Almanya basınında geçen hafta: Pezeşkiyan, Putin ve ‘kaybedenler paktı’

Der Spiegel’de yayınlanan bir yazıda, Esad sonrası dönemde Orta Doğu’daki nüfuzu ve akıbeti konusunda endişe duyan Rusya ve İran’ın biraz da zorunluluktan ittifak yaptığına dikkat çekildi.

Fotoğraf: Reuters
Google Haberlere Abone ol

DUVAR - Almanya, 23 Şubat’ta erken genel seçimler için sandık başına gidecek. Kamuoyu yoklamaları, halihazırda ana muhalefette olan Hıristiyan Birlik partileri CDU/CSU’nun ipi ilk sırada göğüsleyeceğini, hemen arkasından ise faşist Almanya için Alternatif’in (AfD) geleceğini gösteriyor. AfD’nin yıllar içindeki yükselişi ana akım medya ve merkez siyaset çevrelerinde endişe yaratırken, basında çıkan bir değerlendirmeye göre, AfD seçmeninden oy almaya en yakın parti, sol popülist Sahra Wagenknecht Birliği (BSW) olarak öne çıkıyor. Aynı yoruma göre, ‘aşırı sağ’ ile mücadelenin öncelikle merkezden gelmesi gerekiyor.

Almanya merkez sağı ise bu esnada AfD ile AfD’nin söylem ve politikalarını kopya ederek, böylelikle ülke siyasetini daha da sağa çekerek mücadele etmeye çalışıyor. CDU Genel Başkanı ve Birlik partilerinin federal başbakan adayı Friedrich Merz’in suç işleyen çifte vatandaşların Almanya vatandaşlığından çıkarılması yönündeki tavsiyesine de tepkiler gelmeye devam ediyor. Sosyal Demokrat Partili (SPD) Hamburglu yerel siyasetçi Danial Ilkhanipour’a göre, Merz’in sözleri hem ‘aptalca’ hem de ‘toplumsal uyum için tehlikeli’.

Irak’ta IŞİD şiddetinden kaçarak Almanya’ya sığınan Ezidilerin durumundan, İran ve Rusya arasında Moskova’da imzalanan ‘kaybedenler paktına’ ve ABD’nin seçilmiş başkanı Donald Trump’a bir ‘hediye’ olarak verilmiş TikTok yasağına geçtiğimiz hafta Almanya basınına yansıyan haber ve yorumlardan öne çıkan bazıları şöyleydi…

‘SOL POPÜLİSTLER SAĞ RADİKALLERE KARŞI’

Almanya’da federal seçimler yaklaşırken, gazeteci Sebastian Fischer, haftalık siyaset dergisi Der Spiegel için kaleme aldığı “Sol popülistler sağ radikallere karşı: Son umut Wagenknecht mi?” başlıklı makalesinde, “Sahra Wagenknecht Birliği (BSW), seçim kampanyasında AfD’yi başlıca rakibi haline getirerek seçmeninin gözüne girmeye çalışıyor. Bu, iyi bir şey. Fakat aşırı sağla mücadele öncelikle merkezden gelmeli” değerlendirmesinde bulundu. AfD’nin bir önceki hafta yaptığı ve Eşbaşkan Alice Weidel’in resmi olarak federal başbakan adayı olarak seçildiği kongrenin AfD’nin ‘sağ popülistlerin, sağ radikallerin ve sağ aşırılıkçıların partisi olduğu, amaçlarının da ülkedeki yerleşik liberal demokrasi sistemini ortadan kaldırmak olduğu’ konusunda hiçbir şüpheye yer bırakmadığını anlatan Fischer, “BSW ise muhafazakar, sol popülist bir parti. Wagenknecht’in kurmayları sisteme zarar vermek istemiyor, onun içine karışmak istiyor. AfD ise bu yolda baş rakibi olarak öne çıkıyor. Bu durum, pazar günü Bonn’daki BSW parti kongresiyle netliğe kavuştu” yorumunu yaptı. BSW’nin bir AfD karşıtı hareket olarak ortaya çıkmadığına, siyasi sistemde sol muhafazakar temsil boşluğu olduğu için partinin kendisine yer bulabildiğine işaret eden gazeteci, yazısına şu sözlerle son verdi: “AfD gibi sistem yıkıcı, radikal bir siyasi partinin BSW gibi popülist bir güç tarafından kontrol altına alınma olasılığı, olumlu da olsa yalnızca bir yan etki olabilir. Sağ radikallerle mücadeleyi merkezdeki siyasi partilerin kendisinin yönetmesi gerekiyor.” (13 Ocak)

‘MERZ, PANDORA’NIN KUTUSUNU AÇTI’

Almanya’daki merkez partiler ise bu esnada kendi ilke ve programlarına bağlı kalmaktan ziyade AfD’yi onun söylem ve politikaları ile ekarte etme peşinde. Hıristiyan Demokrat Birlik (CDU) lideri Friedrich Merz, ocak ayının ilk haftasında yaptığı bir açıklamada, suç işleyen çifte vatandaşların Almanya vatandaşlığından çıkarılmasını, vatandaş olmayanların ise işledikleri ikinci suçta sınır dışı edilmesini önerdi. Konu hakkında Welt gazetesine açıklamalarda bulunan Hamburg Eyalet Meclisi’nin SPD’li milletvekili ve İranlı göçmen bir ailenin oğlu Danial Ilkhanipour, “Friedrich Merz’in Alman vatandaşlığının iptaline ilişkin sözleri aptalca ve toplumsal uyum açısından da tehlikeli” değerlendirmesini yaptı. Merz’in ‘bu eşitsiz müdahaleyle Pandora’nın kutusunu açtığını’ söyleyen SPD’li yerel siyasetçi, “Bugün ciddi suçlar için talep ettiği şeyin yarın örneğin vergi kaçakçılığı için, ertesi günü hatalı park için geçerli olmamasını kim engelleyecek?” diye sordu. Birden fazla vatandaşlığa sahip olmak için çok iyi sebepler bulunduğuna dikkat çeken siyasetçi, söz konusu Avrupa Birliği (AB) ülkeleri ile çifte vatandaşlık olduğunda bunun kimseyi rahatsız etmediğine işaret etti. Afganistan ve İran’ın yanı sıra Cezayir, Arjantin, Brezilya, Eritre, Küba, Lübnan, Fas, Meksika, Nijerya, Suriye, Tayland, Tunus ve Uruguay gibi ülkelerin vatandaşlarının mevcut yasalar gereği vatandaşlıktan çıkamadığı bilgisine yer verilen habere göre, Danial Ilkhanipour sözlerini şöyle sürdürdü: “Göç geçmişi olmayan pek çok Alman bu kadar detaylı bilgi sahibi değil, çoğu zaman olmak zorunda da değil. Ama böyle bir talepte bulunan bir federal başbakan adayının daha çok bilgi sahibi olması gerek. Eğer Friedrich Merz bunları bilmesine rağmen böyle bir talepte bulunuyorsa bu dürüst değildir. Bilmiyorsa da kendisi yetkin değildir. Her iki durum da onu yetersiz kılıyor ve hasara yol açıyor.” (15 Ocak)

ALMANYA’DA EZİDİ BİR MÜLTECİ OLMAK

Özellikle siyasetçilerin göçmen karşıtlığı üzerinden oy devşirmeye çalıştığı, sayıları her geçen yıl biraz daha artan pek çok ülkedeki gibi Almanya’da da faşist, sağ popülist siyasetçilerin çizdiği resim ile ülkedeki mülteci ve göçmenlerin gerçekliği arasında derin bir uçurum var. Irak’tan, IŞİD’in soykırımından kaçarak Almanya’ya sığınan ve şu anda Köln’de yaşayan Zilan isimli Ezidi kadın, Die Tageszeitung (taz) gazetesinden Joscha Frahm’a yaşadığı zorlukları anlattı. Yaklaşık 5 yıldır Almanya’da yaşayan ve akıcı bir şekilde Almanca konuşan 28 yaşındaki Zilan, Almanya’da saklanmak zorunda kaldığını, Romanya’ya sınır dışı edilme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu ifade ederek, “İçinde tüm eşyalarımın olduğu siyah, büyük bir valizim var. Buradan acilen ayrılmam gerekirse diye hiçbir zaman doğru düzgün açmıyorum” diye konuştu. Zilan, kendisi gibi sınır dışı edilme tehlikesine karşı yasal yollara başvuramayan mültecilere yardım eden ‘Bürger:innenasyl’ (Vatandaşların ilticası) isimli inisiyatif sayesinde yaşadığı yer gizli kalacak şekilde kendisine kalacak bir ev bulmuş. Romanya üzerinden Almanya’ya gelen, Romanya’da dört ay kaldığı mülteci merkezinde cinsel şiddete uğradığını anlatan Zilan, Almanya'ya geldiğinde büyük hedefleri olduğunu söyleyerek “Artık yoruldum” diye konuştu. Nasıl olup da Almanya’da sığınma hakkının olmadığını anlatan Zilan’ın söylediğine göre, polis, Romanya’da kaldığı süre boyunca toplam 15 kez kendilerine saldırmış, son seferinde ise kendisini bir belge imzalamaya zorlamış. Bu belgenin ne olduğunu imza anında anlamayan Zilan, daha sonra bunun Romanya’da kalıcı oturma izni olduğunu anlamış. Bu durum ise Almanya’da bir iltica sürecini imkansız hale getirmiş. Zilan, tüm bu sürecin kendisine hissettirdiklerini ise şu sözlerle anlattı: “Hayatım askıya alınmış gibi… Ben bir insanım, bir adım var ve saklanmaktan yoruldum.” (14 Ocak)

ESAD SONRASI RUSYA VE İRAN’IN ‘ZORUNLU İTTİFAKI’

Suriye’deki Beşar Esad yönetiminin yıkılması, Almanya basınında özellikle bunun Rusya için nasıl da bir yenilgi olduğu savı üzerinden basına yansımaya devam ediyor. İran Cumhurbaşkanı Mesud Pezeşkiyan’ın 17 Ocak Cuma günü başkent Moskova’da Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile bir araya gelmesi ve iki liderin burada ‘kapsamlı stratejik işbirliği anlaşması’ imzalaması, Almanya basınında kendisine Suriye’deki son gelişmeler bağlamında yer buldu. Gazeteci Maximilian Popp, “Rusya’nın İran’la ortaklığı: Kaybedenler paktı” başlıklı yazısında, “Rusya ve İran, Suriyeli diktatör Esad’ın devrilmesi sonrası Orta Doğu’daki nüfuzları konusunda endişeli. Şimdi ise iki devlet yaptıkları bir anlaşmayla birbirlerine daha da sıkı bağlanıyor. Elbette memnuniyetsizlikler de var” yorumunu yaptı. İki ülkenin işbirliğinin Tahran ve Moskova yönetimleri için aynı zamanda Batı’ya karşı ortak bir meydan okuma meselesi olduğunu belirten Popp, İran’ın ‘korkunç bir yılı geride bıraktığına’ da işaret ederek “Ancak her iki devlet de ittifaklarının en azından kısmen zorunluktan doğduğu gerçeğini sadece bir dereceye kadar gizleyebiliyor” diye yazdı. İran üzerindeki baskının ABD’de seçilmiş başkan Donald Trump’ın resmen göreve gelmesiyle daha da artacağına, İran’la birlikte Esad’ın ‘en büyük koruyucularından’ olan Rusya’nın da Orta Doğu’daki akıbetinden korkması gerektiğine işaret eden Popp, yazısını şu sözlerle noktaladı: “İranlı bir yetkili, Middle East Eye haber sitesine yaptığı açıklamada, ‘Ruslar sahada iyi iş çıkarmadığımız için bizden şikayetçi, biz de onlardan şikayetçiyiz’ diye konuştu. Ama bu, işbirliğine devam edemeyeceğimiz anlamına gelmiyor.” (Der Spiegel, 17 Ocak)

‘TİKTOK YASAĞI TRUMP’A BİR HEDİYE, O DA BUNU KULLANACAK’

Son olarak, ABD Yüksek Mahkemesi’nin Çin merkezli sosyal medya platformu TikTok’un yasaklanmasının yolunu açan yasayı onaylaması ve platformun 19 Ocak Pazar günü itibarıyla ‘karanlığa gömülmesi’ kendisine Almanya basınında da yer buldu. TikTok daha sonra 'Trump'ın çabaları sonucu' yeniden açılırken, Stern dergisinin değerlendirmesine göre, TikTok yasağı, Trump’a verilmiş bir hediye, Trump da bu hediyeyi kendisi için kullanacak. Malte Mansholt, konuya ilişkin yazısında Yüksek Mahkeme kararına işaret ederek “Donald Trump için bundan daha iyi bir zamanlama olamazdı. Artık bütün ipler onun elinde” diye yazdı. Trump’ın da zamanında TikTok yasağından yana olduğuna, şimdi ise TikTok’un kendisine gümüş tepside servis edildiğine dikkat çeken Mansholt, bu durumu şu sözlerle açıkladı: “Çünkü Trump’ın ilk döneminin bize öğrettiği iki şey varsa o da şu: Ondan önceki hiçbir politikacı sosyal medyanın gücünü kendi amaçları doğrultusunda kullanma konusunda bu kadar mahir değildi. Başkalarının zaaflarını kendi çıkarı için kullanmayı da hep bildi. TikTok’un durumunda ise bu, ona şimdiye kadarki en güçlü aracı kazandırabilir.” Batı’nın algoritması ve bunun özellikle kutuplaşmaya katkısı dolayısıyla da TikTok’tan korktuğu gözlemine yer veren gazeteci, Donald Trump’ın önce TikTok’a karşı olduğunu, daha sonra ise son seçim kampanyası sırasında bu tutumunu değiştirdiğini anlattı. Mansholt, sözlerini şöyle sürdürdü: “Yasaklama tehdidine bulunmasına gerek kalmadan kanun zaten mevcut. TikTok, (Trump’ın) şartlarını yerine getirmezse oturup arkasına yaslanacak ve hiçbir şey yapmayacak. Yani TikTok tamamen onun insafına kalmış durumda. Onun ise hiçbir sorumluluk üstlenmesine gerek kalmıyor.” (18 Ocak)