YAZARLAR

'Altılı Masa'ya Açık Mektup'a eleştiriler ve bir davet

Bu ülkenin entelektüelleri olarak gelecekten kaygılıysak eğer, giyelim Emile Zola gömleğimizi ve Altılı Masa’yı itham edelim, suçlayalım. “Namuslu… insan[lar] olarak tüm gücüm[üzle] ayaklanıp bu gerçeği size haykıracağı[z] sayın [genel] başkan[lar]” diyelim ve onların neden Emek Özgürlük İttifakı’nın çağrısını görmezden geldiklerinin hesabını soralım.

Geçtiğimiz hafta, kimisi hocam, arkadaşım kimisi de öğrencim onlarca değerli akademisyen Altılı Masa'ya Açık Mektup başlıklı bir bildiri yayınladılar. Yayınlanan bildiri gayet önemli. Zaten oldum olası söylemek yerine söylenmeyi şiar edinegelmiş, 2016 Ocak’ındaki Barış İçin Akademisyenler Bildirisi’nden sonra ordinaryüs vantrologluğa terfi etmiş Türkiye akademisinin içindeki aykırı kalemlerin, seçimlere ramak kala muhalif ittifaktan beklentilerini yazıya dökmeleri ve Millet İttifakı’ndan bu konuda açıklama beklemeleri bile başlı başına önemli.

Yeri gelmişken, kendi koordinatlarımı da açıkça belirtmek isterim. Mektubu önemsediğimi yazmıştım; zamanlamasıyla, diliyle, gündeme taşıdığı sorularıyla hiç de göz ardı edilecek bir metin değil. Ben bu yazıda, onların Millet İttifakı’na yönelttikleri sorulara yanıt vermeye çalışmayacağım; zira mektubun muhatabı, tarafı değilim. Sordukları sorularla ilgili düşüncelerimi paylaşmaya, nâçizâne katkıda bulunmaya çalışacağım. Mektup’a ilişkin temel eleştirim, sorulması gereken soruları -zurnanın zırt dediği yerdeki soruları- sormaktan imtina edip detayda boğulmasıdır. Sahi, Altılı Masa sırf bu mektuba cevap vermek için toplansa ve her bir soruya cevap verse ne olurdu; dahası cevap vermiş olsaydı iyi mi yapmış olurdu, kötü mü? Ben Altılı Masa’dan cevap bekleme hakkımız olan soruların bu altı soru olmadığını düşünüyorum. Ve sonuçta, sadece bu mektubu kaleme alanlar değil, ülkenin demokratikleşmesi için elini taşın altına koyan tüm dostları, Altılı Masa’nın cevaplamak hem de acilen cevaplamak zorunda olduğu temel soruyu sormak üzere bir araya gelmeye davet ediyorum.

ALTILI MASA 2+4 MÜ?

İzninizle sırayla gidelim. Mektup çok doğru bir tespitle “Ülkemiz[in] hayati öneme sahip, hatta varoluşsal bir seçime doğru gi[ttiği]” ve “Bu seçimin sonucu[nun], ülkedeki siyasi rejimin geleceğini, Cumhuriyetimizin kimliğini, vatandaşların bireysel özgürlük ve refah seviyelerini ve bürokratik kurumların niteliğini temelden etkileye[ceğini]” belirterek başlıyor. Hemen hemen sevgili dostlarımın, hocalarımın bu mektubun metnini çattıkları dönemde ben de “Her seçim önemlidir, her seçim ülkenin siyasal çizgisini belirler. Bu açıdan her seçim, bir seçimdir, tercihtir ama geriye dönüp baktığımızda bazı seçimlerin ülkelerin siyasal tarihlerinde önemli kırılma anlarına denk geldiklerini de görürüz.” şeklinde düşüncelerimi ifade etmeye çalışmıştım. Mektup yazarlarıyla hemfikirim.

Mektup “…bu önemli seçim arifesinde, muhalefet partileri arasında yapılan işbirliğini son derece önemli bul[duğunu]” dile getiriyor; şüphe yok ki haklılar. Masanın iki önemli kurucusunun CHP ve İYİP olduğu” da su götürmez ama ben “.. diğer dört partinin varlığını[n]” sadece  “…temsili genişlettiği için önemse[nmesini]” doğru bulmuyorum. Oy oranlarına bakılmaksızın, Millet İttifakı bileşenlerinin temel fonksiyonlarından birinin de Cumhur İttifakı’nın bir Milliyetçi Cephe’ye -hatta bir Vatan Cephesi’ne- dönüş(ebil)mesini engellemek olduğunu düşünüyorum. Düşüncelerimi ve eleştirilerimi şöyle örnekleyeyim: Mektup yazarları, Saadet Partisi’nin Millet İttifakı’na katkısının “temsili genişletmek” yani Millet İttifakı’nın Saadet Partisi’nin kalibresince daha fazla oy almasına vesile olmak olduğunu düşünmekteler. Farzımuhal Saadet Partisiz bir Millet İttifakı müstakbel seçimlerde -söz temsili- yüzde 1 civarı daha az oy alırdı, bu nedenle bu partinin varlığı da bu açıdan önemli demeye getiriyorlar. Oysa AKP ile aynı siyasî geleneklerden gelen Saadet Partisi’nin Millet İttifakı’nda yer alması -biraz önce de yazdığım gibi- sadece temsil açısından değil, Cumhur İttifakı’nın birçok konuda elini kolunu bağlayabilmesi açısından da önemlidir. DEVA, Saadet ve Gelecek Partileri’nin varlığı Cumhur İttifakı’nın kendisini, Şer Cephesi’ne karşı göğsünü siper eden bir Neo-Milliyetçi/Vatan Cephesi gibi konumlandırabilmesinin de önündeki en büyük engeldir.  Mevzu sadece temsilin genişletilmesine indirgenmemelidir.

Metne dönelim. Mektup yazarları çok ama çok haklı olarak “Türkiye Cumhuriyeti’nin ikinci yüzyılını demokrasiyle taçlandırmak için önce seçimleri[n] kazan[ıl]ma[sı] gerek[tiğini]… Bu somut hedefe ulaşmak için Altılı Masa’nın kullanacağı araçları netleştirmesi ve karar alma süreçlerinde muhalif kamuoyunun tercihlerini dikkate alacak bir katılım mekanizmasını da kurması/şekillendirmesi gerektiğini düşün[düklerini]” belirtmekteler. Nitekim Masa’ya sordukları soruların da bu amaç etrafında şekillendiğinin altını çiziyorlar.

Daha önce de dile getirmeye çalıştığım gibi, Türkiye akademisinin böyle bir amaç etrafında bir metni kaleme almış olması beni ne kadar heyecanlandırıyorsa, soruların muhteviyatı da bir o kadar sukutuhayale uğratıyor: Dağ -hadi “fare” demeyeyim ama- cüssesine münasip bir evlat vermedi kucağımıza; hiç değilse bir “tepecik” doğursaydı bari.

ORTAK ADAY SORUSUNUN CEVABI NEREDEYSE BELLİ DEĞİL Mİ?

Mektup yazarları “..ortak adayın açıklanmasının ertelenmesi[nin] birçok muhalif seçmeni kaygılandır[dığı]” düşüncesinden hareketle, Masa’ya “Ortak aday ne zaman ilân edilecektir?” sorusunu yöneltmekteler. Sahi, Millet İttifakı Cumhurbaşkanı adayının “ibibikler öter ötmez, sütler kaymak tutar tutmaz” ilânı bu kadar elzem midir? Sanmıyorum! Sorun sadece ne kadar erken o kadar iyiye indirgenebilir mi -ki tersi de doğru olmazdı?

Seçimlerin kaderini belirleyecek olan temelde üç ittifak var. Bunlardan sadece Cumhur İttifakı’nın adayı belli. Unutmadan not edeyim ki, ben “Cumhur İttifakı”nın sadece ve sadece ismen bir ittifak olduğunu, AKP-MHP işbirliğinin Erdoğan’ın adaylığını berkitmek üzere MHP’ye verilen tavizlerle şekillenen olsa olsa bir kooperatif olarak adlandırılabileceğini düşünüyorum. Velhasıl, Cumhur İttifakı hiçbir zaman bir aday belirleme sürecine girmedi; zaten Erdoğan’ın adaylığı üzerine inşa edildi.

Mektup yazarlarının da dikkatinden kaçmamış olacaktır ki muhalif ittifaklardan hiçbiri -bu arada Altılı Masa da elbette- adayını belirlemiş/ilân etmiş değil. Bu, adaylarını belirledikleri halde açıklamadıkları şeklinde okunabileceği gibi, pürüzlerin yaşanmakta olduğu şeklinde de yorumlanabilir; ancak kesinlikle “…birçok [yani istatistiki anlamda önem arz edecek miktarda bir] muhalif seçmenin bundan kaygılandığı” şeklinde yorumlanamaz. Sizce, Millet İttifakı henüz adayını ilân etmediği için sandığa gitmeyecek ya da Erdoğan’a oy verecek kaç kişi bulabiliriz? Millet İttifakı Adayı’nı belirlemediği için yaygara koparan sadece Erdoğan, ekibi ve medyasıdır; kaygılanan da Mektup yazarları olsa gerektir. Elbette ki söylediklerim aday belirleme sürecinin önemsiz olduğu ve ağırdan alınması gerektiği şeklinde de yorumlanmamalıdır.

Bunun yanında, Millet İttifakı’nın ilân edilmemiş cumhurbaşkanı adayının Kemal Kılıçdaroğlu olduğunu tahmin etmek de zor olmasa gerek: Akşener kapıları tümden kapatıp kendine müstakbel başbakan elbisesi diktirdiğine, Masa mensupları da sık sık adayın masadan birinin olması gerektiği konusunda görüşler açıkladığına göre endişe nedir? Gültekin Bey’in aday gösterilmesi mi? Haklı bir endişe olabilir! Unutmadan, Kılıçdaroğlu’nun müstakbel adaylığının sadece Masa’da tartışılmadığını, bunun CHP içinde de bir sorun teşkil ettiğini ve Kılıçdaroğlu’nun aday olup olmamasında bu faktörün de belirleyici olacağını not etmek gerekiyor.

ALTILI MASA'NIN İMAMOĞLU DAVA STRATEJİSİ AÇIKLANMALI MI? 

Mektup yazarlarının Altılı Masa’ya yönelttikleri bir diğer soru İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu hakkında açılan dava ile ilgilidir. Bununla ilgili olarak Mektup’ta şu soru sorulmaktadır: “Altılı Masa’nın bu yargı müdahalesine karşı ortak stratejisi nedir? İmamoğlu’nun siyasi yasaklı hâle gelmesinin ve İBB’ye kayyum atanmasının önüne nasıl geçileceği düşünülmektedir?”  Çok samimi olarak söyleyeyim bunu ben de merak ediyorum. Lakin değerli dostlar, kendimizi Masa’daki 6 siyasî partinin kurmayları yerine koyalım: Böyle bir soru parti yetkilisi olarak bize sorulsa bu konudaki tüm hareket planlarımızı, SWOT analizlerimizi vb. bize bu soruyu soran akademisyenlerle ya da gazetecilerle paylaşır mıydık? Ben paylaşmazdım. Mektup’taki  bazı soruların gereksizliğine bir örnek olarak not edilmesini arzu ederim.

Benzer bir husus Mektup’un 3. sorusu için de geçerlidir. Yanlış anlaşılmamak için 2. ve 3. sorulara dair eleştirilerimi bir daha özetleyeyim. Bu sorular önemsiz, kofti sorular değil. Altılı Masa’nın kurmaylarının çok yoğun mesai harcayarak detaylı ve alternatifli hareket planları hazırlamaları gereken sorular. Mektuptaki sorular önemsiz değil olsa olsa yersiz: Neden Masa’daki parti kurmaylarının bu planları bizlerle paylaşmasını istiyoruz ya da isteme hakkını kendimizde görüyoruz ki?  Yine, yine söylemek istiyorum: tıpkı Mektup’taki soruda olduğu gibi Masa bileşenlerinin “…parlamento seçimlerine ortak bir liste ile mi” gireceği, yoksa “Altılı Masa üyesi partilerin milletvekili adayları[nın] birbiriyle rekabet içerisinde mi olaca[ğı]” hayatî öneme sahip bir soru/sorundur.  Altılı Masa kurmaylarından olsaydım günlerce aylarca bu soruna çözüm bulmak için uğraşır, bu sorunun önemini kurmay-arkadaşlarıma anlatmaya çalışırdım; ama kamuoyuyla uluorta paylaşmaz; paylaşmam gerektiğini bile düşünmezdim.

SEÇİMDEN SONRA DENETİM VE KARAR MEKANİZMALARI 

Mektup yazarlarının bir diğer sorusu ise şu şekildedir: “Anayasamıza göre, yürütme erkinin siyasi denetimi parlamento tarafından yapılır. Dolayısıyla, seçileceği düşünülen başkan adayı Altılı Masa’nın öngördüğü icraat programını uygulamadığı takdirde, masa üyesi partilerin parlamento dışında bir denetim ve yaptırım uygulaması, anayasaya aykırı bir duruma işaret edecektir. Dolayısıyla, masa üyesi bütün partilerin parlamentoda olması gerekir. Özellikle, Altılı Masa’nın her temsilcisinin yürütme sürecinde de etkin olmayı amaçladığı düşünüldüğünde, DEVA, GP, DP ve Saadet Partisi’nin CHP ve İYİ Parti listelerinden mi seçime girmeleri planlanmıştır? Bu durum Altılı Masa’daki temsilcilerin karar alma süreçlerinin objektifliğini nasıl etkileyecektir?”

Hadi düşünelim: Seçim olmuş, Millet İttifakı adayı Cumhurbaşkanlığını kazanmış ama Masa’daki liderlerden diyelim ki birisi Parlamento dışında kalmıştır. Özetle bu lider Masa’dadır ama Parlamento’da değildir. Yeni cumhurbaşkanı ise -hadi onun da Masa’daki biri olduğunu düşünelim- Masa’da verilen sözlerden yan çizmeye başlamıştır. Mektup yazarlarının sorusu şudur: Masa’daki 5 kişi (diğer bir tanesi artık yeni Cumhurbaşkanımız ya) müstakbel cumhurbaşkanımıza parmaklarını sallayıp onun kulağını çekmek isterlerse ve bu beş kişiden biri de eğer milletvekili değilse ne olacak?  Mektup’taki sorular zurnanın zırt dediği yeri es geçip detayda boğulmaktadır diye yazmıştım sanırım. Ha keza Babacan geçtiğimiz günlerde, Masa’daki genel başkanların Cumhurbaşkanı Yardımcılığı pozisyonlarına getirilme alternatiflerinin gündemde olduğunu söyledi zaten -ki başlı başına bu açıklama bile içlerinden bir tanesini müstakbel Cumhurbaşkanı namzedi olarak düşündüklerine delâlet etmektedir.

Mektup’taki beşinci soru hiç de haksız görünmüyor: Kararların oybirliği ile alınması elbette önemli ama bir o kadar da önemi bir husus esnek ve hızlı karar alabilmek ve hamle yapabilmek. Dilerim Altılı Masa oy birliğinden vazgeçmeden hızlı karar alabilmeye imkân verecek ara formlar üzerinde çalışıyordur: Ha, bu konu üzerine çalışıp da bir tarz-ı siyaset ürettilerse de bunu kamuoyuyla paylaşmaları elzem midir ya da paylaşmaları kamuoyunun ilgisini ne kadar çeker veyahut da seçmen tercihlerini ne kadar etkiler orası ayrı bir mevzu; zaten benim eleştirim de bu noktada.

Altılı Masa’ya son soru, “Biz sizi destekliyoruz. Başarısız olursanız, halimiz nic’olur. Müstakbel aday da bedel ödesin” minvalindeki sorularıdır. Dostlar, sahi bu soruya nasıl bir cevap bekliyorsunuz? Ya da soruyu cidden cevaplansın diye mi sordunuz? Hadi Altılı Masa liderleri kalkıp ciddi ciddi “şu, şu bedeli ödeyeceğiz ekmek çarpsın ki!” dedi. Elinize ne geçecek, inanacak mısınız?

Tekrar edeyim, Mektup yazarlarının soruları asla önemsiz değil; örneğin Altılı Masa kurmayları, liderleri, muhalif akademisyenleri bir araya getirip “Nelere dikkat etmemiz gerektiğini bize bir rapor edin lütfen” deselerdi kesinlikle ve kesinlikle bu altı maddenin yazılması gerekirdi. Lakin bunların bir Açık Mektup halinde Masa’ya sorulması elzem midir, yoksa naif bir gayretkeşlik midir işte orası tartışılır.

 ZURNANIN ZIRT DEDİĞİ YER VE BİR DAVET

Ben, Altılı Masa’ya sorulması gereken temel sorunun HDP ile işbirliği sorusu olduğunu düşünüyorum. Seçimler yaklaştığından bu yana HDP yetkililerinin işbirliği konusunda yaptığı açıklamaları bulup yazıya eklemeye bile üşeniyorum. Sadece bir örnek vermekle yetineyim: Daha birkaç gün öncesinde Mithat Hoca Halk TV’de İsmail Küçükkaya’nın sabah programına katıldığında “Açık müzakere ve doğrudan diyalog olursa ortak adayı destekle[yeceklerini]" dile getirmişti.

Altılı Masa’nın HDP’ye karşı tavrı ise “Nasıl olsa bize oy vermek zorundalar” ötesine nadiren geçiyor. Meral Hanım’ın bu konudaki tavrı ise Bahçeli’nin HDP’ye yönelik tavrının laciverti.

Peki bu durumda biz “Ülkemiz[in] hayati öneme sahip, hatta varoluşsal bir seçime doğru gi[ttiğini]” ve “Bu seçimin sonucu[nun], ülkedeki siyasi rejimin geleceğini, Cumhuriyetimizin kimliğini, vatandaşların bireysel özgürlük ve refah seviyelerini ve bürokratik kurumların niteliğini temelden etkileye[ceğini]” düşünen akademisyenler Altılı Masa’ya bu soruyu sormayacak mıyız?  Ben, verecekleri cevaba göre ülkenin kaderini ilk turda değiştirecekleri, demokratikleşmenin önünü açacakları, siyasal şiddet savunucularının seslerini kesecekleri temel sorunun “Millet İttifakı’nın neden Emek Özgürlük İttifakı ile işbirliği ve istişare içinde bir ortak aday belirleme yoluna gitmedikleri” sorusu olduğunu düşünüyorum.

Bu ülkenin entelektüelleri olarak gelecekten kaygılıysak eğer, giyelim Emile Zola gömleğimizi ve Altılı Masa’yı itham edelim, suçlayalım (J’Accuse)  “Konuşmak ödevim[izdir], [başarısızlığınızın] suç ortağı olmak istemiyoru[z]” diyelim. “Namuslu… insan[lar] olarak tüm gücüm[üzle] ayaklanıp bu gerçeği size haykıracağı[z] sayın [genel] başkan[lar]” diyelim ve onların neden Emek Özgürlük İttifakı’nın çağrısını görmezden geldiklerinin hesabını soralım.

Var mısınız?


Mete Kaan Kaynar Kimdir?

1972 yılında Ankara’da doğan Prof. Dr. Mete Kaan Kaynar, Hacettepe Üniversitesi Kamu Yönetimi Bölümü’nden mezun oldu. Yüksek lisans ve doktorasını aynı bölümde tamamladı. Çalışmalarına bir süre Westminster Üniversitesi, Centre for Study of Democracy’de misafir araştırmacı olarak devam etti. Halen Hacettepe Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Siyaset ve Sosyal Bilimler Anabilim Dalı öğretim üyesi olarak görev yapmaktadır. Türkiye siyasî hayatı ve kurumlarının yapısı, tarihsel dönüşümü, işlev ve işleyişlerini konu edinen çeşitli makale ve kitapların yazarlık ve editörlüklerini yapmıştır. Bunun yanında muhtelif gazete, dergi ve haber platformlarındaki güncel yazılarına da devam etmektedir. Mete Kaan Kaynar, Ankara Dayanışma Akademisi Kooperatifi (ADA), Bilim, Sanat Eğitim, Araştırma ve Dayanışma Derneği (BİRARADA), Eğitim ve Bilim Emekçileri Sendikası (Eğitim-Sen) 5 Nolu Şube ve Özgür Üniversite gibi kuruluşların gönüllüsü, Devrim Deniz, Umut Nazım ve Ekin Eylem’in babasıdır.