Almanya’daki ekonomik başarının ve krizin dinamikleri
Almanya’nın ekonomik dönüşümü, iç talebe dayalı bir büyüme modelinden neredeyse tamamen ihracata bağımlı bir yapıya geçişi ifade etmektedir. Tüm bu değişim, Covid-19 salgını, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi ve Çin’den gelen rekabet baskısının giderek artması gibi etkenlerle birleşince Almanya’nın büyüme modeli tıkanmış ve iki yıldır süren ekonomik kriz, sonunda bir siyasi krize dönüşerek erken seçimleri getirmiştir.
Almanya’daki erken seçimler önümüzdeki ay yapılacak. O nedenle, bu haftadan itibaren, geçtiğimiz aylarda birkaç kere yazdığım (ilki ve ikincisi) Almanya’daki ekonomik gelişmeleri ve onların arka planı hakkındaki tartışmaları derinleştirmek, okuyucu açısından yararlı olabilir. Bu haftaki yazıda Lucio Baccaro ve Chiara Benassi’nin 2016 tarihli bir makalesinde ele alınan analizi size aktararak, güncel kriz konjonktürünün gerisindeki temel dinamiklere, yani Almanya’daki ekonomik dönüşüme değineceğim.
Baccaro ve Benassi, Almanya’daki ekonomik modelin yüksek kaliteli ürünlerin ihracatına dayandığı mitini eleştiriyor. Yazarlar, dikkat çekici bir şekilde, Almanya’nın büyüme modelinin, yüksek kaliteli ürünlere dayanan ihracat yapısından, fiyat rekabetçiliğine dayanan bir ihracat yapısına geçtiğini ileri sürüyor. Bu analiz, Almanya’nın ekonomik başarısının ve de krizinin arka planındaki temel dinamikleri anlamamız için önemli bir rehber olarak görülebilir. Daha fazla uzatmadan detaylara girelim.
‘ALMAN MODELİ’NİN BAŞARISI: ÇEŞİTLENDİRİLMİŞ KALİTE ÜRETİMİ MODELİ
Alman ekonomik sosyolog Wolfgang Streeck’e göre, 1970’ler ve 1980’lerde Almanya’nın ekonomik başarısının temeli, Çeşitlendirilmiş Kalite Üretimi (Diversified Quality Production – DQP) modeline dayanıyordu. Bu model, yüksek kaliteli ve özelleştirilmiş üretimi destekleyen güçlü kurumsal mekanizmalarla işliyordu. Mesleki eğitim sistemi, işgücünü yüksek vasıflı hale getirirken, sektörel toplu iş sözleşmeleri ücretlerin adil dağılımını sağlıyor ve iç talebin büyümeye katkısını güçlendiriyordu.
Esasında DQP modelinin temelinde, emeğin kurumsal gücü yatıyor. Bir başka ifadeyle, firmalar güçlü sendikalar karşısında ücretleri baskılayamadıkları için, uluslararası piyasalarda rekabetçi olabilmek amacıyla farklı yollar aramak zorunda kaldılar. Bu yolların başında da daha fazla teknoloji yatırımı ve bu yeni teknolojileri kullanabilmeleri için işçilere vasıf kazandırıcı eğitim programlarının fonlanması geliyordu. Yani neoliberaller tarafından ‘emek piyasasındaki katılıklar’ olarak görülen kurumsal düzenlemeler, esasında ihracatın fiyat rekabetçiliğine değil, DQP modeline dayanmasına yol açmıştı.
Ancak 1990’lardan itibaren uluslararası rekabetin sertleşmesi, Almanya’yı maliyetleri düşürmeye ve fiyat rekabetine daha fazla odaklanmaya zorladı. DQP’nin kurumsal yapısı giderek aşındı ve Almanya, büyüme için neredeyse tamamen ihracata bağımlı bir modele geçti.
AKADEMİK TARTIŞMA: KOORDİNASYONCULAR VE LİBERALLEŞMECİLER
Baccaro ve Benassi, bu geçiş sürecinin nasıl anlaşılması gerektiğiyle ilgili akademik tartışmada iki temel pozisyon tespit ediyor.
Koordinasyoncular, Almanya’nın ihracat başarısının hâlâ koordineli piyasa ekonomisinin güçlü kurumsal yapısına dayandığını savunuyor. Onlara göre, liberalleşme daha çok düşük ücretli hizmet sektöründe yoğunlaştı ve imalat sektörü hâlâ güçlü koordinasyon mekanizmalarına sahip. Bir başka ifadeyle Koordinasyoncular’a göre hizmet sektörü neoliberalleşmiş olabilir ancak imalat sektörü neoliberal dalgalara karşı ‘bağışık’ durumdadır.
Bu görüşe karşın, Liberalleşmeciler, tüm sektörlerdeki kurumsal mekanizmaların aşındığını ve ihracat başarısının artık maliyet düşürme ve fiyat rekabetine dayalı olduğunu öne sürüyorlar. Dolayısıyla Liberalleşmeciler, neoliberal reformların imalat sektöründe de görüldüğünü ve bunun Almanya’nın büyüme modelinin ihracat çekişli merkantalist bir modele doğru dönüşümüne eşlik ettiğini ileri sürüyorlar.
YENİ GERÇEKLİK: FİYAT REKABETİNE DAYANAN İHRACAT
Baccaro ve Benassi’ye göre bugün Almanya’nın büyüme modeli, ihracat sektörünün fiyat rekabetine artan bağımlılığıyla şekilleniyor. Geleneksel olarak, Almanya’nın ihracat başarısının kalite ve yenilik odaklı olduğu düşünülüyordu. Ancak son yıllarda yapılan araştırmalar, özellikle makine ve taşıma ekipmanları gibi ihracatın ana sektörlerinin fiyat duyarlılığının önemli ölçüde arttığını ortaya koyuyor.
Baccaro ve Benassi’nin bulgularına göre, 1990’lardan itibaren Alman ihracatının fiyat duyarlılığı belirgin şekilde yükseldi. Örneğin, makine ve taşıma ekipmanları sektöründe fiyatların yüzde 1 artması, ihracat büyümesini yüzde 1,3 oranında azaltabiliyor. Dolayısıyla değişen ekonomik model, Almanya’yı maliyet rekabetine daha fazla bağımlı hale getiriyor. Bu bağımlılık ise, emek piyasalarının kurumsallaşma biçimindeki değişimin (yani liberalleşme ve esnekleştirmenin) gerisindeki temek dinamik olarak görülebilir.
EMEK PİYASASINDAKİ KUTUPLAŞMA
Büyüme modelindeki bu değişim, yani büyümeye iç talebin katkısının sınırlanması ve büyümenin neredeyse tamamen net ihracat sayesinde gerçekleşiyor olması, ihracatın sürekliliğini yaşamsal bir konu haline getirmiştir. Bu ise, DQP modelinin giderek çözülmesine ve ihracatın daha fazla fiyat rekabetine bağımlı hale gelmesine neden olmuştur.
Fiyat rekabetine bağımlılık, Almanya’nın emek piyasasında belirgin bir ayrışmaya yol açtı. İmalat sektörü, güçlü sendikalar ve toplu iş sözleşmeleri sayesinde göreceli olarak daha iyi koşullara sahip. Ancak, bu sektörde bile ücret artışları verimlilik artışlarının gerisinde kalıyor ve atipik istihdam biçimleri giderek yaygınlaşıyor. Hizmet sektörü ise düşük ücretler ve güvencesiz çalışma koşullarıyla mücadele ediyor.
2000’lerin başındaki Hartz Reformları, bu sektördeki sorunları daha da derinleştirerek düşük ücretli ve güvencesiz işlerin yaygınlaşmasına yol açtı. ‘Mini-jobs’ düşük ücretli ve esnek istihdam modelleri, hizmet sektörü çalışanlarını yoksulluğa mahkum etti. Bu durum, yalnızca bireylerin yaşam standartlarını değil, iç talebi de boğarak, büyüme modelinin ihracat bağımlı yapısını daha da konsolide etti.
KRİZ
Almanya’nın ekonomik dönüşümü, iç talebe dayalı bir büyüme modelinden neredeyse tamamen ihracata bağımlı bir yapıya geçişi ifade etmektedir. Bu değişim, ihracat sektörlerinde fiyat duyarlılığının artmasıyla belirginleşmiştir. Eskiden fiyatlara karşı daha az hassas olan DQP modeli, yerini ihracatın maliyet rekabetine dayandığı daha kırılgan bir yapıya bırakmıştır. Bu kırılganlığın bir yanında, artan enerji fiyatları nedeniyle ihracatta maliyet avantajının azalması dururken, diğer yanında Çin gibi ülkelerin kritik sektörlerde Alman firmaları zorlaması durmaktadır. Dahası, ihracatın maliyet rekabetine dayanması, yurtiçi tüketim ve ihracat arasında bir karşıtlık yaratmıştır. İç talebi artıran politikalar, rekabet gücünü zayıflatacak ve ihracatı baltalayacak politikalar olarak görülmektedir. Bu ise, büyüme modelinin dayandığı büyüme koalisyonunun toplumsal zeminini giderek daha da aşındırmaktadır.
Baccaro ve Benassi’ye göre ihracat odaklı firmaların maliyet azaltma baskısı, Almanya’daki endüstriyel ilişkilerin dönüşümünü tetiklemiş, toplu iş sözleşmelerini zayıflatmış ve firma düzeyinde esnekliği artırmıştır. Bu durum, yalnızca hizmet sektöründe değil, imalat sektöründe de ücretlerin verimlilik artışından kopmasına yol açmıştır. Hizmet sektöründeki ücret durgunluğu ve atipik istihdam biçimlerinin yaygınlaşması, emek piyasasında eşitsizliği derinleştirmiştir.
Tüm bu değişim, Covid-19 salgını, Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimi ve Çin’den gelen rekabet baskısının giderek artması gibi etkenlerle birleşince Almanya’nın büyüme modeli tıkanmış ve iki yıldır süren ekonomik kriz, sonunda bir siyasi krize dönüşerek erken seçimleri getirmiştir. Önümüzdeki haftalara, bu sürece ‘iktidar bloku’ perspektifinden bakıldığında nasıl bir değerlendirme yapılabileceğini ele alacağım.