Almanya seçimleri ve Türkiye ile ilişkiler: Radikal bir değişiklik mi her zamanki işler mi?

Her ne kadar 26 Eylül seçimleri önemli bir dönüm noktası teşkil etse de kurulacak yeni koalisyon hükümetinin Türkiye ve Almanya ilişkileri üzerine kısa vadede radikal bir etki yapması çok olası değil.

Google Haberlere Abone ol

Sinem Adar*

Almanya’da 26 Eylül’de gerçekleşen parlamento seçimlerinin akabinde kurulacak koalisyon hükümetinin bileşenleri ülke içinde ve dışında meraklı bir bekleyiş konusu. Partilerin oy oranlarına ve meclisteki sandalye aritmetiğine baktığımızda üç değişik senaryo teorik olarak mümkün: Hristiyan Demokratlar ve Sosyal Demokratların kuracağı Büyük Koalisyon, Jamaika koalisyonu olarak adlandırılan ve Hristiyan Demokratlar, Yeşiller ve Hür Demokrat Parti’yi kapsayan koalisyon, ya da Sosyal Demokrat Parti, Yeşiller ve Hür Demokrat Parti’den oluşan Trafik Lambası Koalisyonu. Bu senaryoların her biri teorik olarak mümkün olsa da hem aktörlerin beyanları hem de seçmenin tercihleri göz önüne alındığında mevcut durumda en olası seçenek Trafik Lambası hükümeti olarak görünmekte. Keza en yüksek oyu alarak seçimden birinci parti olarak çıkan Sosyal Demokrat Parti’nin Şansölye adayı Olaf Scholz, 27 Eylül’de bir Trafik Lambası koalisyonu kurma niyetinde olduğunu açıkladı ve bu hükümetin “sosyal, ekolojik ve liberal” bir hükümet olacağını belirtti.

Önümüzdeki haftalar ve aylar partilerin koalisyon hükümeti kurma konuşmaları ve pazarlıklarına sahne olacak. Dünya genelinde katı olan her şeyin buharlaştığı bir dönemde, seçim sonuçları hem Almanya hem de Avrupa için yeni bir umut kaynağı. Peki secim sonuçları, Türkiye’nin Almanya ve Avrupa ile ilişkileri açısından bakıldığında ne anlama geliyor? Bu yazıda en yüksek oyu alan dört partinin seçim programları çerçevesinde izninizle bu soru üzerine bir fikir jimnastiği yapmak istiyorum.

PARTİLERİN SEÇİM PROGRAMLARINDA TÜRKİYE

Parti programları, Alman siyasetinde özgül bir ağırlığa sahip. Siyasi partiler yasası, partilerin hedef ve amaçlarını şeffaf olarak açıklamasını mecbur kılmakta. Her ne kadar partilerin temel politika programından farklı olsa da seçim kampanyası başlamadan önce yayınlanan seçim programlarını da bu bağlamda değerlendirmek gerek. Seçim programları, partilerin iktidara gelmeleri durumunda değişik alanlarda ne yapmayı hedeflediklerinin detaylı bir özeti olarak tanımlanabilir. Ve aslında kurulacak yeni koalisyon hükümetinin tapusu niteliğindeki “koalisyon sözleşmesi”’nin şekillendirilmesine giden yolda partiler arasında vuku bulacak tartışmaların ve pazarlıkların referans noktaları olarak düşünülebilir. Koalisyon sözleşmesi ise kurulacak koalisyon hükümetinin yol planının ana hatlarının detaylandırıldığı ve koalisyona katılan partiler üzerinde bağlayıcılığı olan bir metin.

Yeşiller, Türkiye ile ilgili taleplerin ve beklentilerin en somut ve en ayrıntılı olarak yer aldığı seçim programına sahip. Türkiye ve Almanya arasındaki ilişkilerin köklü ve çok boyutlu tarihini vurgulayarak, Türkiye'de demokratik haklar ve hukuk devletinin üstünlüğünü savunan herkesle yan yana durduklarını belirtmekteler. Bu çerçevede siyasi tutukluların derhal serbest bırakılmasını ve Kürt meselesinde siyasi diyalog kanallarına geri dönülmesini talep etmekteler. Parti ayrıca Türkiye’nin tek taraflı (unilateral) dış politikasını reddetmekte ve Ankara’yı çok taraflı (multilateral) bir dış ve güvenlik politikası uygulamaya davet etmekte. Bu bağlamda Türkiye’nin NATO içindeki yükümlülüklerinden ve Türkiye’nin Kuzey Suriye’deki askeri operasyonlarından ayrıca bahsedilmiş olduğunun altını çizmekte fayda var. Ayrıca parti, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmeşi’nden çekilmesini açıkça kınamakta ve bu kararından dönmesini talep etmekte.

Yeşiller için Türkiye’nin AB üyeliği bir politik hedef; ancak demokrasi ve hukuk devletinin inşası müzakere sürecinin yeninden canlandırılabilmesinin değişmez bir ön koşulu olarak görülmekte. Hukukla ilişkili olarak partinin oldukça keskin bir pozisyon aldığı bir diğer alan Avrupa Birliği-Türkiye göç mutabakatı. Yeşiller, mutabakatın uluslararası hukuk normlarına aykırı olduğu gerekçesiyle hemen sonlandırılmasını istiyor. Yeşiller’e göre Türkiye güvenli bir üçüncü ülke statüsünde değil. AB ile Türkiye arasında yapılacak yeni bir göç anlaşmasının, geçmişteki anlaşmanın hatalarından ders çıkarmak suretiyle yeniden dizayn edilmesi gerektiğini savunan Yeşiller, AB’nin Türkiye’ye mültecilerin entegrasyonu için gereken finansal ve lojistik desteği sağlaması ve Türkiye’deki mültecilerin belli bir kısmını Avrupa’ya kabul etmesi gerektiğini savunuyor. Bunun karşılığında, Türkiye’nin mültecileri bir pazarlık aracına dönüştürmemesi gerektiğinin altını kalın çizgilerle çizen Yeşiller, Türkiye’yle yapılacak yeni bir göç anlaşmasının mecliste tartışılması ve kabul edilmesi gerektiğini vurguluyor. Almanya’da yaşayan kişilerin Türkiye hükümeti tarafından araçsallaştırılmaması ve baskıya tabii tutulmaması da partinin seçim programının Türkiye bölümünde vurgulanan unsurlardan birisi. Yeşiller, Türkiye’de insan haklarını önceleyen demokratik sivil toplum unsurlarıyla beraber çalışma ve özellikle gençler arasında değişim programları oluşturma niyetini de seçim programlarına eklemiş.

Yeşiller’in Türkiye programının detaylı haline kıyasla, Sosyal Demokrat Parti’nin seçim programında dikkati çeken en önemli nokta, Türkiye’ye dair olan kısmın kısalığı ve bir ölçüde açık uçlu dili. Parti, Türkiye’nin iç ve dış politikasındaki gelişmeleri endişeyle takip ettiği notunu düşüyor ve hukuk devleti, insan hakları ve demokratik normlara riayet etmesi gerektiğinin altını çiziyor. Ek olarak, AB ve Türkiye arasında eleştirel tutum sergileyecek diyalog kanallarının yoğunlaştırılmasının elzem olduğunu vurguluyor.

Hristiyan Demokratlar’a göre Türkiye Almanya için büyük stratejik ve ekonomik öneme sahip. İki ülkenin ayrıca toplumlar arası temas sayesinde de birbirine bağlı olduğunu kaydeden Hristiyan Demokratlar, Türkiye’yle yeniden yakın bir işbirliği tesis etmek istediklerini ve Türkiye’deki mevcut hükümet ile şeffaf, eleştirel ve yapıcı bir diyalog içine girme niyetinde olduklarını söylüyorlar. Almanya’nın hem ikili ilişkilerin hem de Türkiye sivil toplumunda çok sesliliğin güçlendirilmesinde aktif bir rol almasını istiyorlar.

Ancak parti, Türkiye’nin AB üyelik kriterlerini yerine getirmekten oldukça uzaklaşmış olduğunu ve AB-Türkiye ilişkilerinin yeni bir bakış açısıyla ele alınması gerektiği görüşünde. Parti Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğunu söylüyor. AB-Türkiye ilişkilerinin yeniden yapılandırılması yönünde atılması gereken ilk adım, Hristiyan Demokratlar’a göre ortak çıkarları tanımlamak ve bunların uygulanabilmesini mümkün kılan sözleşmeye dayalı anlaşmaları hayata geçirmek. İkinci olarak, NATO’nun değerlere dayalı bir kurum olduğunun ve üyelerinin insan hakları ve hukukun üstünlüğü prensibine sadık kalması gerektiğinin altını çizip, bir NATO üyesi olan Türkiye’nin ortak güvenlikle ilgili meselelerde ve güvenlik politikası istişarelerine dair üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmekle yükümlü olduğunu vurgulamakta.

Muhafazakar liberal çizgideki Hür Demokrat Parti de Türkiye’nin AB adaylığının sonlandırılmasından (Erdoğan yönetimindeki Türkiye Kopenhag Kriterleri’ne uyum göstermediği için) ve AB-Türkiye ilişkilerinin yeni bir çerçevede yeniden yapılandırılmasından yana. Türkiye’yle ilişkilerin hem Almanya hem de AB için özel bir rol oynadığını vurguluyor. Partiye göre hem Türkiye’ni coğrafi pozisyonu hem de Avrupa’da yaşayan Türkiyeli nüfusun büyüklüğü Türkiye ile yeni bir başlangıç yapmayı zaruri kılıyor. Hür Demokrat Parti’ye göre, bu yeni başlangıç, Hristiyan Demokratlar’ın da altını kalın çizgilerle çizdiği gibi, güvenlik ve ekonomi eksenli olmalı. Bir NATO üyesi olan ve AB’ye komşu olan Türkiye’nin, AB için vazgeçilmez bir ortak olduğunu düşünen Hür Demokrat Parti, transatlantik birlik içinde gerilimleri azaltmak yönünde gayret sarf edeceği notunu da düşmüş. Belki de parti programının Türkiye’ye dair olan kısmının en ilginç bölümü sonu. Parti, Erdoğan’dan sonra da bir Türkiye olacağını ve bugün Türkiye’yle kurulacak ekonomik, bilimsel ve toplumsal ilişkilerin gelecek için bir taban oluşturması gerektiğini savunmakta.

ALMANYA'DA YENİ KOALİSYON HÜKÜMETİ VE TÜRKİYE-AB İLİŞKİLERİ

Her ne kadar 26 Eylül seçimleri Almanya siyaseti açısından birçok ilke imza atmış ve 16 senelik Angela Merkel liderliğinin bitiyor olması bağlamında önemli bir dönüm noktası teşkil etse de kurulacak yeni koalisyon hükümetinin Türkiye ve Almanya ilişkileri üzerine kısa vadede radikal bir etki yapması çok olası değil. Bu da Almanya dış politikasının hükümet değişikliklerine bağlı olarak savrulması eğiliminin az olmasıyla ilgili. Türkiye-Almanya ilişkileri özelinde değerlendirdiğimizde, ikili ilişkilerin ana taşıyıcıları ekonomi, göç mutabakatı, Türkiyeli diaspora ile demokrasi ve hukuk normlarıdır (ve ilişkili olarak AB-Türkiye ilişkileri). Dış politikada süreklilik prensibi uyarınca, hükümet değişikliklerinin ikili ilişkilerde bir eksen kaymasına yol açmasından ziyade bu dört unsurun ilişkideki ağırlığı üzerinde bir etkisi olması kuvvetle muhtemeldir. Yazının geri kalan kısmında bu unsurlardan ekonomi, göç ve Türkiye-AB ilişkilerine değineceğim.

EKONOMİ

Partilerin seçim programlarının Türkiye’yle ilişkiler kısmında yukarıda da anlatıldığı üzere ekonomik boyutla ilgili somut politika önerileri ya da pozisyonları yok. Ancak küresel iklim kriziyle mücadele bağlamında hedeflenen dönüşümün ekonomik ilişkiler üzerinde bir etkisi olacağını beklemek yanlış olmayacaktır. İklim krizi, seçim kampanyası sürecine damgasını vuran ana konulardan birisi idi. Zira, finansmanının nasıl sağlanacağı da dahil olmak üzere yöntem ve zaman çizelgesi konusunda aralarında farklılıklar olsa da en yüksek oyu alan dört parti, iklim kriziyle mücadele için hidrokarbon ayak izi yüksek olan enerji kaynaklarının kullanımının terk edilmesi gerektiği üzerinde fikir birliği içinde.

Avrupa Birliği’nin de küresel ısınmayı önümüzdeki dönemde programının ana unsurlarından biri yapmış olması ve bu bağlamda Yeşil Mutabakat süreciyle sadece Almanya’da değil Avrupa’da da başta sanayi olmak üzere birçok değişik alana dokunacak muazzam bir ekonomik ve sosyal dönüşümün eşiğindeyiz. Türkiye’nin bu dönüşümden etkilenmemesi imkansız. Güven Sak’ın sözleriyle “Türkiye karbonsuzlaşmadan Avrupa karbonsuzlaşamaz”. Ancak kuşkusuz yine de nasıl etkileneceği Türkiyeli karar alıcıların dünyayı bekleyen dönüşümün ne kadar farkında olduklarıyla ilgili. Almanya’da enerji dönüşümünü programının öncül maddesi yapmış yeni koalisyon hükümetinin, Avrupa Birliği içindeki süregiden tartışmalara ve süreçlere ivme ve dinamizm kazandıracağını varsaymak ve Türkiye’yi bir an önce bu değişime hazırlamaya başlamak oldukça elzem. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın New York ziyareti sırasında Türkiye’nin Paris İklim Anlaşması’nı onaylayacağını duyurması her ne kadar geç de olsa bu doğrultuda atılmış önemli bir adım; ancak tek başına eksik kalmaya mahkum.

GÖÇ MUTABAKATI

Yukarıda partilerin seçim programlarının Türkiye kısımlarına ilişkin bölümde değinildiği gibi en yüksek oyu alan partiler arasında AB-Türkiye göç mutabakatına dair belirgin bir pozisyon alan tek parti Yeşiller. Partinin mutabakatın iptalinden yana aldığı tavır, aslında göç konusundaki genel pozisyonunun doğal bir uzantısı. Yeşiller’in göç politikasının başlangıç noktası ve somut önerileri, Avrupa’nın dışsallaştırma (externalization) siyasetine yönelik bir eleştiri olarak da yorumlanabilir. Türkiye içerisinde son dönemde Batı’nın göçü üçüncü ülkelere delege etmek suretiyle yönetmesine yönelik eleştiriler bağlamında ele alındığında, Yeşiller’in pozisyonu AB ile Türkiye’nin göç alanındaki işbirliğinin ileride nereye evrileceği konusunda bir uzlaşı alanı açabilir. Özellikle de Türkiye’de 2023 seçimlerinde olası bir iktidar değişikliği durumunda.

Ancak tabii henüz bu senaryolar üzerinden konuşmak için erken, hele ki en yüksek oyu alan diğer üç partinin AB-Türkiye göç mutakabatı ile ilgili tavrının net olmadığı göz önünde bulundurulunca. Ancak hem Hristiyan Demokratlar’ın hem de Hür Demokrat Parti’nin, Türkiye ile olan ilişkilerde güvenlik boyutunu öne çıkarıyor olmalarından yola çıkarak Türkiye ile işbirliğinin devamından yana olmaları oldukça muhtemel. Bu duruş her iki partinin göç meselesine genel yaklaşımında ön plana çıkan güvenlikçi ve pragmatik pozisyonla da tutarlı. Öte yandan Sosyal Demokrat Parti, Avrupa Dublin sisteminin reformunu ve mültecilerin Avrupa’ya kabulünde sorumluluk ile dayanışma temelli bir politikayı desteklemekte. Parti seçim programında uluslararası hukuk normlarının ve Cenevre Konvansiyon’una sadık kalınmasının önemini de vurguluyor. Bu bağlamda partinin Türkiye ile işbirliği konusunda Yeşiller ile Hür Demokrat Parti arasında bir pozisyon alması beklenebilir. Yani bir yandan Türkiye’yle işbirliğine uluslararası hukuk normlarını önceleyerek devam ederken, bir yandan da Avrupa içerisinde güvenlikçi politikaların reformu konusunda Almanya’nın daha aktif bir tutum alması muhtemel bir durum. Özetle, gerek partilerin arasındaki önemli fikir ayrılıkları gerekse AB içinde “geri dönüş” ve “dışsallaştırma” politikaları üzerindeki fikir birliğinin “sorumluluk paylaşımı” ve “yeniden yerleştirme”’ye nazaran daha güçlü olduğu göz önünde bulundurulduğunda, AB ile Türkiye arasındaki işbirliğinin kısa ve orta vadede öncelikli bir unsur olarak kalması beklenmeli.

TÜRKİYE - AB İLİŞKİLERİ

En yüksek oyu alan dört partinin seçim programlarındaki Türkiye kısımlarına baktığımızda, Türkiye’nin AB üyeliğine dair mevcut statükonun da özellikle kısa vadede devam edeceğini söyleyebiliriz. Ancak eş zamanlı olarak, hem Yeşiller’in Türkiye’nin AB üyeliğini prensipte açıkça destekleyen tek parti olması ve Sosyal Demokratlar’ın bu konuda net bir fikir beyan etmedikleri göz önünde bulundurulduğunda, hem de AB içerisinde Türkiye’yle ilişkiler özelinde süregiden ve gittikçe daha baskın hale gelen kural ve normlara bağlı yeni bir çerçeveye geçiş zorunluluğu tartışmaları düşünüldüğünde, Türkiye’nin AB üyelik serüveninin önümüzdeki dönemde popüler bir başlık olmaktan uzak olduğu öngörülebilir. Ancak yine de söylenebilir ki Türkiye siyasetinin önümüzdeki iki sene zarfında nasıl seyredeceği, 2023 seçimlerinde olası bir iktidar değişikliği ve akabinde demokratik karar alma süreçlerinin ve kurumlarının barışçıl inşası, çok kuvvetli olmasa da bu denklemi değiştirebilecek faktörler.

Almanya’da Yeşiller, Hür Demokratlar ve Sosyal Demokratlar’dan oluşacak bir koalisyon hükümeti, Türkiye ile ilişkilerde demokratik normlar ve güvenlik işbirliği arasında bir denge siyaseti tesis etmeye çalışacaktır. Böyle bir siyaset, partilerin Türkiye’ye yaklaşımları arasındaki farklılık ve mesafeyi de yönetebilmelerinin bir ön koşulu. Bunun Türkiye-AB ilişkilerinde en belirgin olarak hissedileceği yer, kural ve normlara dayalı yeni bir çerçevenin ne olacağı sorusu. İklim kriziyle mücadelenin merkezinde yer alan enerji dönüşümü ve beraberinde gelecek olan düzenlemelerin AB-Türkiye ilişkilerinde yeni bir referans noktası teşkil edip edemeyeceği ilerleyen dönemin hararetli tartışmalarından biri olabilir.

* Berlin Merkezli Uygulamali Türkiye Çalışmaları Merkezi’nde (CATS/SWP) araştırmacı.