Almanya’ya beyin göçü: ‘Bu koşullarda dönecek memleket yok bize’

Hayat pahalılığı, kişisel hak ve özgürlüklerdeki gerileme, liyakat kurallarıyla uyuşmayan işe alımlar ve içe dönük politikalar göç edenlerin başlıca nedenlerinden…

Google Haberlere Abone ol

BERLİN - Alım gücündeki tarihi gerileme ve kutuplaştırıcı siyasi iklim nedeniyle çok sayıda kişi, başka bir ülkeye göç etmenin yollarını arıyor. Özellikle iyi eğitim görenler ve kalifiye işlerde çalışanlar, yurt dışına taşınmak istiyor. Peki, yurt dışına göçenler nasıl bir hayat sürüyor? Hangi avantajları elde edip hangi zorluklarla mücadele ediyor? Batı’ya yapılan beyin göçünün önemli merkezlerden Almanya’ya gidenlerle konuştuk.

Yaklaşık 1,5 yıldır Berlin’de yaşayan 34 yaşındaki Alev Yıldırım, buraya Jean Monnet bursuyla gelmiş. Türkiye’ye geri dönmeyi düşünmüyor, Almanca seviyesini geliştirip kendi alanında iş bulmayı hedefliyor.

Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Uluslararası İlişkiler bölümünden mezun olan Alev Yıldırım, Almanya’ya gelmeden önce Brezilya Büyükelçiliği’nde uzman olarak çalışıyormuş. “Orta üst seviyede güzel bir işim vardı. Uzun tatillerim vardı, halim vaktim yerindeydi” diyor. Bu tabloya rağmen neden yurt dışına gitme kararı aldığını ise şöyle açıklıyor: “Türkiye’de 2013’ten sonra her şey geriye gidiyordu, benim için. Mesleğe başladığımda maaşım bin 500 euroya denk geliyordu. 2018’de bin euroya düştü. Belli bir standardım vardı ama bunun altına düşmüştüm. Öte yandan Türkiye’de yaşamanın verdiği umutsuzluk… Ard arda kötü haberler alıyordum. Beni çileden çıkaran son nokta ise kadın cinayetleriydi.”

Pandemi devam ederken -geçtiğimiz yılın eylül ayında- Berlin’e taşınan Alev Yıldırım, kentte ilan edilen Covid-19 kapanmaları nedeniyle zor günler geçirdiğini söylüyor. “Depresif bir dönem oldu. O dönemde gelen başka arkadaşlarla da konuştuk, geçen kış herkesin geçici bir depresyon süreci olmuş. Bu çift olarak gelseler de aynı yalnız olarak gelseler de... Başka kişilerle tanışamadık, diyalog kuramadık. Mesela ben o dönemler, Türkiye’ye gitmeyi bile düşündüm.”

Daha önce Portekiz’de de yaşayan Alev Yıldırım, Türkiye’den çıkmanın toz pembe bir hayata geçiş yapmak anlamına gelmediğini söylüyor. Yıldırım’a göre göçmen olmak hep biraz daha aşağıdan başlamak ve daha fazla mücadele etmek demek. “Sürekli çabalamak gerekiyor. Dil öğrenmek gerekiyor, kültür öğrenmek gerekiyor. Burada mesleğini yapamayan çok insan gördüm. Türkiye’de Birleşmiş Milletler’de çalışabilecek insan burada telefonla müşteri hizmetleri sisteminde çalışıyor mesela.”

'YURT DIŞINDA YAŞAMA PLANIM YOKTU'

ODTÜ’de Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde lisans ve yüksek lisans eğitimi alan Aycan Apak, 8 yıl önce Berlin’e doktora yapmak için gelmiş. İlk yılını aile desteği ile tamamlamış, ikinci yıl için burs bulamayınca doktorayı bırakarak iş hayatına atılmış.

“Benim branşımda yurt dışı deneyimi çok önemli. İyi bir okulda akademik kadroda çalışmak istiyorsanız, doktorayı zaten yurt dışında yapmanız gerekiyor. Ben en başından beri yurt dışında yaşamak istiyordum diyemem. Ama son zamanlarda doğma büyüme İstanbullu olmama rağmen çok sevdiğim Ankara’ya olan aidiyet duygum azalmıştı. ‘Ben artık bu şehre ait değilim, bu topluma ait değilim’ diye düşünüyordum. Türkiye’de -Şu anki kadar kötü olmasa da- bazı şeyler beni ve benim gibi insanları rahatsız etmeye başlamıştı. Gezi’nin hemen sonrasıydı örneğin, 2013 senesinin sonlarında geldim.”

Aycan Apak, zaman zaman zor dönemler geçirse de Berlin’de yaşamaktan memnun. Bu memnuniyette, Almanya’daki iş yapma kültürünün ve ülkenin toplumsal yapısının büyük bir etkisi olduğunu söylüyor. Kişisel alanlara saygı duyulması bu memnuniyetin en ağır basan yanlarından. “Türkiye’de çok rahatça sorulan ‘Evli misin, çocuğun var mı, ne kadar kazanıyorsun?’ soruları burada tabudur mesela.”

Öte yandan Türkiye’de uzun süredir tartışılan liyakat ilkesinin Almanya’da düzgün bir biçimde işlediğini ifade ediyor ve kişisel deneyimini şu sözlerle anlatıyor: “Eski işyerimde Alman ekibi içinde bir pozisyona başvurdum. Bu pozisyona 2 kişi başvurduk. Biri ben biri de ana dili Almanca olan doktora dereceli bir Alman. Aynı yazılı ve sözlü sınava girdik ve pozisyonu ben aldım. Çünkü sözlü sınavda aynı puanı almışız, ama yazılı sınavda ben ondan daha iyi bir puan almışım.”

Almanya’da yaşadığı 8 yıl boyunca Türkiyeli olması nedeniyle herhangi bir ayrımcılığa uğramadığını belirten Aycan Apak’a göre, Almanya’da ayrımcı söylemde bulunmak Türkiye’deki kadar kolay değil: “Özellikle iş ortamından bahsediyorum. Bu şekilde düşünen insan yok mu? Elbette var ama söylemeye cesaret edemiyor. O potansiyele sahip insanlar da kendilerini mevcut kurallara uymak zorunda hissediyorlar, aksi takdirde yaptırıma uğruyorlar. Toplumsal baskı Türkiye’dekinin tersine işliyor burada.”

‘BU EKONOMİK VE SİYASİ KOŞULLARDA NEREYE DÖNECEKSİNİZ?'

Apak’a göre, günün birinde Türkiye’ye dönüp dönmeme kararı özgürce verilmesi gereken bir karar. Ancak mevcut koşullarda, bu karar özgürce alınamıyor. “Sonuçta orası bizim memleketimiz. Ne kadar sene geçerse geçsin o bağ asla kopmuyor, bir parçanız orada kalıyor. Şu anki tabloda yarın öbür gün dönecek memleket yok bize. Bu ekonomik ve siyasi koşullarda nereye döneceksiniz? Orada kalan insanlar nasıl oraya mahkum olmuş hissediyorlarsa bizde buraya mahkum olduk.”

'24 SAAT NÖBET 4 SAAT YOL: CESET GİBİYDİM'

İstanbul’da Şişli Etfal’de yoğun bakım hemşiresi olarak çalışan Beyza Uzungece, 4 yıl önce Almanya’nın Mainz kentine taşınmış. Maltepe’de yaşayıp Şişli’de çalıştığı için her gün 4 saatini yolda geçiren Uzungece, “Hafta sonu 24 saat nöbet tuttuğumuzda, 4 saat de yolda geçtiğinde benim hayatımdan 28 saat gidiyordu. Ceset gibiydim” diyor.

Beyza Uzungece, 2017 yılında evine daha yakın bir hastanede çalışabilmek için eş tayini hakkını kullanmak istemiş. Tayinine önce onay verilmiş, ancak bir hafta sonra işlem durdurulmuş: “Nedenini sorduğumda ‘FETÖ olaylarından dolayı tüm tayinler durduruluyor’ dediler. Benim onlarla hiçbir alakam yok. İşini yapan bir memurum ben. Bu kadar basit bir hakkımı bile kullanamamak bardağı taşıran son damla oldu.”

Uzun nöbetler, sağlıkta şiddet ve o dönemde kendini göstermeye başlayan hayat pahalılığı göç kararında etkili olmuş. Şu anda çalıştığı hastanede 8 saatlik vardiyalarla görev yaptığını belirtiyor. “Fazla mesai yapmadığımız takdirde 35 saat çalışıyor. Ama birisi rapor alırsa ve tabii sizin de rızanız varsa yerine çalışıyorsunuz. Maksimum 40 saat oluyordur bu şekilde de.”

'KİMSE BENİM CANIMI ALIR MI GİBİ BİR KAYGIM OLMADAN ÇALIŞIYORUM'

Çalışma arkadaşlarının ve hastaların genel olarak sağlıkçıların yaptığı işe saygı duyduğu gözlemini paylaşıyor. “Bazen hastalardan duyuyorum çok zor iş yapıyorsunuz, çok saygı duyuyorum diye. Görünür olmak bazen bana 500 euro gibi geliyor. Burada, ‘Kimse benim canımı alır mı, bana saldırır mı, bana şiddet uygular mı?’ gibi bir kaygı olmadan çalışabiliyorum, işimi yapabiliyorum.”

Maaşların çok yüksek olmamasına rağmen alım gücünün yüksek olduğunu belirten Beyza Uzungece, hemen her gelir grubundan insanın sağlıklı beslenebileceği ürünler alabileceğini söylüyor ve ekliyor: “Ekonomik okur yazar olmadan hayatta kalabiliyorsunuz.”

Deneyimlerini 2 sene önce açtığı Youtube kanalında paylaşan Uzungece, son aylarda yaşanan kur krizinden sonra takipçi sayısının arttığını söylüyor: “B1 seviyesinde Almanca öğrenen birçok arkadaşım var. Doktor arkadaşlardan olsun, hemşirelerden olsun. Gelecekler de yani, bu kaçınılmaz görünüyor ülke böyle oldukça.”