Alkışlar bizden!
Kim olursa olsun, galiba bir insanın esas nihai kaderi ve onu bekleyen asıl keder; inandığını savunup durduğu her ne varsa, her gün her adımda onun özünü çiğneyip durmasının yarattığı korku ve endişe olmalı.
İşadamları, işkadınları, iş insanları oturmuş; karşılarında “ekonomiden de sorumlu” Hazine ve Maliye Bakanı Sayın Nebati.
Diyor ki Bakan “yüzde 9 faizli, 2 yıl geri ödemesiz kredi veriyoruz.”
Oturanların aklına alkışlamak gelmiyor. Hani usulen, kibarlıktan, gönlünü almak için bile.
Bakan alınıyor, veriliyor, geriliyor, dayanamıyor, “Daha ne istiyorsunuz! Siz istiyorsunuz, Sayın Cumhurbaşkanımız önderliğinde sizlere arz ediyoruz” deyiveriyor.
Alkışı da hak ediyor tabii.
“Daha ne istiyorsunuz?”
Bu akla ne getiriyor birden. Sayın Nebati’ye sorabilsek keşke.
Şunu mu?
“Ne istediler de vermedik! Ne istediniz de alamadınız!”
Sahi ne içindi bu söz?
Zaman geçiyor, insan unutuyor.
Belki yüzü hep gülen Sayın Bakan Sayın Nebati hatırlar; yan yana fotoğraflara bakarak albümünden.
Belki “Gezi darbeciliktir” diyen çağdaş ve montaj adaletin bakanlığını yürüten Sayın Bozdağ anımsar, esas darbecilerle ilgili anılarını karıştırarak.
Halkın, bu arada epeyce yoksul kesimlerin de oylarıyla iktidar olmuş bir partinin dili neden durmadan “Ne istediyseniz verdik… Daha ne istiyorsunuz… Siz istiyorsunuz, biz veriyoruz” diye dönüp durur.
Ceplerinden mi vermektedirler?
Bu toprakların, suyun, havanın, köylerin, kırların, kentlerin, o ellerini alamadıkları Hazine’nin, Maliye’nin, çalışan çabalayan ve vergi de ödeyen insanların sahipleri, bizzat ve şahsen kendileri midir?
Hani “Almadan vermek Allah’a mahsus”tur ya, siz kimden, nereden alıp kime, ne için vermektesiniz diye bir soru hiç mi sorulmayacaktır?
Bu dünyada da, inançlısınız ya, ahirette de!
İnançlısınız ya, “Allah her şeyi hakkıyla bilen, gören, işiten” değil midir? Nelerinizi biliyor, gördü, işitti kim bilir; hiç düşünmez misiniz?
Şöyle değil midir: “Onlar, insanlardan gizlerler de Allah’tan gizlemezler… (Nisa Suresi, 108)
Ya da böyle: “Allah’ın göklerde ve yerde olanların tümünü gerçekten bilmekte olduğunu görmüyor musun? (Kendi aralarında gizli toplantılar düzenleyip) Fısıldaşmakta olan üç kişiden dördüncüleri mutlaka O’dur; beşin altıncısı da mutlaka O’dur. Bundan az veya çok olsun, her nerede olsalar mutlaka O, kendileriyle beraberdir. Sonra yaptıklarını kıyamet günü kendilerine haber verecektir. Şüphesiz Allah, her şeyi bilendir. (Mücadele Suresi, 7)”
“Faizin haram sayıldığı” ama “düşük faizli”nin kıyak diye sunulduğu iki sene geri ödemesiz krediyi müjde diye verirken siz, bir türlü sevinemeyen iş insanlarının kimisi, “Kim bilir başka birilerine ne şartlarla neler verdiniz” diye düşünmüş müdür?
Elbette hepsi değil ama, ne bileyim, misal bazı mahkemelerde hakimlerin, savcıların da “Efendim, ne istiyorsanız o cezayı verelim” biat kültürünün bir parçası olduklarını düşünen var mıdır o sırada, iş dünyasında da?
Pek ses etmeseler de, var mıdır?
Kim olursa olsun, galiba bir insanın esas nihai kaderi ve onu bekleyen asıl keder; inandığını savunup durduğu her ne varsa, her gün her adımda onun özünü çiğneyip durmasının yarattığı korku ve endişe olmalı.
Şekil şartlarını göstere göstere yerine getirip esas özündeki insanî, vicdanî şartları, inancın telkin ettiği söylenen hakkaniyet ve adaleti, ıskalamak bir yana, ezip geçmiş olmak belki!
Bu kadar müjdenin içinde, bilmiyorum, var mı öyle bir sıkıntı?
Sayın Bakanım, alkışlar bizden, kalkışlar sizden!
Not: Bir ülke düşünün, kadınlar kadınların öldürücü şiddetten korunması için imzalanmış, sonra kenara atılmış İstanbul Sözleşmesi’nin Danıştay’daki davasına gidiyor… Polis bina dışındaki kadınları hırpalıyor.. Ve başvuru üzerine, Danıştay üyeleri “kadınlar hırpalanmasın” diye kapıları açıp onları içeri alıyor. Hukuk her şeye rağmen haksızlığa karşı olma kültürüdür! İdrak edemeyenlere inat.