Altın Portakal Film Festivali… O bağlar niye çözülemiyor?

Güçlü estetiğiyle, okuduğum ilk günden bu yana heyecanla sinemaya uyarlanmasını beklediğim 'Bağlar' nihayet Daniele Luchetti yönetmenliğinde 57. Altın Portakal Film Festivali’nde izleyicilerle buluştu. Yönetmenin metne olan sadakati her ne kadar okur ve izleyiciyi eşitleme çabası gibi görünse de metnin estetiğindeki mektupların beyazperdeye sığ bir şekilde yansıdığını söylemekte beis yok.

Google Haberlere Abone ol

Sanatın son yıllarda en çok ilgilendiği meselelerin başında “ev” geliyor. Evin, toplumların inşasındaki rolü, devlet kontrolünün meşrulaştırılmasında önemli bir özne olması da “ev”in önemini artırıyor. Örgütlenmenin ve dağılmanın başladığı ilk yer olan “ev” bir noktada toplumların özeti oluyor. Geçtiğimiz yıllarda Yüz Yayınları tarafından, Meryem Mine Çilingiroğlu çevirisi ile basılan, Domenico Starnone’nin 'Bağlar' adlı romanı aile kurumunun dağılışını kuvvetli bir edebi estetikle ele alıyor. Ailenin yıkılışını iki zamanlı gösteren roman, kadın karakterin düşüşü, toplumsal normlar altında ezilişi ve daha sonrasında yaşadığı gerçekliği kabullenip benliğini yeniden inşa etme serüvenini irdelerken, erkek karakterin yine toplumun ona sunduğu eşitsiz imkanları, özgürlük kılıfıyla süsleyip, asıl sorumluluklarından, dayanışmacı bir yaşamdan uzaklaşıp sürüklenmesini ele alıyor. Starnone’nin edebiyatta yarattığı bu güçlü anlatı, her iki karakterin de içine düştüğü buhranı ele almasıyla önemli bir yazarlık mahareti olarak okunabilir. Makro düzeyde devletin, mikro düzeyde ailenin yarattığı bu kaosun finalinde ‘bağlar’ı kopan çocuklarla final yapması bize kuşaklar arası taşınan yıkımı bir kez hatırlatıyor.

RİSK ALAN: UYARLAMA

Güçlü estetiğiyle, okuduğum ilk günden bu yana heyecanla sinemaya uyarlanmasını beklediğim 'Bağlar' nihayet Daniele Luchetti yönetmenliğinde Altın Portakal Film Festivali’nde izleyicilerle buluştu. Gelgelelim riskli bir alan olan uyarlama meselesi yönetmenin ayağına dolanmış gibi görünüyor. Metne olan sadakati her ne kadar okur ve izleyiciyi eşitleme çabası gibi görünse de metnin estetiğindeki mektupların beyazperdeye sığ bir şekilde yansıdığını söylemekte beis yok. 1980’lerin Napolisi ve günümüz Roması arasında gidip gelen film, yıkımın başladığı ilk an üzerine kurulan sahnelerde inandırıcılığı sağlayamıyor. “Aldatma” ve “aldatılma” başlı başına ele alınabilecek ve her iki tarafı da artık eskisi gibi olmadığı bir dünyaya sürükleyecek olan bir durumken,  beyazperdede ‘sakin’, ‘çok sakin’ ele alınıyor. Burada elbette yönetmenin görmek istediği hikayenin başka bir noktası olabilir ama uyarlamalarda izleyicinin karşısında gördüğü hikayeyi başka bir sanat disipliniyle tanıdığını es geçmemek ve aynı ‘yalana’ bir kez daha inanmaya muhtaç olduğunu unutmamak gerek.

ATMOSFER NE KADAR İNANDIRABİLİR?

İtalyan sinemasının önemli isimlerinden olan Luchetti’nin kurduğu hikayenin eksik kalan inandırıcılığını filmin atmosferiyle bir nebze telafi etmeye çalıştığını da söyleyebiliriz. Ağır adımlarla yükselen tempo da yine atmosfere hizmet eden diyaloglarla iyi kotarılmış görünüyor.

Sinemanın imkanlarını düşününce mektup bölümlerini aktarmak için yönetmenin elinde işler imkanlar olduğunu görüyoruz fakat bunu tercih etmemesi, bizi finale taşırken yalnız bırakıyor. Filmin dönüşüm noktası olan bağcıkların yeniden bağlanması ve kutsal ailenin inşasındaki çocuk-ebeveyn ilişkisine gelinceye kadar olan noktada iki kadın üzerinden verilen ‘aşk’, ‘sadakat’, ‘ihanet’, ‘kutsal aile’, ‘savrulan çocuk’ eleştirisi maalesef izleyiciye atmosfere ve gittikçe zayıflığından kurtulan senaryoya rağmen geçmiyor.

En nihayetinde romanda sıkıca bağlanan bağcıklar filmde çözülmeye çok yakın ve o çocuklar düşerken çok korkuyor!