Almanya basınında geçen hafta: Magdeburg saldırısı sonrası cevaplanmayı bekleyen 5 soru
Magdeburg kentinde Noel pazarına düzenlenen saldırıyı ele alan Focus dergisi, failin profili ne olursa olsun şimdi Almanya’nın kendisine sorması gereken beş soru olduğuna dikkat çekti.
DUVAR - Almanya’nın Magdeburg kentinde bir sürücü, 20 Aralık Cuma akşamı aracını bir Noel pazarındaki kalabalığın üzerine sürerek beş kişinin ölümüne, yaklaşık 40’ı ağır olmak üzere 200’ü aşkın kişinin yaralanmasına sebep oldu. 50 yaşındaki Suudi Arabistanlı şüpheli, saldırının ardından gözaltına alınarak tutuklandı. İlk belirlemelere göre, şüpheli, faşist Almanya için Alternatif (AfD) partisine destek veriyor, sosyal medyada İslam karşıtı paylaşımlar yapıyordu. Başbakan Olaf Scholz’un da aralarında olduğu yetkililerle olay yerine giden İçişleri Bakanı Nancy Faeser, "Kesin olarak söyleyebileceğimiz şey, failin İslamofobik olduğudur” diye konuştu. Failin daha öncekilere pek de benzemeyen profili ve ülkenin bundan sonra ne yapması gerektiği sorusu Almanya basınında geniş yer buldu.
Heyet Tahrir Şam’ın (HTŞ) öncülüğündeki cihatçı grupların başta başkent Şam olmak üzere büyük kentlerin kontrolünü ele geçirdiği ve 24 yıllık Beşar Esad yönetimine son verdiği Suriye’de ise diplomatik temaslara ve geçiş hükümetini şekillendirme çabalarına karşın siyasi belirsizlik sürüyor. Pek çok analiste göre, bundan sonra ne olacağı sorusu, ABD’de 20 Ocak 2025’te ikinci Donald Trump döneminin resmen başlamasıyla biraz daha netlik kazanmış olacak. ABD siyasetinde ve basınında öne çıkan değerlendirmeleri yakından takip eden Almanya medyası, Trump’ın aralarında Türkiye’nin de olduğu bölge ülkeleri ile özellikle nükleer programı konusunda İran karşıtı bir koalisyon kurma ihtimalini gündeme getirdi.
Scholz’un Federal Meclis’teki ‘planlı güven kaybından’ dönemin İsviçre büyükelçisinin İstanbul’daki Rusya-Ukrayna görüşmelerinin arka planı hakkında anlattıklarına geçtiğimiz hafta Almanya basınına yansıyanlardan öne çıkan bazıları şöyleydi…
MAGDEBURG SALDIRISI VE ‘AMOK FAİLİNİN’ KAFA KARIŞTIRAN PROFİLİ
Magdeburg’daki Noel pazarı saldırısının ardından Die Welt yayınına bağlanarak saldırgan Taleb A.’nın profili hakkında değerlendirmelerde bulunan gazeteci ve ‘terör uzmanı’ Rolf Tophoven, “Terörizmle ve terör failleri ile ilgili yıllardır yaptığım çalışmalarda hiç bu kadar kafa karıştırıcı bir fail profiline rastlamamıştım” diye konuştu. Failin Almanya polisine karşı olduğunu ve saldırı yapacağını söylese de internetteki bu ifadelerinin ciddiye alınmadığını anlatan Tophoven, söylediğine göre failin aynı zamanda eski bir Müslüman ve İslam ile Almanya’nın ‘İslamlaşmasına’ karşı bir psikiyatrist olduğunu hatırlattı. Saldırganın söz konusu saldırıya hazırlık yapmak için yıllardır çalışmış olması gerektiğine işaret eden gazeteci, saldırganı bir ‘amok (cinnet) faili’ olarak nitelendirdi. Bu tür faillerin çoğu zaman sessiz olduklarını ve gerçekleştireceklerini açıkladıkları eylemleri hayata geçirdiğini belirten Tophoven, bunun ise yaşanacakların nasıl bilinmediği ve karşısında nasıl eyleme geçilmediği gibi soruları beraberinde getirdiğini kaydetti. Suudi Arabistanlı yetkililerin fail konusunda Almanya’yı önceden uyardığı haberlerinin hatırlatılması üzerine ise Tophoven, Almanya’daki makamların binlerce, yüz binlerce e-posta ve ihbar aldığına ve failin sosyal medyada dolaşan paylaşımlarına işaret ederek en iyi emniyet aparatının dahi bunun gibi fail ve durumları köşe bucak takip edemeyeceğini savundu. (21 Aralık)
‘ASOSYAL AĞLARIN GÖZENEKLERİNDEN NEFRET FIŞKIRIYOR’
Focus dergisinin internet yayınlarının genel yayın yönetmeni Florian Festl ise saldırıya ilişkin kaleme aldığı değerlendirmede, saldırıyı ‘AfD’ye yakın eski bir Müslümanın eylemi’ olarak nitelendirerek Almanya’nın bundan sonra kendisine sorması gereken beş soruyu ele aldı. “Taleb A. Magdeburg’da aracını ölümcül bir şekilde insanların üzerine sürerek deneyimli terör araştırmacıları için bile bilinen fail profillerinin dışına çıktı. Yine de zaten bildiğimiz bazı sorular ortaya çıkıyor” diyen Festl, ‘asosyal ağların gözeneklerinden çok fazla nefret fışkırdığı’ gözleminde bulunarak sözlerini şöyle sürdürdü: “Bazıları Suudi Arabistan doğumlu adamın eylemini göçmen terörü olarak nitelendiriyor. Bazıları ise 50 yaşındaki bu kişinin kendisini internette AfD’nin destekçisi olarak konumlandırmasını partinin öldürücü olduğunun kanıtı olarak görüyor. Bu eylemi sahiplenme yönünde gösterilecek her türlü teşebbüs, özellikle de böyle bir zamanda iğrençtir ve mağdurlarla dalga geçmek anlamına gelir. Hangi taraftan geliyor olursa olsun…” Gazeteci, sorulması gereken beş soruyu ise şöyle sıraladı: “Almanya’da Noel pazarlarında araçların ölümcül bir şekilde insanların üzerine sürülmesinin yaygın bir terör senaryosu olmasına rağmen, pazar alanı neden bu kadar zayıf bir şekilde korunuyordu? Yetkililer hangi ipuçlarına sahipti, hangilerini görmezden geldi ve polis Suudi makamları tarafından ya da herhangi başka bir şekilde uyarılmış mıydı? Güvenlik makamları, Taleb A. gibi intikam eylemlerini açıkça ilan eden radikalleri nasıl sistematik ve tutarlı bir şekilde bertaraf eder? Güvenlik aparatımızı günümüzün ihtiyaçlarını karşılayacak şekilde teknik, hukuki ve insan gücü olarak nasıl donatırız? Ve toplum olarak çevremizdeki insanların uzaklaşıp gitmesine karşı nasıl duyarlı kalırız?” (21 Aralık)
ERKEN SEÇİM ÖNCESİ SCHOLZ’UN ‘PLANLI GÜVEN KAYBI’
Geçtiğimiz hafta Almanya basınını meşgul eden konulardan bir diğeri ise şüphesiz 16 Aralık Pazartesi günü Federal Meclis’te Olaf Scholz hükümetine yönelik güven oylamasıydı. ‘Trafik ışığı’ koalisyonunun dağılmasının ardından erken seçim tarihinde uzlaşmaya varan partiler, beklendiği üzere hükümete güvensizlik oyu vererek 23 Şubat 2025’te yapılması beklenen seçimlerin önünü açtı. Sosyal Demokrat Partili (SPD) Federal Başbakan Olaf Scholz da oylama öncesinde yaptığı konuşmada, “Hedefim genel seçimleri öne almak. Yapılacak seçimde vatandaşlar ülkemizin siyasi rotasını belirleyebilirler" diye konuştu. Scholz’un adımını ‘planlı güven kaybı’ olarak tarif eden gazeteci Wolfgang Hübner, meclisteki güven tartışmasının halihazırda bir seçim kampanyası olduğuna işaret ederek “Başbakan, kaybetmek için güven oylamasını meclisin önüne getirdi. Esasında saldırıya geçebilmek için güvensizlik oyu istiyordu. Hâlâ onu destekleyen Yeşiller, hiçbir şeyin ters gitmemesi oylamada çekimser kaldı. Olaf Scholz, seçim kampanyasına yönelik olarak vatandaşlardan güven ve destek istedi. Onun için bunu yapmanın tek yolu meclise olan güvensizlikten geçiyordu” gözleminde bulundu. Bundan önce Almanya’da ‘sahte güvenoyu’ enstrümanını en son kullanan kişinin SPD’li eski başbakan Gerhard Schröder olduğunu ancak bu manevranın sadece ‘neredeyse işe yaradığını’ anlatan gazeteci, şöyle dedi: “O dönemde Birlik partileri az bir farkla seçimi önde bitirdi ve Angela Merkel dönemi başladı. Ancak SPD’nin özellikle de anketlerde çok geride olması dolayısıyla bugün her şeyi kaybettiği sonucuna varmak için henüz erken. Eylül 2021’deki federal seçim öncesindeki durumu hatırlayalım: Seçimden iki ay önce SPD’nin oyu tüm anketlerde yüzde 15 bandında, CDU/CSU’nun oyları ise yüzde 30 civarındaydı. Sosyal Demokratlar, hızlı bir geri dönüş sonucu yüzde 25,7’lik bir oy oranıyla Birlik partilerinin hemen önünde yer aldı.” (nd-Aktuell, 16 Aralık)
‘TRUMP, İRAN’A KARŞI TÜRKİYE’NİN DE OLDUĞU BİR KOALİSYON KURABİLİR’
Öte yandan, Suriye’de HTŞ’nin öncülüğündeki cihatçı grupların Suriye ordusuna başlattığı saldırı sonrası Beşar Esad yönetiminin sona ermesinin Almanya’daki yankıları da sürüyor. Esad’ın devrilmesinin İran’a da büyük bir darbe vurduğunu ve savunmasızlığını gözler önüne serdiğini belirten Die Zeit gazetesi, “Esad rejiminin sona ermesi, görünüşe göre İran için de büyük sürpriz oldu. İran, İslamcı direniş grubu HTŞ Şam’ı işgal etmeden kısa bir süre önce üst düzey askeri isimleri ve diplomatları ülkeden çekti. İran, 10 yılı aşkın süre boyunca Beşar Esad’ı desteklemişti. Şimdi ise Tahran’daki rejim, Suriyeli lideri terk etti” gözlemine yer verdi. Suriye’de yaşananları ABD’de başlayacak ikinci Trump döneminin ışığında değerlendiren gazeteye göre, Trump’ın önünde İran karşısına atabileceği birkaç olası adım bulunuyor. Trump’ın ilk başkanlığı döneminde Suriye özel temsilcisi olarak görev yapan James Jeffrey’nin “Trump, İsrail’in İran’ın nükleer tesislerine saldırmasından rahatsız olmazdı” sözlerine yer verilen analizde, “Trump, aynı zamanda savaş açma konusunda şüpheci bir yaklaşıma sahip; vaadi her zaman Amerika’nın ‘bitmeyen savaşlarını’ bitirmek oldu. Bu iki dürtü birbiriyle çelişse de İran’ı durdurabilir” denildi. Jeffrey’e göre, ABD’nin İran karşı uygulayacağı bir diğer senaryo ise şöyle olabilir: “Trump, İran’a daha fazla yaptırım uygulayabilir. Ayrıca Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Bahreyn, İsrail ve Türkiye’den oluşan bir koalisyon kurarak İran’a nükleer programından vazgeçmesi ve Hizbullah’a verdiği desteği sonlandırması yönünde baskı uygulayabilir.” (18 Aralık)
İSVİÇRELİ DİPLOMAT ANLATTI: İSTANBUL GÖRÜŞMELERİNDE NE OLDU?
Son olarak, geçtiğimiz hafta önce İsviçre basınının, ardından Almanya basınının gündemine gelen bir haber, 2022 yılında başlayan Rusya-Ukrayna savaşının ilk haftalarında İstanbul’da yapılan ve başarısızlıkla sonuçlanan ateşkes müzakerelerinin arka planını bir kez daha gündeme getirdi. O dönemde İsviçre’nin Ankara büyükelçisi olarak görev yapan Jean-Daniel Ruch, İsviçre’nin Antithese basın kuruluşuna verdiği röportajda, İstanbul’da anlaşmaya varılamamasında dönemin İngiltere başbakanı Boris Johnson ile ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin’in rolüne ışık tuttu. Daha sonra Rusya’nın işlediği iddia edilen savaş suçlarının bir sembolü haline gelecek olan Buça’da yaşananları gerekçe gösteren Ukraynalı yetkililerin masadan kalktığına işaret eden başkentin yerel gazetelerinden Berliner Zeitung’un haberine göre, Ruch, Fransızca verdiği video röportajda, savaşın başlamasından 6 hafta sonra yapılan ve kendisinin de katıldığı müzakereleri bitirenin Batı olduğunu anlattı. Bu süreçte Türkiyeli yetkililer ile de temas halinde olduğunu çünkü yetkililerin Ukrayna için tarafsızlık kavramı ve modelleri konusunda kendileriyle çalışmak istediğini belirten Ruch, “Savaşı durdurma fırsatımız vardı. Çok değil biraz bile olsa bilgi sahibi olan herkes için, savaşın devam etmesi halinde bunun tırmanacağı ve on binlerce, olasılıkla yüz binlerce kişinin öleceği açıktı. Bugün bu noktadayız” dedi. “Peki, tüm bu insanlar neden öldü?” diye soran diplomat, Jonhson’ın ABD’nin emirleriyle orada olduğunu ve bu tür kararları tek başına almadığını savunarak sözlerini şöyle sürdürdü: “Bence Londra, Washington ve Kiev’de alınan kararlarda derinden ahlaksız bir şeyler vardı. Moskova’da da aynı şekilde, bunu halihazırda önceden biliyorduk, hatta yasadışıydı. Burada ahlaksız bir şey vardı çünkü ateşkes çok yakındı; sonra İngiliz müttefikleriyle birlikte ‘hayır’ diyen Amerikalılar oldu. ABD Savunma Bakanı Lloyd Austin, birkaç gün sonra ‘Henüz çok erken, önce Rusya’yı zayıflatmalıyız’ demişti. Rusya’yı zayıflatmış olabilirler ama aynı zamanda tüm Batı’yı da zayıflattılar. Belki Amerikalıları değil ama Avrupalıları kesinlikle zayıflattılar.” (19 Aralık)