Amalek’ten geriye: Bu zafer mi şimdi?
Son savaşın yıkım bilançosu yok olan değil daha sert dönüşler yapacağını gösteren bir bilenmişliğe işaret ediyor. Halk Gazze’nin kuzeyinden korkunç bedeller ödeyerek güneye geçti ama Gazze’yi terk etmedi. Parçalanan elleriyle toprağa tutunanlar sürgün senaryosunu reddediyor. Hamas olsun ya da olmasın Filistin’in sapanı taşsız kalmayacak.
Hamas’ın sarsıcı 7 Ekim baskını ve bunu fırsata çeviren İsrail’in yürüttüğü soykırım savaşı pek çok açıdan turnusol kâğıdı işlevi görüyor.
İşgalci ve sömürgecinin (olmayan) kendini savunma hakkı ile işgal ve sömürge altındaki halkların direniş hakkı arasındaki gri alanlarda ‘demokrat’, ‘medeni’ ve ‘ilerici’ pozlarla dolaşanlar yüzlerindeki maskeyi indirdi.
Hamas’ı “IŞİD”, 7 Ekim’i “Yahudilere karşı soykırım”, Gazze’yi cehenneme çeviren bombardımanı “İsrail-Hamas savaşı” olarak sunan anlatıya teşne yığınlar var. Öteki coğrafyalarda işgal ve sömürüden mustarip olanları da bu akıntıda görmek şaşırttı. Onlar da sürecin dayanılmaz taraflarına yazıldı.
Gazze’deki soykırıma itiraz edenleri “Hamas destekçisi” ve “anti-Semitist” olarak niteleyen boğucu, yanıltıcı ve ahlaksız bir propaganda epey etkili oldu. Hamas yanlışlarıyla veya günahlarıyla Filistin halkının vicdanında çarmıha gerilir ya da gerilmez ama bu durum, İsrail’in suç sicilini aklayamaz.
İsrail’in kendi düşmanları için kullandığı argümanları esas kabul edenler muhtemelen çatışmaların neden ve sonuçlarını anlama becerisini yitirdi.
***
Uygulaması dünden bugüne ertelenen geçici ateşkese kadar oluşan tablo taraflar açısından bazı sonuçlar çıkarmamıza imkân veriyor:
Her şeyden önce İsrail’e desteğini ‘sonsuz’ ve ‘sarsılmaz’ koduyla sunan, ateşkesi engelleyen ya da ateşkes çağrısına itiraz eden Batılı aktörler insani hukuk, savaş hukuku, temel haklar ve özgürlüklere dair ne varsa tüm değerler setini lağıma boca etti. Savaşa karşı sesini yükselten kitleler bir kenara Batılı hükümetlerin çoğu değerler dünyasında artık ‘münhal’ hükmündedir. İlk net sonuç bu.
Saniyen Arap ve İslam ülkeleri İsrail ve ABD’yi durduracak cesaret ve cesamette olmadıklarını kanıtladı. En çok gürültü çıkaran Erdoğan yönetimi de kendi sicilini tekrarladı: İsrail’i acıtacak hiçbir önlemi göze alamadı, ticari çıkarları her şeyin üzerinde tuttu, bu konuların Meclis'te tartışılmasına bile izin vermedi. Münafıklığın kitabı yeniden yazıldı.
***
Savaşan taraflar açısından durum, ilan edilen hedefler ile çıkan sonuçlar arasındaki uyum oranına göre değerlendirilebilir.
İsrail ilk etapta Hamas’sız bir Gazze’yi, ikince etapta Filistinsiz bir Gazze’yi hedefe koydu. Hamas’ın tünel ağıyla birlikte tamamen yok edilmesi ve Gazze’nin küçültülmesi dahil yeni bir gerçeklik yaratılması günlük demeçlere yansıdı.
Medyaya sızdırılan raporlar ve yol haritalarında Hamas’ın kökünden kazındığı Gazze’de imkan ve koşullara bağlı olarak farklı gelecek senaryoları üzerinde duruldu:
- İsrail’in Gazze’yi tamamen işgal etmesi ve Filistinlilerin Sina Çölü'ne sürülmesi ya da dünyaya dağıtılması.
- İsrail’in Gazze’yi kontrol altında tutup sivil işleri Filistin Yönetimi’ne bırakması.
- İsrail’in Gazze’yi kontrol altında tutup sivil işleri yerelde oluşturulacak yeni bir Arap iradesine bırakması.
- İsrail’in kontrolü bir süre sonra uluslararası bir güce bırakması.
- İsrail’in kontrolü bir süre sonra BM barış gücüne bırakması.
Ateşkes anlaşmasına kadar Hamas askeri ve siyasi bütünlüğünü korudu. Emir-komuta zincirinin kopmadığına dair tespitler yapılıyor. Ateşkes anlaşmasını mümkün kılan pazarlıklar da bu bütünlüğü teyit ediyor.
İsrail’in sürgün planı ise ikinci Nekbe olarak geniş bir itiraz cephesi ile karşılaştı. Mısır ve Ürdün bunu savaş nedeni sayacağını ilan etti. Filistinlileri Sina’ya sürme ya da başka ülkelere dağıtma planı şimdiye kadar alıcı bulmadı. İlk başta Filistinlilerin farklı ülkelere dağıtılması planını pazarlayan ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken üçüncü tur görüşmelerini tamamlarken İsrail’in önüne sınırlar koyan kriterlerle bölgeden ayrıldı:
- İsrail yeniden işgalci olmayacak.
- Filistinliler topraklarından sürülmeyecek.
- Gazze küçülmeyecek.
Yine de ABD’nin Hamas’ın olmadığı Gazze senaryosu için İsrail’le mutabakatını koruduğu ve Gazze için uluslararası güç seçeneklerini konuşmaya devam ettiği anlaşılıyor. Operasyonun uzaması halinde savaşın bölgeselleşeceği, ortaya çıkacak yeni denklemin Amerikan çıkarlarını tehdit edeceği, küresel rekabette ciddi aşınmalar olacağı öngörüsünden hareketle Biden yönetimi İsrail'in hedeflerini erişilebilir düzeye çekmesini bekliyor. Bu yavaş yavaş frene basılması anlamına geliyor.
Hamas’ın kökünü kazıma hedefinin gerçekleşebilir olmadığı tespiti öne çıkmaya başladı. Hatta İsrail hükümetine sunulan yol haritasında Gazze’de tam anlamıyla etnik temizlik ve sürgün kalıcı çözüm olarak sunulurken Hamas fikrini bu topraklardan kazımanın imkansızlığı gerçeğinden hareket ediliyordu.
***
İsrail rehinelere karşı tutuklular denkleminin tekrarına izin verilmeyeceğini ‘Hannibal Protokolü’nü daha ilk günden itibaren kendi topraklarında uygulayarak göstermeye çalıştı. Yani militanlarla birlikte rehineleri hatta müzik festivalinden kaçan kendi vatandaşlarını Hellfire füzeleriyle küle çevirmeyi başardı. Savaşın 47’nci gününde çocuk ve kadınlardan 50 rehineye karşı 150 çocuk ve kadın tutuklunun takasını kabul ederek geri adım attılar. İsrail kabinesindeki fırtınaya bakınca bunu hazmetmekte çok zorlandıkları anlaşılıyor.
Başbakan Benyamin Netanyahu, Biden’a bu savaşı sonuna kadar götürmezse İsrail’in tüm bölgede caydırıcılığını yitireceğini söylüyordu. Caydırıcılığın yeniden inşa edildiği söylenemez. Gazze 2-3 yılda bir çökertildiği halde dizlerinin üzerinden doğrulup İsrail’e daha güçlü salvolarla dönüyor. Son savaşın yıkım bilançosu yok olan değil daha sert dönüşler yapacağını gösteren bir bilenmişliğe işaret ediyor. Halk Gazze’nin kuzeyinden korkunç bedeller ödeyerek güneye geçti ama Gazze’yi terk etmedi. Parçalanan elleriyle toprağa tutunanlar sürgün senaryosunu reddediyor. Hamas olsun ya da olmasın Filistin’in sapanı taşsız kalmayacak. Gazze halkının Hamas’a kızıp Abbas yönetimine kapaklanacağı hesabının da bir karşılığı yok.
Caydırıcılığın inşasında bir diğer muhatap Hizbullah. ABD bölgeye iki savaş gemisi ve bir nükleer denizaltı göndererek İsrail’in soykırım savaşını ikinci ve üçüncü cephe açılmadan sürdürmesini temin etmeye çalıştı. Ama Hizbullah belirlediği angajman kurallarıyla kendi caydırıcılığını inşa ederken İsrail’i kuzeyde felç eden dikkatli bir çatışma senaryosuyla hareket etti. Tam kapasite savaş beklentisini karşılamasa da Hizbullah’a bakılırsa 8 Ekim-22 Kasım arasında elde edilen sonuçlar İsrail açısından son derece ciddi:
- Sınıra yakın 73 yerleşim merkezinde 70 bin kişi tahliye edildi.
- 40 askeri üste toplam 275 hedef vuruldu.
- 21 zırhlı araç imha edildi.
- 354 İsrail askeri öldü ya da yaralandı.
- 15 askeri depo, 21 elektronik karıştırma sistemi, 35 istihbarat sistemi, 170 kamera, 47 radar, 77 iletişim sistemi, 2 SİHA imha edildi.
- İsrail’in Lübnanlı sivillere yönelik saldırılarına misilleme olarak 5 yerleşim birimi hedef alındı.
Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah ilk konuşmasında izledikleri stratejiyle İsrail’in kara, deniz ve hava birliklerinin kapasitesini yüzde 30-50 oranında kuzeyde tutmayı başardıklarını söylemişti.
İsrail, Lübnan’ı taş devrine döndürme tehdidini tekrarlasa da Hizbullah’ın angajmanlarını dikkate alan bir misilleme ile yetinmek zorunda kalıyor. Burada ABD’nin Netanyahu üzerindeki baskıları da etkili. İlk önce Hizbullah’a çok sert mesajlar veren ABD’nin bu seviyedeki çatışmayı sindirdiği anlaşılıyor. Yemen’de Husiler İsrail’e füze göndererek direnişe desteğini gösterirken Irak’ta Haşd el Şaabi ve Suriye’de İran destekli milisler Amerikan güçlerinin bulunduğu 10 üsse 61 saldırı düzenledi. Bu saldırılar ABD’nin pozisyonunu değiştirmeye yetecek bir tehdit seviyesine ulaşmasa da savaşın bölgeselleşmesi halinde cephe hatlarının genişleyeceği yerleri işaretliyor. Geçen yaz Tahran’ı ziyaret eden ‘direniş ekseni’ liderlerinin belirlediği koordinasyon merkezinin Gazze savaşı ile birlikte devreye sokulduğu konuşuluyor. Sonuç itibariyle ABD’nin Bağdat, Şam, Beyrut üzerindeki baskı mekanizmalarının hiçbiri istediği düzeyde eylemsizliği temin etmedi.
İsrail-Amerikan ekseninde yarım bırakılmış bir eylemin düşmanları daha da güçlendireceği korkusu büyüyor. Fakat bu eylemi tamamlamaya yönelik senaryo İsrail’i ‘haydut devlet’, ABD’yi de ‘küresel bela’ konumunda daha da derinlere itebilir. Bunun da ötesinde NATO şebekesindeki kolektif Batı’nın dünyanın geri kalanına verebileceği bir vaaz kalmadı. Ukrayna’dan sonra Gazze hegemonyanın üstünlük piyesine sırıtkan bir perde ekledi.
***
Gazze’de Hamas’ın başını çektiği direniş koalisyonu bariyerleri yıkan, savaşı İsrail’e taşıyan ve kuralları değiştiren 7 Ekim hamlesiyle birkaç şeyi hedefliyordu: Filistinli tutukluların bırakılması, ablukanın kaldırılması, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’te İsrail’e sınır çekilmesi. Bunu yaparken bazı beklentiler de dile getiriliyordu. Hizbullah’ın tam anlamıyla İsrail’e dalması, Batı Şeria ve Doğu Kudüs’ün direnişe katılması, 1948 sınırlarındaki Filistinlilerin ayağa kalkması.
İsrail içindeki Araplar 2021’deki şaşırtıcı başkaldırının bir benzerini tekrarlamadı. Burada bir hayal kırıklığından söz edilebilir. Batı Şeria’da ise silahların devreye girdiği yeni bir çatışma eşiği belirdi. Batı Şeria’da İsrail adına gardiyanlık yapan Mahmud Abbas yönetiminin bir hiç olduğu tescillendi. Gazze’nin beklentisini karşılayan ölçeğe ulaşmasa da Cenin ve Tulkarim gibi yerlerde silahlı direniş uç verdi. Mısır’dan Gazze’yi besleyen damarların (tüneller) benzerini Ürdün üzerinden kurmak çok zor. O yüzden Batı Şeria ikinci Gazze olur mu sorusuna ihtiyatlı yaklaşmak gerekiyor. Batı Şeria’da bile kaybeden Abbas’ı İsrail tankı üzerinde Gazze’ye taşımayı düşleyen Amerikalılar da evdeki hesabın çarşıya uymayacağını anladı.
Filistinli gruplar Hizbullah’ın inşa ettiği caydırıcılığın bir benzerini Gazze’de kurmak istediler ama İsrail öldürme, yok etme ve hasar verme konusundaki sınır tanımazlığı ile buna geçit vermek istemiyor. ABD ve Avrupa’nın da silah stoklarını eritme pahasına Gazze’nin kuzeyini yaşanmaz hale getirdi. Buna karşın hiç olmadığı kadar tank, zırhlı araç ve asker kaybetti. Ne kadarını imha ettiğini bilmiyoruz ama tünel ağlarındaki direnişi bitiremedi. Yayımlanan videolara bakılırsa roket fırlatma, pusu kurma, vur kaç yapma hatta elle askeri araçlara bomba yerleştirme gibi eylemler sürüyor.
Rehinelerle tutukluları takas etme hedefine yönelik ilk adım yine erteleme olmazsa bugün atılıyor. Toplam 240 rehinenin olduğu dikkate alındığında savaşın dur kalk yaparak uzaması muhtemel. 2.3 milyonluk bir nüfus içinde 50’nin üzerinde gazeteci öldürüp iletişim hatlarını keserek Gazze’deki dehşetin dünyada görülmesini önlemeye çalıştılar. Fakat geçici ateşkesler tekrarlandıkça ortaya çıkan görüntü ve hikâyeler İsrail ve destekçilerinin elini zayıflatabilir.
***
İsrail bu savaş bittiğinde şimdiye kadar kaçındığı bazı şeylerle de yüzleşmek zorunda kalabilir:
- 1993 Oslo Barış Anlaşması’nın maddelerini Filistin devletine asla izin vermeyecek şekilde ayarlamışlardı. Fiilen de Filistin devletinin kurulmasını imkânsız kılacak işgalci hamleler devam etti. İsrail iki devletli çözümü artık lakırdı düzeyinde tutmayı başarmıştı. Abraham Anlaşmaları da Filistin davasını hepten gömmeye matuftu. Fakat şimdi İsrail iki devletli çözüm baskısı ile karşı karşıya kalacak gibi gözüküyor. Birkaç Avrupa ülkesinde Filistin devletini tanıma tasarıları hazırlanması önemli bir işaret. Elbette İsrail asla Filistin devletine izin vermeyecek ama bu siyaset yüzünden de aradığı güvenli ortamı bulamayacak. Ördüğü duvarlar kendi hapishanesi de olacak.
- Yüzleşmekten kaçtığı ikinci şey; Uluslararası Ceza Mahkemesi. Burası öteden beri İsrailli yetkililerin kâbusu. Ama soykırım, etnik temizlik, insanlığa karşı suçlar ve savaş suçlarından dosyalar yüklenmeye başladı.
- İsrail’in “ne inkâr ne teyit” siyasetiyle gözlerden kaçırmayı başardığı nükleer silah programı BM zemininde tartışmaya açılıyor.
- Ve Gazze savaşı İsrail’in Araplarla kurduğu köprülerin altına dinamitler yerleştirdi. 7 Ekim saldırısının bir hedefi de Abraham Anlaşmaları idi. Filistin davasını kendi çıkarlarına meze yapan Arap rejimlerinin işi zorlaştı.
Süreci biraz daha geriden alırsak; İsrail’in son 30 yılda izlediği stratejik kurgu bir kez daha tökezledi. Oslo ile yapmaya çalıştıkları şey Filistin Kurtuluş Örgütü’nü direniş odağı olmaktan çıkarmak, El Fetih’i paçavraya çevirmek, liderlerini itibarsızlaştırmak ve Filistin devletinin üzerinde duracağı bütün kolonları yok etmek. Bunu başardılar. Bu süreçte El Fetih’e karşı Hamas’ın önünü açtılar. 2005’te Gazze’den çekilirken yaptıkları hesap şuydu: Göz yumdukları İslamcılar bölgeyi ele geçirir, Filistin davası ulusal karakterini yitirir, mesele İsrail’in radikal İslamcılarla savaşına döner ve toprakları genişletme stratejisi yürür. Bunun için zaman ve sabır gerekir. Fakat Hamas 2006’da Gazze ve Batı Şeria’da düzenlenen ilk seçimlerde galip gelince İsrail’in hesabı tutmadı. İsrail ve Batılı müttefikleri Hamas’ın zaferini tanımadı. İsrail ve Batılı ortakları Fetih-Hamas ortak hükümetini yıkmak için ellerinden geleni arkalarına koymadı. Seçilmiş hükümete darbe komplosu kurdular. Sonunda Hamas Gazze’nin, El Fetih Batı Şeria’nın kontrolünü ele geçirdi. Bu bölünme de İsrail’in işine yaradı. Fakat Gazze bu arada silahlı direnişin ana üssüne dönüşüverdi. Özetle süslü püslü laflardan arındırıldığında İsrail tarafında dünden bugüne değişmeyen önerme şu: Gazze İslamcıların elinde insanlıktan çıkacak, Filistinliler vahşi hayvanlara dönüşecek ve tanrının seçilmiş kulları kendilerini korumak için bunların hepsini öldürecek. Gerçekten de bu önermenin hakkını veren bir vahşet sergiliyor. Tam anlamıyla Netanyahu’nun refere ettiği Amalek hikâyesi. Kadın-erkek, çoluk-çocuk demeden bir halkın öküz, koyun, deve ve eşekleriyle birlikte yok edilmesi gerektiğinden bahseden soykırım savaşı. Motivasyon bu.
Bu aşamada söylenecek tek şey; İsrail’in hesabına yıkım ve katliamdan başka yazılabilecek herhangi bir zafer yok. İsrail ateşkesten sonra daha büyük ateş gücüyle saldırmaya devam edeceğini söylüyor. Hatta bıraktıkları tutukluları Gazze fırınında yakmak için yanıp tutuşanlar da var. Bu durumda ilk günden beri söylenen savaşın bölgeselleşmesi dahil tehlikeli senaryolar devrede olacaktır. Gözyaşları kuruyan çocuklar geri dönecektir.
Fehim Taştekin Kimdir?
İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden mezun oldu. Gazeteciliğe 1994’te başladı. Yeni Şafak, Son Çağrı, Yeni Ufuk, Tercüman, Radikal ve Hürriyet gazetelerinde çalıştı. Muhabirlik, editörlük ve dış haberler müdürlüğü yaptı. Ajans Kafkas’ın kurucu yayın yönetmeni olarak Kafkasya üzerine çalışmalar yürüttü. Kapatılıncaya kadar İMC TV’de “Doğu Divanı”, “Dünya Hali” ve “Sınırsız” adlı programların yanı sıra MedyascopeTV ve +GerçekTV’de dış politika programları yaptı. BBC Türkçe’nin analiz yazarları arasında yer alıyor. Al Monitor ve Gazete Duvar’da köşe yazılarına devam ediyor. Kafkasya ve Orta Doğu üzerine saha çalışmaları yürüttü. “Suriye: Yıkıl Git, Diren Kal”, “Rojava: Kürtlerin Zamanı” ve “Karanlık Çöktüğünde” adlı kitaplara imza attı.
Rusya niye ‘Türkiye işgalci’ dedi? Ve Suriye’de birkaç senaryo… 18 Kasım 2024
Dünya barışını fanatikler sağlayacak: 'Tanrı Orta Doğu’yu Korusun!' 14 Kasım 2024
Erdoğan, Trump’ı yine tongaya düşürür mü? 11 Kasım 2024
Trump döndü, ABD iç savaştan sıyırdı... Ya dünya? 07 Kasım 2024 YAZARIN TÜM YAZILARI