YAZARLAR

Aliye'den Sadakatsiz'e 16 yıllık değişimin hikâyesi

Herhangi bir şekilde hayatın zorluklarıyla mücadele eden cefakar kadın karakterleri izlemeyi ülkece pek seviyoruz. Kahramanın yolculuğu matematiği, karakterin hikaye doğurabilmesi için belli başlı engelleri aşmasını emreder. Bu, dramanın olmazsa olmaz kuralıdır zaten. Ancak diğer yandan hissim şudur ki kadınların varoluş savaşı hiç bitmediğinden, biz dizi seyircisi olarak kadın karakterlerin başka şekillerde hareket etmesini pek hayal edemiyoruz.

Yerli dizi piyasası bu sezon, birkaç senedir devam eden yavan gidişatı biraz aşmış durumda. Uzun dizi sürelerinin, kötü çalışma şartlarının, verimsiz reyting ölçüm sisteminin ve RTÜK’ün belirleyici olduğu piyasada tür sıkıntısının çekilmesi, eski tabirle ‘amiral’ nitelikte işlerin pek üretilememesi kaçınılmaz bir sonuçtu elbette.

Çok eleştirilmiş ama her seferinde kendine yer bulmuş uyarlama hikaye politikasıyla, yerli dizi piyasasını son dönemde her sezon domine eden MEDYAPIM, 2020-2021 sezonunda da kendini gösterdi. Faaliyetine bu sene başlayan MEDYAPIM’ın yeni ortaklığı Mednova, Kanal D’nin sönük geçen yıllarına ilaç gibi gelecek bir diziyle, yani Sadakatsiz’le tam iki aydır ekranlarımızda.

2015 yılı BBC Yapımı ‘Dr. Foster’ uyarlaması olan ‘Sadakatsiz’ son iki haftadır her kategoride 10 reytingden aşağısını görmüyor. Dizi, magazin programlarından RTÜK şikayetlerine, sosyal medya hesaplarından gündelik sohbetlere kadar birçok alanın ortak konusu haline geldi. Gelmesinin haklı bir sebebi var elbet… Çünkü konusunu hep kanamış, hala kanayan ve uzun süre kanamaya devam edecek bir dertten alıyor: Eşleri/partnerleri tarafından aldatılan kadınlar.

ERKEKLİK KRİZİ

Kadınların toplumsal ve özel konumlarıyla ilgili yıllardır verdiği evrensel mücadele, insanlık içinde büyük çatlaklara neden oldu, olmaya da devam ediyor. Bunlardan en mühimi ve bana kalırsa en hayırlısı ‘erkeklik krizi’ isimli çatlak. Yüzyıllar boyunca inşa olmuş kadınlık algılarını tek tek yerle yeksan eden, kendilerine yeni varoluş şekilleri arayan kadınlar erkeklerin ezberini bozmuş durumda. Bir tarafın toplumsal rollerine bağlı çarkları parçalaması diğer tarafın ona bağlı çalışan bütün dişlilerini kırıyor haliyle. Erkeklerin çoğu açık açık ifade etmekten çekinse de üstüne doğdukları ‘iktidar’ halısı altlarından çekildiği için büyük panik içindeler. Daha önce toplumsal ayrıcalıklarının verdiği rahatlık sayesinde yaptıkları birçok kötü şeyi şimdi o ayrıcalıklar ellerinden gitmesin diye yapıyorlar. Eşlerini/partnerlerini öldürüyorlar, yaralıyorlar, tehdit ediyorlar, bin bir türlü baskı ve zorbalık uyguluyorlar, maddi/manevi sömürüyorlar, aldatıyorlar…

Erkeklik ayrıcalığı altında yüzyıllarca ezilen, son yüz elli yıldır bu ayrıcalıkla mücadele eden kadınların şimdiki derdi de maalesef erkeklik kriziyle baş etmek. Görüldüğü üzere toplumsal cinsiyet rollerinin yarattığı problem erkekler, neredeyse hiçbir zaman etraflarına zarar vermeden değişip dönüşemiyor, hayatlarını sürdüremiyorlar. Türkiye’nin hikaye ve karakter endüstrisi olan dizi sektörünün bu toplumsal denklemleri ekrana yansıtması ise kaçınılmaz hale geliyor.

CEFAKÂR AMA MÜCADELECİ KADIN KARAKTERLER

Herhangi bir şekilde hayatın zorluklarıyla mücadele eden cefakar kadın karakterleri izlemeyi ülkece pek seviyoruz. Kahramanın yolculuğu matematiği, karakterin hikaye doğurabilmesi için belli başlı engelleri aşmasını emreder. Bu, dramanın olmazsa olmaz kuralıdır zaten. Ancak diğer yandan hissim şudur ki kadınların varoluş savaşı hiç bitmediğinden, biz dizi seyircisi olarak kadın karakterlerin başka şekillerde hareket etmesini pek hayal edemiyoruz. İşin içinde hayat ve varlık kavgası olmasını muhakkak arzuluyor ve kaçınılmaz olarak bekliyoruz.

Yerli dizilerde, bahsettiğim hayat ve varlık kavgasını genel olarak kocasının ya da ailesinin erkinden kurtulmaya çalışan kadın karakter ekseninde izliyoruz. Peki bu yüzeysel bir yaklaşım mı? Bence hiç değil. Zaten kadın varoluşunu ve hayatını tehdit edip kısıtlayan iki toplumsal yapının aile kurumu ve evlilik müessesesi olduğu artık su götürmez, tartışılmaz bir gerçek. Çok toptancı bir cümle gibi görünse de aslında birçok dizi kurgusuna temel olan bir denklemden bahsediyoruz. Ya kocasının ya ebeveynlerinin ya da akrabalarının çizdiği sınırlara mahkum olan kadınların bir de üzerine aldatılarak aptal yerine konması, maddi ve manevi sömürü yaşaması artık bardaktan taşan son damla oluyor. O zamana kadar hapis kaldıkları hayatın kapısını kırıp başka bir hayata doğru yol alıyorlar. Ekranlarda izlediğimiz birçok hikaye, kapı eşiğinden böyle adım atan kadınlardan ilhamla yazılıyor.

ASYA VE ALİYE

Bu ilhamla yazılan iki yerli dizi, 2004 yapımı ‘Aliye’ ve 2020 yapımı ‘Sadakatsiz’... ‘Aliye’ adlı dizinin ismiyle müsemma baş karakteri Aliye’yi Sanem Çelik canlandırmıştı. Herkesin bedduasını alan eşi Sinan’a ise Halit Ergenç başarılı bir şekilde hayat vermişti. TMC Yapım’ın hem dizi hem de müzik sektöründe altın yıllarını yaşadığı 2000’lerde, yıllarca kaynana zulmüne maruz kaldığı, saygı görmediği, aldatıldığı ve mutsuz olduğu evliliğinden kurtulmaya çalışan Aliye’nin yüksek reytingli maceraları neredeyse tüm Türkiye’yi ekran başına kilitlemişti. Erkekliğinin verdiği cesarete dayanarak kafasına esen her şeyi yapan, asla hesap vermeyen, kimseye açıklama yapmayan, karşısındakini dinlemeyen, zenginliği ve erkekliğini sürekli kışkırtan annesi sayesinde fütursuzlaşmış Sinan’dan bir türlü kurtulamayan Aliye’nin, özgür kalma ve kendi yolunu çizme hikayesine bütün ülke eşlik etmişti.

Şu ara aynı etkiyi ‘Sadakatsiz’ yaratmış durumda. Baş karakter Asya’yı Cansu Dere, eşi Volkan’ı Caner Cindoruk oynuyor. Evlendiği erkek için seneler önce memleketi İzmir’i bırakıp Tekirdağ’a yerleşen, onun arkadaşlarını kendi arkadaşı bilen, ailesini seneler önce kaybettiğinden köksüz ve manen dayanaksız olan, ailesinden kalan parayı kocası şirket kursun diye sorgusuz sualsiz ona veren, Tekirdağ’da özel bir hastanenin başhekim yardımcısı olan, aradan geçen yıllara rağmen kocasıyla hala birbirlerini çok sevdiklerini düşünen, on bir yaşında bir oğlan çocuğu annesi Asya’nın gerilim dozu yüksek ‘hesaplaşma’ hikayesini eminim ki birçok kadın ayakta alkışlayarak izliyor.

Aliye ve Asya’nın ortak noktası çok: Doğuştan gelen ayrıcalıklı toplumsal pozisyonları başlarını döndürmüş, her şeyi kendilerine hak gören, eşlerinden bir itiraz veya karşılık gördükleri zaman canavara dönüşen, görünüşte modern, yakışıklı erkeklerle uzun süredir evli olmaları; hatırı sayılır bir zaman boyunca aptal yerine konarak aldatılmaları; aldatıldıklarını öğrendiklerinde büyük dönüşüm yaşayıp hikayelerinde önemli bir dönüm noktasına girmeleri ve karakterlerinde kendilerinin de çok tanımadığı bir tarafın ortaya çıkması; etraflarını sarmış kasaba ahlakının duvarlarını kırarak başka bir dünyaya doğru yol almak için kapının eşiğinden geçmeleri.

Ama benim asıl ilgimi çeken 2004’ten 2020’ye kadar geçen 16 senede, benzer çıkış noktaları olan kadın karakterlerin davranış karakteristiğindeki değişim. Bunun kadınlar olarak birlikte verdiğimiz mücadelenin, birbirimizi kuvvetlendirmemizin ve büyütmemizin bir izdüşümü olduğu fikrindeyim.

DEĞİŞİMİN ANLATTIKLARI

Aliye’den Asya’ya varan süreçte, bu iki karakterin hikaye içinde kime karşı, ne şekilde mücadele verdiğinin tespiti çok önemli. Ailesi olmayan, köksüz iki kadının farklılaştığı ilk nokta mesleki durum. Aliye, senelerce evin içine mahkum edilmiş, mesleki bir donanımı olmayan, iki çocuğunun anneliğini ve zengin bir ailenin gelinliğini yapmış, güzelliği dillere destan, iyi huylu bir kadın. Asya ise doçentliğini almış, özel bir hastanenin başhekim yardımcılığını ifa eden, kendi parasını kazanan, gelir durumu iyi, kendi seçtiği hayatı yaşayan dik duruşlu, kendine haksızlık yapıldığında karşılığını veren bir kadın.

Aliye eşinin evinden bir çöp bile almadan terk ettiği evinden, İstanbul’daki diş hekimi dayısının evine sığındığında beş parasız, güvencesizdir. Hemen kendine iş arayıp bulur. Köklü bir moda evinde annesinden öğrendiği terzilik zanaatiyle çalışmaya başlayan Aliye, becerisiyle hemen kendini gösterir. Tek istediği Sinan’dan boşanıp çocuklarıyla yeni hayatını inşa etmektir. Anneliği her şeyin üstünde ve önündedir. Kendinden vazgeçmeye her an hazır, fedakar ve cefakar bir karakterdir. Bağımsızlığını elde etme, çocuklarını alma mücadelesini sürdürürken bile sınırları aşmayan, taşkınlık yapmayan, yanlış kararlar vermeyen, toplumsal sınırlar içinde makbul, makul ve tek boyutlu bir kadındır.

Asya’da ise durum çok farklıdır. Eşi Volkan’ın kendisini iki senedir çok genç yaşta bir kadınla aldattığını, etrafında dost bildiği herkesin bu durumu bildiğini ama kendisine söylemeyerek rol yaptığını öğrenince karnına yumruk yemiş gibi olur. İpuçlarını takip edip, Volkan’ın yaptıklarını araştırmaya başladığında ise hem madden hem de manen çok uzun süredir sömürüldüğünü anlar.

Asya’nın kendisine yapılanları hiç kimsenin yanına bırakmaya niyeti yoktur. Çünkü Aliye’ye çizilen makul ve makbul kadın çizgisiyle ilgili hiçbir kaygısı, endişesi yoktur. Başta eşi Volkan olmak üzere etrafındaki herkes o kadar riyakardır ki kendilerinin hiçbir hatası, zaafı, kötü tavrı yokmuş gibi Asya’yı çizgiyi aşmakla suçlarlar. Ancak hiçbiri Asya’nın umurunda değildir. Boşanma avukatından başına gelebilecek hukuki senaryolarla, yaşadığı mağduriyetten doğan maddi-manevi haklarıyla ilgili bilgi alarak hemen harekete geçer. Bir plan yaparak Volkan’ın bütün saygınlığını bitiren, ‘erkeklik gururunu’ ayaklar altına alan zekice bir plan yaparak küçük düşürülmesinin, sömürülmesinin intikamını alır. Durumları eşitler. 

Peki 16 sene önce Aliye’yi reyting rekorları kıracak kadar seven seyirci şimdi neden Asya gibi bir karakterin arkasında duruyor? Bunun cevabı evrensel kadın mücadelesinin, her alanda olduğu gibi kültür endüstrisi üzerindeki değiştirme gücü ve toplumsal başarısında yatıyor. İki kadın karakterin başlangıç noktasındaki fark, 16 senelik ilerleme ve değişimi anlayabileceğimiz en temel yer. ‘Gücünün farkında olmayan kadın, başına gelen bir felaketle içindeki dirayeti, cesareti keşfeder’ kurgusundan ‘Kendini gerçekleştirmiş, kimseye minneti olmayan, etkili kadın onu aptal yerine koyan, sömüren herkese yaptıklarının karşılığını verir’ kurgusuna geçiş, bize hem dramada hem hayatta ne kadar yol alındığını anlatır.


Ezgi Özcan Kimdir?

1987 yılında Adana’da doğdu. İstanbul Üniversitesi – Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde öğrenim gördü. 2010-2019 yılları arasında dizi senaristliği yaptı. Birçok günlük ve haftalık dizinin yapım ekibinde yer aldı. 2017’den itibaren 221B Dergi’nin “Ekran Dedektifi” köşesinde polisiye dizilerle ilgili yazılarına, Episode Dergi’de ise yazar-editör olarak hem yerli hem yabancı dizi sektörüne dair faaliyetlerine devam etmekte.