkında ne düşünüyorsunuz?
Sizin de belirttiğiniz gibi kitabımın ilk baskısı 1988’de yapılmıştı. 2. baskısı ise 2007’de yapıldı. Bu kitapların tükenmiş olması nedeniyle ve talepler üzerine 3. baskı yapıldı.
Bu kez 'Eylül karanlığından' hakkında yazılmış değerlendirmelere ve benimle -kitap üzerine- yapılmış röportajlara da yer verildi. Yeni yaptığım resimlerden bazılarını da kitaba dahil ettim. Bu nedenle 'genişletilmiş 3. baskı' ifadesi kullanıldı. 'Eylül Karanlığından', benim ilk kitabım, ilk göz ağrım. Yeni baskısının yapılmış olmasından elbette mutluluk duydum ama öte yandan bir hüzün de hissediyorum. Hüzünlenmem, günümüzde de karanlığın sürmekte oluşundan kaynaklanıyor. Kitabımda fotoğrafları yer alan resimlerim, yine aynı adla birçok yerde sergilenmişti. Bunlardan birinde -Dikili sergimde (1989)- lise öğrencisi İnan Öner izlenim defterine şunları yazmıştı: “Eylül’den sonra gelen dokuz yıl içinde insanlar, acılar, yıkımlar, korkular ve baskılar yaşadılar. Bugün bu “Eylül Karanlığı” ndan sıyrılamamayı yaşıyoruz. Acaba ışık, umudun o parlak ışığı biz “12 Eylül sonrası” kuşağa hiç görünmeyecek mi? Bu umudu yaratmaya olan katkılarınızdan dolayı teşekkürler.” Bugün 50’li yaşlarında olan İnan’ın yaşıtları ve daha sonraki kuşaklar ne yazık ki halâ “ışığı, umudun o parlak ışığını” göremediler… Bu gerçeklik, kitabımın yeni baskısının yayınlanmış olmasından duyduğum sevinci gölgeliyor.
O dönem 'Eylül Karanlığından' ile ne anlatmak istediniz? Kitap ilk yayımlandığında ne tür tepkiler aldınız?
80 Darbesi sonrasında, 2 ay DAL denilen işkence merkezinde, 12 ay da Mamak Askeri Cezaevi’nde olmak üzere 14 ay tutsak kaldım. Cezaevinden çıktıktan sonra da 1990’a dek tutsaklığı devam eden eşim Nasuh’un ziyaretine gittim. Ben tahliye olduğumda 2,5 yaşında olan oğlumuz da bu görüşlere giderken çoğu zaman yanımda oluyordu. Gerek tutsaklığım sırasında gerekse görüş yerlerinde yaşadıklarım ve tanık olduklarım, zamanla yüreğimde ağır bir yük oluşturdu. Karanlık hücrelerde, gözlerden uzakta yapılan onca zulmü etkili bir şekilde insanların önüne getirmeden huzur bulamayacağımı hissettim. O aşamada resim becerim imdadıma yetişti. Sevgili dostlarım Ayşe Nur Zarakolu ve Ragıp Zarakolu’nun da teşvikiyle, 1986 ve 1987’yıllarında altmış kadar tablo ve deseni ürettim. Bu resimler, 'Eylül Karanlığından' adıyla sergilenmeye başladı. Aynı zamanda kitaplaştırıldı. 12 Eylül faşizminin yarattığı korku ikliminin hâlâ sürmekte olduğu 1988 ve 1989 yıllarında resimlerim pek çok kişiyi heyecanlandırdı, duygulandırdı. Sergileri izleyenler arasında gözyaşlarını tutamayanlar oluyordu. Dönemin zifiri karanlığında bu resimler birçok kişi tarafından, zorbalığa ve zulme karşı bir ses yükseltilmesi ve direniş olarak değerlendirildi.
1988 Mayıs’ından itibaren İstanbul’un 4 ayrı semtinde art arda açılan sergi, 12 Eylül’de Ankara’da, Oluşum Sanatevi’nde yoğun bir katılımla açıldı. Aziz Nesin, Şair Adnan Yücel, Jülide Gülizar, Uğur Mumcu, İHD Genel Başkanı Nevzat Helvacı, İlber Ortaylı, Akın Birdal, Muammer Erten, Cahit Talas, o açılışa katılanlar arasındaydı. Bu sergiler sırasında, sergi salonlarında bir izlenim defteri bulunduruyorduk. İzleyicilerden kimileri resimlerle ilgili izlenimlerini, duygu ve düşüncelerini deftere yazıyorlardı. Ankara sergisinde “Ali Demir, Eğitimci” imzasını taşıyan yazı şöyleydi: “Hiçbir sergide bu denli heyecanlanmadım. İnsanın insanlaşması doğrultusunda verdiğiniz savaşım milyonların ortak sesidir…”
İstanbul’da ise İHD kurucu üyesi ve tutuklu annesi Vahide Açan, şu cümleleri yazmıştı:
“Ben tutuklu annesiyim. Oğlum sekiz senedir tutuklu. Sergiye geldiğim zaman demir kapılar, kör pencereler bütün gücüyle önümdeydi… Benim her an yaşadıklarım sanki sergilenmişti.”
‘RESİMLERİM İNSANLARIN YÜREĞİNE DOKUNMUŞTU’
Resimleriniz yurtdışında da sergilendi mi?
İstanbul ve Ankara’dan sonra Dikili Festivali’nde sergilenen resimlerim, daha sonra 1989 yılında İsviçre, Almanya, Fransa ve Hollanda’da çeşitli kentlerde sergilendi. İsviçre’de yayınlanan gazetelerden Le Courrier’de, Fati Mansour, sergiyle ilgili değerlendirme yazısını şu cümleyle bitiriyordu: “Sanatçı, daha iyi bir geleceğe duyduğu özlemle, haksızlıkları çiziyor…” (06.10.1989). Cenevre’de, Ceza Mahkemesi Başkanı, Hakim Alain Wyler ise, sergi izlenim defterine aşağıdaki notu düşmüştü: “İnsanın içini titreten apaçık gerçeği ve doğruyu söyleyen resimler. Sanatçının sanatını ama aynı şekilde cesaretini de takdir ediyorum. Çektiklerinden, anlatılamayacak derecede etkilendim. Teşekkür ederim. Ne zaman kardeşlik ve barış dolu bir dünya çizebileceksiniz? Umut ederim ki çok yakındır. En derin saygılarımla”.
Yurt içindeki ve yurt dışındaki bu değerlendirmeler ve olumlu tepkiler üzerine sevinerek şu kanıya vardım: 12 Eylül karanlığında ülkemizde yapılan insan hakları ihlallerini protesto etmek ve tarihe not düşmek amacıyla yaptığım resimlerim insanların yüreğine dokunmuştu.
Siz de 12 Eylül karanlığını bizzat yaşadınız. O günlere yeniden dönecek olursak neler söylersiniz? 12 Eylül sizi ve ailenizi nasıl etkiledi, neler yaşadınız?
O dönemde ailemizdeki gençlerin çoğu, küçük kardeşim ve birçok kuzenim cezaevine girdi. Ağabeyim yurt dışına gitmek zorunda kaldı. Kuzenlerimden bazılarının tutsaklığı uzun yıllar sürdü. Fakat aile büyüklerimiz -her ne kadar zorluklar ve üzüntüler yaşamış olsalar da- devrimci çocuklara sahip oldukları için gururluydular.
Ben tahliye olduktan sonra yıllarca Salihli’de annemin evinde yaşadım. Oğlumu orada büyüttüm. Harika komşularımız vardı. Nasuh’a mektup yazarken selamlarını, iyi dileklerini iletmemi isterlerdi. Nasuh da bundan mutluluk duyar ve onlara sıcak mesajlar gönderirdi. O zor yılları, sevgileriyle bizi sarıp sarmalayan bu güzel komşularımızın ve akrabalarımızın arasında geçirmiş olmak bizim için büyük şanstı.
‘BİR DEĞİL, BİRÇOK NASUH’A İHTİYAÇ VAR’
Burada bir parantez açmak istiyorum; 12 Eylül’ü birlikte yaşadığınız Devrimci Yol liderlerinden Nasuh Mitap hakkında neler söylemek istersiniz? Nasuh Mitap, çok sevilen ve değer verilen bir devrimciydi. Bugün de böyle liderlere ihtiyaç var mı?
Nasuh’la 1974’te Ankara’da Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde öğrenciyken tanıştık. Kısa süre sonra evlendik. 25 yılı aşan beraberliğimiz, aslında 100 yıllık deneyime eşdeğerdi diyebilirim. Nasuh’un sevgi dolu bir yüreği vardı. Herkesin sorunuyla ilgilenir, dertlerine derman olmaya çalışırdı. Ölümünden 1,5 yıl önce yaşadığımız Gezi direnişi onu çok mutlu etmiş ve umutlarını artırmıştı. Nasuh mütevazı bir insandı, göz önünde olmayı sevmez, basında yer almayı istemezdi. Bu nedenle, onun kişiliği hakkında daha fazla detaya girmek istemem.
Sorunuzun son bölümüne gelirsek, bence bugün elbette böyle liderlere ihtiyaç var; ancak bu kendiliğinden, mucizevi bir şekilde olmuyor. Liderler, içinde yetiştikleri sosyo-ekonomik koşullardan, dönemin siyasal atmosferinden ve kendi varoluşsal koşullarından bağımsız değerlendirilmemeli. Pek çok arkadaşça da bilindiği ve ifade edildiği gibi Nasuh, kendi döneminde, devrimci mücadele sürecinde büyük etki yaptı, derin bir iz bıraktı. Bu ve burada sayılamayacak birçok değerli özellikleriyle Nasuh, ender olarak rastlanabilecek insanlardandı. Bugünün koşullarında ise böyle liderlere ihtiyaç olduğu kesin. Hatta bir değil, birçok Nasuh’a ihtiyaç olduğunu söylemek yanlış olmaz.
‘12 EYLÜL KARANLIĞINI AKP SÜRDÜRÜYOR’
12 Eylül karanlığının 43. yılında neler söylersiniz?
Şimdi yaşamakta olduğumuz karanlığın o günlerden bağımsız olmadığı açık. 12 Eylül darbesiyle başlayan süreçte adım adım bugünlerin taşları döşendi. Sermayenin istediği bir Türkiye için gerekenler yapıldı. Kurulmuş olan, sömürüye ve ranta dayalı gerici, faşist düzeni sürdürmek için AKP her yola başvuruyor, her türlü usulsüzlüğü fütursuzca yapıyor. Kısacası 12 Eylül karanlığını AKP kendi anlayışı ve yöntemleriyle en ağır şekilde sürdürüyor.