Almanya Sol Parti'den Avrupa kamuoyu için kitap: Çarktaki Türkiye
Alman Sol parti Milletvekili Özlem Alev Demirel, Avrupa kamuoyunun Türkiye'deki sorunları daha iyi anlamaları için 'Çarktaki Türkiye' isimli bir kitabın yayınlanmasına öncülük etti.
KÖLN - Avrupa-Türkiye ilişkileri son on yılda hiç olmadığı kadar önem kazandı. Türkiye, hakkında en çok haber yapılan, tartışılan, siyaseti yakından takip edilen, bilimsel araştırmalar yapılan bir ülke. Ancak Türkiye iç siyaseti Avrupa’da ne kadar doğru anlaşılıyor? Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ve AKP-MHP ittifakının baskısıyla her geçen gün ülkenin biraz daha daralan özgürlük ve demokrasisine rağmen mücadele eden kesimlerin varlığı Avrupa’dan ne kadar görülüyor veya biliniyor?
Avrupa Parlamentosu Almanya Sol Parti (Die Linke) milletvekili Özlem Alev Demirel, Avrupa’da Türkiye'deki ifade özgürlüğü ve insan hakları sorununun tek boyutlu değerlendirildiğini, Türkiye ekonomisinin yapısal sorunları, Türkiye'de yaşayan kadınların, işçilerin, göçmenlerin, mültecilerin durumu veya kültürel sorunların çoğu zaman yeterince tanımlanmadığını, tartışmalarda çoğunlukla görünmez kaldığını ifade ediyor. Buradan yola çıkarak Türkiye-AB ilişkilerine ve Türkiye’nin daha derinlikli anlaşılması gerektiği düşüncesiyle ‘Çarktaki Türkiye - Baskı ve direniş arasındaki bir ülkeye dair makaleler’ adlı bir kitap yayımladı. Kitapta Gazete Duvar yazarlarından Sinan Birdal ve Hakkı Özdal’ın da makaleleri yer alıyor. Özlem Alev Demirel ile hem derlediği hem de yayımladığı kitabı ve Türkiye AB ilişkilerindeki son durumu Gazete Duvar için konuştuk.
Avrupa’da akademik anlamda Türkiye ile ilgili çok sayıda araştırma, kitap ve yayınlar var. Sizin için bu kitap neden gerekliydi, nasıl bir ihtiyaçtan doğdu?
Bu kitabı Sol Parti (DIE LINKE) Avrupa Parlamentosu Almanya delegasyonu olarak delegasyon adına çıkarttım. Türkiye politikası ve Türkiye ile ilişkiler Almanya’da da olsanız Avrupa Parlamentosu’nda da olsanız çok gündeme oturan bir konu. Türkiye’deki gidişat, Türkiye ilişkileri, gerek Libya konusu olsun, gerek Suriye’deki iç savaş ve onun getirdiği sonuçlar olsun, gerek Doğu Akdeniz’deki gaz sondajı meselesi olsun Avrupa Parlamentosu’nda neredeyse her oturumda bir biçimde gündeme geliyor. Kitabı da bu derece önemli bir ülke olduğundan dolayı Türkiye’ye bakış açısını genişletmek için hazırladık. Türkiye’ye dair değerlendirmeler ve bakış açısı bir biçimde hep yüzeysel kalıyor. Türkiye tek Cumhurbaşkanı Erdoğan demek değil, Türkiye her alanda alternatif sesleri bulunan ve mücadele geleneği köklü olan bir ülke. Bu bağlamda AKP ve MHP ittifakının attığı hamleleri daha derinden anlayabilmek için daha detaylı bilgilendirmenin yapılmasının yararlı olacağını düşündüm. Buradan yola çıkarak Türkiye’de işin içinde olan gazeteci, toplumsal hareketlerin içinde olan sendikacı ve akademisyenlerin bu konulara geniş bir perspektif getirmelerini sağlayacak bir kitap yayımladık. Türkiye konuşulduğunda genel olarak hukuk devleti, basın özgürlüğü gibi konular konuşuluyor. Ama Türkiye’de mesela doğa, iklim konusunda birçok köylünün direndiği değişik hareketler var. Kadın mücadelesinde ciddi bir örgütlenme ve mücadele var. Kültürel hareketlilik var, sendikal çalışmalar var. Bunların anlaşılmasını sağlamak için böyle bir derleme kitap hazırladım. Kitap, kendi alanında uzman insanların yazdığı makalelerden oluşuyor. Türkiye-Avrupa Birliği ilişkileri üzerine bir makaleyi de ben yazdım.
Ne kadar sürede hazırlandı kitap?
Yazıların hepsi 2020’nin son aylarında geldi. İki dile tercümesi, düzeltmeleri falan yapılana kadar bu ay çıkabildi. Önsözde de belirttiğim gibi, HDP’nin kapatılmasının istenmesi, İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılması gibi aktüel gelişmeler kitapta yer almadı. Ama bu olgular kitap içinde yer almasa da, Türkiye’yi anlamak açısından yapısal sorunlara dikkat çekmesi itibarıyla daha derinlikli bir kaynak olduğunu düşünüyorum.
7 Mayıs Cuma günü de kitapta makalesi yer alan birkaç yazarın da katılımıyla çevrimiçi bir program yapacaksınız. Katılımcılar ve program hakkında da bilgi verir misiniz?
Zoom üzerinden Almanca, Türkçe, İngilizce olmak üzere üç dilde simultane çeviriyle programı gerçekleştireceğiz. Ben AB- Türkiye ilişkilerini ve bu ilişkiler bakımından Türkiye dış siyasetini, Sinan Birdal ise Türkiye açısından Türkiye’nin dış politikasını konuşacağız. Türkiye’de mülteci sorununa ilişkin nadir kitaplar yazan Ercüment Akdeniz, AB ve Türkiye açısından çok önemli bir konu olan mülteci konusunu anlatacak. Son olarak da Ekmek ve Gül dergisinin editörü, Evrensel Gazetesi’nin köşe yazarlarından gazeteci Sevda Karaca da AKP iktidarının İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararı gibi sıcak gelişmesiyle ile birlikte AKP dönemindeki kadın konusunu anlatacak. Programın moderatörlüğünü Alman Taz gazetesi yazarı Pascal Beucker yapacak. İsteyen Özlem Alev Demirel (www.oezlem-alev-demirel.de) sitesinden kitabı çevrimiçi olarak edinebilir, isteyen kitabın basılı halini sipariş edebilir. Ayrıca programın linkini de oradan alarak izleyebilirler.
Geçtiğimiz hafta HDP eski eş başkanlarına ve siyasetçilerine yönelik açılan Kobane davasının ilk duruşması vardı. Avrupa ve ABD’den çok sayıda parlamenter sosyal medya hesaplarından HDP’ye destek verdiler. Bir grup Avrupalı siyasetçi de davayı takip etti. Bu desteği nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce Avrupa’dan yeterli bir destek verildi mi?
Avrupa ülkeleri ve ABD, Türkiye’deki AKP-MHP koalisyonundan hoşnutsuzluğunu çeşitli biçimlerde gösterdiler. Gelinen aşamada Trump yönetiminden sonra Biden yönetimine geçişle birlikte bu güçlerin Türkiye’deki iktidarı, ülkenin jeo-stratejik konumunu da gözeterek, kendi, ekonomik ve siyasi çıkarları doğrultusunda bir rotaya sokmaya çalıştıkları görülmektedir. AB liderleri Türkiye’nin son yıllarda dış politikasındaki hamlelerinin iç politikada AKP’nin ve Erdoğan rejiminin girdiği çıkmazlardan bağımsız olmadığını biliyorlardı. Bu çıkmazlardan dolayı dış politikada daha sert, daha askeri bir siyaset yapmaktaydı. AB ve ABD’nin Erdoğan’ın bu biçimde hareket etmesine göz yummayacağı belliydi. Son gelinen aşamada AB ve Biden yönetimi dedi ki evet, biz Türkiye ile görüşerek bir biçimde ilişkileri tekrar rayına oturtacağız. AKP iktidarı da dış politikada daha ılımlı olacağı, en azından son yıllarda yaptığı gibi provokasyonlar yapmayacağı mesajını verdi. AB bunu bizim Türkiye ile ilişkileri düzeltme ihtimalimiz var şeklinde değerlendirdi. Ne tesadüftür ki AB biz yaptırımlardan vazgeçiyoruz dediği an AKP iktidarı İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararı aldı. HDP’nin kapatılması gündeme geldi. Yani iç politikada muhalefete daha da sertleşti. AB de tam tersine buna göz yumuyor ve ilişkiler düzelecek diyor. Hatta Ursula von der Leyen ve Charles Michel Türkiye’ye gitti. AB’nin bu tutumunu eleştirmek gerekiyor. Tesadüfen Kobane davası olduğu gün AB’de ‘Sofa Gate’ diye adlandırılan von der Leyen ile yaşanan koltuk krizi tartışması vardı. Orada da ben şunun altını çizdim: Sizin yaptığınız şurada oturdum, burada oturdum tartışması, bu AB Konseyi ile AB Komisyonu’nun kendi iç çelişkileridir, bu konuyu geçin. Siz, Erdoğan rejimine muhalefete daha sert hareket edebilmesi için yeşil ışık yaktınız. Bu kabul edilir bir olay değil, AB’nin samimiyetsizliği burada da kendisini gösteriyor.
HDP’ye Avrupa’dan verilen güçlü destek ortadayken, hem Avrupa kamuoyu hem de birçok siyasetçi kapatılma davası gündeme getirildiğinde ve Kobane davası başladığında AKP’yi eleştirirken neden bu eleştiri AB Komisyon ve Konsey başkanlıklarına yansımıyor?
Aslında gidişattan rahatsızlık duyduklarını ifade ediyorlar. Fakat Türkiye ciddi bir ekonomik kriz içerisinde ve bu kriz koronadan önce başladı. Erdoğan’ın destek aldığı kendisinin dayandığı sermeye tabanı bu krizden rahatsız. Bu nedenle de Erdoğan'ın ekonomik olarak kalkınmak için yabancı sermayeye ihtiyacı var. Bunun bir biçimde Türkiye’ye gelmesini istiyor. Bu anlamda AB ve ABD’ye yatırım için sinyaller veriyor. Bunlar da sermaye gruplarının çıkarlarından yola çıktıkları için olayı buradan ele alıyorlar. Türkiye ile Gümrük Birliği yenileme tartışması yapıyorlar. Bunu yapmak demek tekrar AKP- MHP koalisyonuna destek sağlamak demektir. Bunu yaparken de ‘havuç-sopa’ siyasetiyle yapıyorlar. Kendileri de AKP iktidarının çıkmazda olduğunu çok iyi biliyorlar. Bunu bildikleri için de rahat bir biçimde bu siyasetle AKP iktidarını kendi çıkarları doğrultusunda olan bir raya oturtmaya çalışıyorlar. Ama bu siyaset ne Türkiye’deki ne Almanya’daki ne de Avrupa’daki demokrasi hareketinin, barış hareketinin ihtiyaçlarına cevap veriyor.
Az önce ‘Sofa Gate’ skandalını AB Parlamentosu'nda konuştuğunuzu söylediniz. Ursula von der Leyen konuşmasında ‘kadın olduğum için bunu yaşadım. Kendimi yalnız bırakılmış hissettim’ dedi. Siz bu yaşananları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kuşkusuz bir kadın lidere böyle bir tavır sergilenmesi eleştirilmesi gereken bir konudur. Türkiye’nin de yaptığı açıklamadan anlıyoruz ki protokolü Charles Michel’in protokolüyle düzenlemişler. Bu da AB Komisyonu ile AB Konseyi arasındaki çelişkileri gösterir. Orada Michel’in ayağa kalkması gerekiyordu. Kalkmamasıyla beraber o da sinyalini vermiş oldu. Ama Ursula von der Leyen kadınların eşitliğinden yana cümleler kurarken ben o anda Türkiye’de öldürülen kadınlar ne desin diye düşündüm. Sen kendini o an yalnız hissettin de kendin sermaye çıkarları ve jeo-stratejik çıkarlar için Ankara’ya gittin. Ölüme, şiddete maruz kalan kadınlar kendilerini ne kadar yalnız hissetmişlerdir bunu düşündün mü hiç! İstanbul Sözleşmesi'nden çıktıklarını ilan eden bir iktidarın karşısına oturdun. Mülteci Anlaşması’nı yenilemek için gittin. Değişik savaş bölgelerinden gelip de Akdeniz sularında gebe veya çocuklarıyla boğularak ölen kadınlar ne kadar yalnız hissetmiştir acaba sen oraya gittin diye? Bunu tartışmak gerekir.
Mülteci Anlaşması demişken bu konu hakkında bir uzlaşmaya galiba varıldı. Ancak oturma ve protokol krizi bu konunun önüne geçti detayları öğrenemedik. Parlamentoda bu konunun detayları konuşuldu mu?
Parlamentoda konuşmamda bunu da sordum. Ne üzerine konuştuklarını biliyoruz ama tam neyi konuştuklarını bilmiyoruz. Ama anlaşılan o ki Mülteci Anlaşması’nın yenilenmesi konusunda pazarlıklar yapıldı. AB’nin zaten tavrı bu anlaşmayı hayatta tutmaktır. AB’yi sadece Türkiye muhalefetine karşı verdiği yanlış sinyalden dolayı değil, bu anlaşmadan ve insan hakları ihlalleri üzerine kurulu bir siyaset yaptıklarından dolayı da eleştirmek gerekiyor. Savaştan kaçan insanların mülteci haklarını ellerinden alarak AB burada insan haklarını ihlal ediyor. AB’nin çarpık, yanlış, kendi değerlerine aykırı yaptığı ikiyüzlü politikası mülteci politikasında kendisini ortaya koyuyor.