Altın Portakal Günlükleri 5: Beni kör kuyularda…
59. Antalya Altın Portakal Film Festivali Ulusal Uzun Metraj Film Yarışması’nın üçüncü gününde İsmet Kurtuluş ve Kaan Arıcı’nın yönettiği "LCV" (Lütfen Cevap Veriniz) ile Özcan Alper’in “Karanlık Gece” filmleri seyirciyle buluştu.
Antalya’da Özcan Alper’in “Karanlık Gece” filmi bitip de ekran karardıktan sonra, Atatürk Kültür Merkezi önü, otel servisleri ve akşam yemeklerinin gündemi Emin Alper’in "Kurak Günler" filmiyle tematik benzerlikleriydi. Sektörün içinde olanlar böyle bir benzerliğe dair söylentiler duymuştu ama açılış, hikâye ve metafor (bu ara obruklar sinemamızın yeni gözdesi) fazla örtüşüyor. Öncelikle Özcan Alper’in filmini 2019’da çektiğini belirtelim. Yani tamamen tesadüf. Benzer bir durum 2012 yılında Adana Altın Koza’da da yaşanmıştı. Yeşim Ustaoğlu’nun "Araf" ve Pelin Esmer’in "Gözetleme Kulesi" filmleri benzer konu ve temaları taşıyordu.
Yalnız tesadüf tek başına açıklayıcı olmayacaktır bence. En nihayetinde tesadüfler de zorunlulukların sonucu değil mi! Bizim geniş bir zamanda bu zorunlulukları masaya yatırmamız gerekiyor. Ülkenin bir linç rejimiyle idare ediliyor olması mı, memleket aydınının meseleleri kavrama düzeyinin aynılığı mı, yaratılan korku ikliminin yaratıcıyı benzer bir forma mecbur kılması mı, yoksa sadece “aklın yolu bir” mi? Rahmetli İlhan İrem’in dediği gibi “sorular türlü çeşitli, yanıtları yine öyle”…
Dönelim "Karanlık Gece"ye. Bence "Kurak Günler" ve "Karanlık Gece" arasında tematik benzerlik dışında hem estetik tercihler hem de hikâyeye yaklaşım açısından büyük farklar var. Emin Alper, güçlü bir atmosfer ve seyircinin adrenalinini yükseltecek bir yolu tercih ederken Özcan Alper, daha sakin ve riskli bir yola giriyor. İki büyük risk alıyor Özcan Alper, ilki mağdurun değil suçlunun dünyasına girme kararı. Çünkü seyircinin gözünde zaten suçlu olan, ‘kötü’ olan bir karakterin izini sürmek bu sırada seyircinin karaktere ilgisini diri tutmak ve onunla empati kurmasının da önüne geçmek hayli zor bir iş. İkinci olarak karakterinin suçunu daha ilk dakikada açık ediyor. Yarım saat dolmadan da polisiye gizemini bile isteye ele veriyor… Açılıştaki sahnenin nasıl sonuçlandığını gösterdikten sonra geriye, yedi yıl sonra köyüne dönüp parçası olduğu linç girişiminin yarattığı vicdan azabıyla boğuşan İshak kalıyor.
Özcan Alper, suçun toplumsallığı, düzenin bekası için suç ortaklığının devamlılığı ve olası bir pişmanlık/ vicdan sızlaması durumunun anlamsızlığını ortaya koymaya çalışıyor. En nihayetinde İshak’ın onu yavaş yavaş delirten vicdan azabını dindirme serüveninin nereye varacağı sorunu önem kazanıyor. Çünkü lincin parçası olmuş birinin dünyasına girmek riskli. Hikâyeyi nereye bağlayacağınızı, nasıl sonlandıracağınızı doğru seçmezseniz, “vicdanlı katil” hikayesi anlatırsınız. Özcan Alper öyle yapmıyor neyse ki. Senin vicdanının hiçbir değeri yok; yapacağın hiçbir şey, yaptığın şeyi affettirmeyecek demeye getiriyor bir yerde. Güncel siyasete dair bir yorumda bulunacak olsam, “bu devir kapandıktan sonra ortaya çıkacak pişmanlıklara böyle bakmalıyız demeye getiriyor sanki” derdim.
Özcan Alper, önceki filmlerinde bolca kullandığı metafor ve melankoli ögelerini sadeleştirmiş “Karanlık Gece”de. Ama imzası sayılacak kimi kadrajlar duruyor yerli yerinde. Özcan Alper filmlerinde karakterlerin yüksek bir yerden derinliğe doğru baktığı anlar hep olur. Ama o derinlik, kameranın kadrajı içindeki bir engelle kesilir. Daha büyük bir dağ ya da yoğun sis ufuksuzluk hissini kesip atar. Sen ne kadar yükseğe çıkarsan çık, engin bir ufuk açılmayacak karşında demeye getirir adeta. Yine filmlerindeki doğa ile kurulan yoğun ilişki burada da mevcut.
Gelgelelim, aksayan yönleri de var “Karanlık Gece”nin. Süresi biraz daha kısalabilirmiş sanki. İshak’ın dönüp dolaşıp obruklara girdiği orta bölüm fazla tekrarlar içeriyor. Linç sahnesi yeterince güçlü etki bırakmıyor, tam olamamış duygusu yaratıyor izlerken. Kasabanın öfkesinin kurbanı olan Ali’nin baba ve ablası yeterince değerlendirilemiyor, arada bir yerde kalıyorlar. Alper’in İshak ile baba/abla arasındaki ilişkiyi minimuma indirmesi anlaşılır. Çünkü böylesi bir ilişki seyircinin karaktere sempati duymasıyla sonuçlanabilirdi. Ama baba ve abla karakter olarak işlev kazanamadıkları gibi onları canlandıran oyuncular Taner Birsel ve Sibel Kekilli de kazanamıyor. Ali karakterinin fazla kentli olduğu düşüncelerine ise pek katılmıyorum çünkü karakterin kendisi de durumun kabul ediyor zaten. İshak’ı canlandıran Berkay Ateş ise ayrı bir övgüyü hak ediyor. Zor ve çok katmanlı bir rolün altından başarıyla kalkıyor oyuncu. Berkay Ateş, tam bir sinema yüzü gerçekten. Köylü, işçi, katil, zengin, fakir… Hangi role koysanız üzerinde ustalıkla taşıyor…
Özcan Alper ilk filmi “Sonbahar” ile çok ses getirmişti. Sonrasında ne çekse bu filmle karşılaştırıldı. “Karanlık Gece”, bu kısır döngüye son verecek bir film kanımca.
Festivalin son günü için Cem Yiğit Üzümoğlu günü de diyebiliriz. Özcan Alper’in filminde Ali karakterini canlandıran oyuncu, yarışmadaki "LCV" (Lütfen Cevap Veriniz) filminde de başrol olarak yer alıyordu. Tek mekanda, üç kişi arasında geçen ‘dram/komedi’ "LCV". Pilot Semih ve kabin görevlisi Ceren’in düğününün hemen öncesinde ‘damat ve gelin odası’nda başlayıp bitiyor film. Semih’in ‘kanka’sı yine bir kabin görevlisi olan Mert nikaha çok kısa bir süre kala, müstakbel gelin ve damadın arasını açacak sorular sormaya, mevzular açmaya başlıyor. Mert’in bu çıkışına anlam vermeye çalışan Semih ve Ceren sakin kalmak yerine meseleleri daha da deşince karanlıkta bir şey kalmıyor açıkçası.
“Son Şnitsel” adlı kısa filmleriyle gündem olan, “Donadona” adlı ilk uzun metrajları bu yıl İstanbul Film Festivali’nde gösterilen yönetmenler İsmet Kurtuluş ve Kaan Arıcı için bu film özelinde olumlu şeyler yazmak zor açıkçası. Erdi Işık’ın senaryosu fazlasıyla tiyatro sahnesi için olduğunu hissettiriyor öncelikle. Metin, seyirciyi tavlayacak komedi unsurlarına da sahip. Nihayetinde Semih, Ceren ve Mert arasındaki üçlü ilişkinin yarattığı durum komedisine bir de seks esprileri eklenince bu kaçınılmaz. Ama film komediye yaslanmayıp karakterlerin duygularını seyirciye aktarmaya niyetlendiğinde bu his geçmiyor. Tam da burada metnin görselleştirilmesiyle ilgili bir sorun baş gösteriyor. Şöyle ki, filmi baştan sona gözlerimizi kapatarak izlesek bırakacağı etkiden fazla bir şey kaybetmez. Yani karakterlerin hislerinin, mekandaki atmosferin görsel tasarımı hayli sorunlu. Üstelik metin bunu daha da kapalı hale getiriyor. Odaya girecek aileden birisi, nikah salonu görevlisi vb. buluşlar bir süre sonra oluşan rutini kırabilirdi ama böyle bir yol tercih edilmiyor.