YAZARLAR

Altılı Masa’da ne eksik? - I

Haklarını teslim edelim, bu kadar ketum bildiriler hazırlarken, temel sorunlar arasına “yaşanan sosyoloji ve psikolojik çöküntü”yü katmış olmalarını -hele bizim siyasî ortamımız için- kesinlikle derinlikli bir bakışın ürünü saymalıyız. Aynı şekilde, beylik siyasî jargon parçaları yerine “hayal kırıklığı” kavramını seçip kullanmış olmalarını da hayra yoruyorum. Fakat bu olumlu unsurlar, Altılı Masa projesinin yapısal gözüken temel zaaflarını gidermeye yetmiyor.

“Altılı Masa” ilk tur görüşmeleri tamamladı. Henüz tur atlayan yok.

Pazar günkü toplantıdan sonra, ortak açıklamayla yetinmeyen altı parti lideri, birlik beraberlik havasını yaymak ve şu şartlarda başlıbaşına siyasî motif olan, aralarındaki saygılı, nazikçe ilişkiyi ortaya koymak amacıyla birer tweet attılar. Kemal Kılıçdaroğlu çıtayı “düzeni değiştireceğiz” seviyesine yükseltti; Ali Babacan “Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem hedefimiz”i vurguladı; Gültekin Uysal, “adalet ve demokrasi”den sözedip “Herkesin Cumhurbaşkanı” vaadini dile getirdi; evsahibi Temel Karamollaoğlu, “umudu birlikte büyüttüğümüz” liderlere teşekkür etti. Kılıçdaroğlu, Meral Akşener ve Babacan da muhataplarına teşekkür ettiler. Sadece Ahmet Davutoğlu, toplantı sonrasında attığı bu birlik-beraberlik tweet’ine -niyeyse beklenebileceği gibi- kendi partisinin sloganını da kattı, tweet’in sonuna #TürkiyedeGelecekVar etiketini ekledi.

Meral Akşener’in tweet’ini sona bıraktım. Niye? Çünkü orada muhabbeti açmamızı sağlayacak motifler var. “Ortak akıl, saygı ve mâkûlün ışığında,” diye yazdı İYİP Genel Başkanı, “güçlü, zengin ve mutlu bir Türkiye için biraraya geldiğimiz bu kıymetli toplantı…” (Akşener kusura bakmasın, mâkûl’ü şapkasız, biraraya’yı ayrı yazamıyorum, elim gitmiyor.)

AKIL MAKIL

Bu sözlerde ne sorun var? Yok. Sorun yok. Tamamen ortak akıl, saygı ve mâkûl var. Bunların kıymetini -hele her gün çapsız muktedirlerden azar hakaret yediğimiz şu dönemde- bilmez değiliz. Gerçi hiçbir zaman fertleri birbirine saygılı toplum olmadık. Kamusal alanımız yok. Devletin ceberrutluğuyla bizi sindirmediği bütün alanlarda, başkalarından birşeyler koparmaya, birilerinin hakkı olan birşeyleri çalmaya veya gasp etmeye, asla ortaklaşmamaya, asla hepimizin bazı şeylerden feragat ederek birçok başka konuda rahat edeceği anlaşmalara, dayanışmalara girmemeye meraklıyız. Birbirimize ve haklarımıza saygısızlık yerli-millî değerlerimizin başında geliyor. Ortak akıl, haslet olarak tescili halen mümkün olamamış, lüzumsuz iş, angarya. Durduk yerde sorumluluk getirebilir. Mâkûl ise, çoğumuzun belki gıyaben tanıdığı, belki hiç tanışmadığı, lafı edildiğinde pısırıklıkla, korkaklıkla, tuttuğunu koparamamakla aynı ipe dizilen bir plastik mandal. Burnumuza takarlar, nefes alamayız mazallah!

Bu yüzden, Meral Akşener’in, ana konunun diyalog, istişare, birlikte hareket olduğu bir siyasî platformda bu kavramları seçip kullanması anlamlı, işlevli, kıymetli.

Fakat işte tam da burada, Altılı Masa’nın yapısal sorunlarından birine yaklaştığımızı belli eden o havayla karşılaşıyoruz. Ne açık ne kapalı, bulutları ne beyaz ne gri, aralardan kendini gösteren gökyüzü mavi ama böyle mat, grimsi bir mavi, sıcak ama bazen esintiyle rüzgâr arası gidip gelen serinlikle hafiften üşüten, nem oranı fazla değil ama düşük de değil… üstümüze ne giyip de çıksak kestiremediğimiz, çıkınca bunalmadığımız ama ferahlamadığımız… o hava… Sinirlenmiyoruz, sevinmiyoruz, şükür diyemiyoruz, heyecanlanamıyoruz. Çünkü güvenemiyoruz.

NEREYE KADAR?  

Şunu da gönül rahatlığıyla ilan edeyim ki, Altılı Masa’nın ikili üçlü değil altılı olmasının mana ve ehemmiyeti de az buz değil, bendenize göre. Böylesine kutuplaşılmış ortamda sırf bu nezaket ve istişarenin sürdürülmeye çalışılması bile, bizim yakın tarihimiz ve siyasî kültürümüz gözönünde bulundurulduğunda, ciddî başarı. Bu iktidarın zulmünden, keyfîliğinden, hakaretinden, memleketin deresine kıyısına bile düşmanlığından, çalıp çırpmasından kurtulmak isteyen insanlarda bir nebze umut bile yaratabiliyor bu gayret.

Bu yüzden olmalı, Altılı Masa’nın aktörleri toplantılarının sonuç bildirilerinde bu hususu vurgulamaya özen gösteriyorlar. Bu sefer de böyle oldu. “Liderlerin Ortak Açıklaması”nda, üstelik, birlikte uğraşacaklarını taahhüdümsü ifadelerle tekrarladılar: “Bugünden itibaren seçim öncesi, seçim dönemi, seçim günü ve seçim sonrası olmak üzere önümüzdeki tüm süreçlerde istişareye önem veren anlayışımızla birlikte yol yürümeye devam etme kararlılığında olduğumuzun altını tekraren çizmek isteriz.” Buradaki vurgu onlara ait. Yani bize uzun vadeli bir ortak çalışma vaat ediyorlar.

“Önümüzdeki tüm süreçler” iddialı söz. Nitekim, bunun içeriğini soyut ifadelerle de olsa tarif etmeye yönelik sözler de aynı ölçüde iddialı: “Ülkemizi, hemen her alanda içine sürüklendiği bu krizlerden düzlüğe çıkarana ve her bir insanımızın rahat bir nefes alacağı günleri birlikte kurana dek…”

Görüldüğü üzre, bir parlamenter sistem şeması üzerinde anlaşmanın ötesinde hedefler koyuyorlar önlerine. Şüphesiz bu da olumlu.

Üçüncü bir olumlu unsur, Altılı Masa etrafındakilerin, ilk biraraya gelişlerinden aylar sonra, daha güçlü -belki daha derinlemesine- bir güçbirliği oluşturduklarını imâ etmeleri. Başta da sonda da “çok daha” vurgusuyla karşılaşıyoruz: “Bilinmelidir ki, bugün, 12 Şubat’tan çok daha kararlı ve umutluyuz!” Ve: “…işbirliğimizin çok daha güçlü bir şekilde devam edeceğini…”

Mâkûl düşünürsek, bütün bunlardan çıkaracağımız sonuç, önümüzdeki dönemde, yani seçime gidiş, seçim ve ertesinde Altılı Masa’nın siyasî hayatta belirleyici özne olacağı. Zira hâlihazırdaki eğilime göre, başkanlığı kazanacaklar, mecliste de çoğunluğu oluşturacaklar. Anayasa için yetmeyecek belki, ama birçok şeye yetecek.

NELERE YETECEK?  

İşte bunu sorduğumuz anda rüzgâr esiveriyor, iyi kapatılmamış pencereler iki taraftan açılıyor, Altılı Masa’nın varlığıyla yarattığı olumlu hava, millî felaket simgemiz “cereyan” yüzünden dağılıp seyrelmeye başlıyor. Çünkü neye yeteceğini bilmiyoruz. Çünkü altı lider ve partileri, ortak siyasî zemine dair sadece Güçlendirilmiş Parlamenter Sistem’i ortaya koymakla yetiniyorlar, izlenecek yola ve muhtemel hedeflere dair hemen hiçbir şey söylemiyorlar. Sadece ortadan kaldırmayı istedikleri olumsuzlukları sayıp döküyorlar ki, hepimiz bunları zaten biliyoruz, çünkü altlarında eziliyoruz.

Olumsuzluklar, Altılı Masa aktörlerine göre, “ülkemizi hızla felakete sürükleyen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sisteminin doğal sonuçları”. Sayıyorlar: “Ekonomide iflas, iç ve dış politikada itibarsızlaşma, kamu kurum ve kadrolarındaki çürüme”… Siyasî program niyetine elimizde hiçbir şey yokken bunlar yeterli mi? Elbette değil.

Haklarını teslim edelim, bu kadar ketum bildiriler hazırlarken, temel sorunlar arasına “yaşanan sosyoloji ve psikolojik çöküntü”yü katmış olmalarını -hele bizim siyasî ortamımız için- kesinlikle derinlikli bir bakışın ürünü saymalıyız. Aynı şekilde, beylik siyasî jargon parçaları yerine “hayal kırıklığı” kavramını seçip kullanmış olmalarını da hayra yoruyorum: “Milletimizin bunca senedir uğradığı hayal kırıklıklarının farkındayız. Bu hayal kırıklıklarını gidermek üzere…”

Fakat bu olumlu unsurlar, Altılı Masa projesinin yapısal gözüken temel zaaflarını gidermeye yetmiyor.

Gerisini yazının devamında konuşalım.