Amerikan seçimlerini izlerken: Cumhuriyetçiler’in düş kırıklığı
Demokratlar, politikayı tamamen silmeyi hedeflerken Trump, kendine sadık bir grup seçilmiş kadronun tekeline hapsetmeyi vaat ediyor. O hâlde şu söylenebilir: Bu seçimin kazananı olmayacak.
Cumhuriyetçi Parti, seçim yarışına rakiplerinden dört-sıfır önde başladı. Birinci ve en büyük gol, elbette Biden’ın kendisiydi. Seçim münazarasında Trump, Biden’ı adeta yedi; Biden çoğu zaman cevap bile veremedi. Bunlar çok konuşulduğu için tekrar girmeye gerek yok.
İkincisi, Filistin meselesinde Cumhuriyetçiler’in gösterdiği ikirciksiz tavırdı. Demokrat Parti, Siyonizme ve İsrail savunusuna tamamen angaje olmuş durumda olsa dahi, Trump’ın Müslüman düşmanlığı karşısında Arap seçmenide kazanmak zorunda. O yüzden hem Biden, hem Harris İsrail’i savunan iki söz ediyorsa “Ama Filistinliler’e de yazık işte, bakacağız” kabilinden bir rüşvet-i kelâm etmek durumunda kalıyor. Trump’ın 2016 seçimleri öncesinden beridir güttüğü tutarlı Müslüman düşmanlığı, damadı Jared Kushner’in İsrail’le olan derin bağları ve Trump döneminde Kudüs’ün İsrail’in başkenti olarak tanınıp Amerikan elçiliğinin oraya taşınması, 2024 seçimlerinde Cumhuriyetçiler’in elini güçlendirdi. Rakiplerine göre çok daha sert ve açıktan Filistin düşmanlığı yapıp Siyonist oya talip oldular. Trump, Biden’la münazara esnasında alay ederken rakibinin bu açığını çok fena yakaladı: “Şuna bakın, adeta Filistinli! Ama kötü bir Filistinli, onu orda da sevmiyorlar çünkü istediklerini vermiyor!”.
Üçüncüsü, yukarıda saydığımız meseleyle de bağlantılı biçimde, Cumhuriyetçiler’in parti disiplinini çok daha iyi sağlamış olmasıydı. 15-18 Temmuz’da, hem de Milwaukee, Wisconsin’de düzenlenen Parti Konvansiyonu, gerçekten korkutucuydu (Milwaukee’nin neden önemli olduğuna aşağıda değineceğiz). Rakipleri son derece dağınık bir nizamda yürürken, Trump, bu konvansiyondan partisinin yüzde 98 onayıyla çıkıyordu.
Burada bir durup bu müthiş yüksek güvenoyunun anlamını açıklayalım. Cumhuriyetçi Parti’ye ancak 2015’te dışarıdan bir meteor gibi düşen, sonrasında da George W. Bush gibi “eski tüfek” Cumhuriyetçilerle kavga edip duran Trump için bu durum yeni. Daha 2022 yılındaki ara seçimlerde bile Trump’ın desteklediği adayların bir bölüğü kaybetmiş, hatta Parti içinde Florida Valisi Ron DeSantis gibi isimlerin Trump’a alternatif olabileceği konuşulur olmuştu. Geçen bir buçuk yıllık süre zarfında Trump, yüz kızartıcı suçlardan ve 6 Ocak 2021 kalkışmasını tahrik etmekten yargılandı, hükümler giydi. Ancak bunlar, Trump’ı yıldıracağı yerde güçlendirmiş, bir gazi mertebesine yüceltmiş olacak ki seçim yılı konvansiyonundan koltuğunu kaptırmak şöyle dursun, yerini garantiye alarak çıktı.
Dördüncü ve en tehlikeli gol ise Trump’ın Başkan Yardımcısı adayı J.D. Vance idi. Dikkat, “en büyük” gol olarak Biden’ın yetmezliğini saymıştık. Ama Vance için “en tehlikeli” diyoruz. Yalnızca rakip Demokratlar değil, Amerikan siyasetinin geneli açısından. Neden? Görelim.
***
J.D. Vance’in yıldızı 2016’da yayımlanan kitabı Hillbilly Elegy* ile parlamış, Vance aynı yıl Ohio’dan Senatör seçilmişti. 2020 yılına dek Trump’a mesafeli dursa da 6 Ocak kalkışması sonrası Trump’ın yanında saf tutan Vance, 2022 ara seçimlerinde Trump’ın desteklediği bir aday olarak tekrar seçildi. Yukarıda değindiğimiz gibi Trump, 2022 seçimlerinde beklediği başarıyı elde edememiş, onun desteklediği adaylardan bir kısmı (bu arada Mehmet Öz) yenilmiş, parti içinde kendisine alternatif isimler konuşulmaya başlamıştı. 6 Ocak fiyaskosu, Trump’ın 2016 – 2020 yılları arası Başkan Yardımcılığını yapmış Mike Pence dahil Cumhuriyetçi Parti büyüklerini bu sağı solu belli olmaz, turuncu kafa deliden soğutmuştu. Bu sebeple geçmişte kendisine uzak durmuş bir adayın, üstelik de tam da bu fiyasko üzerine, kendi yanına geçmesi, Trump için bulunmaz nimetti. Nitekim Trump, hem Demokratlar’a, hem kendi partisi içindeki rakiplerine “Hodri meydan!” dercesine Başkan Aday Adaylığı’nı ara seçim günü Ohio’da, Vance’in zaferinin kutlandığı bir mitingde açıkladı.
Ancak Trump’ın Vance’e bu düşkünlüğünün ardında yalnızca bu kara gün dostluğu yoktu. Vance, Trump’ın 2015 – 2020 yılları arasında arayıp da bulamadığı varisti. Hem ideolog, hem savaşçı, hem seçkin zümreden, hem “halk adamı” bir Vance var Trump’ın etrafında. 2016-2020 arası dönemdeki Başkan Yardımcısı Mike Pence, kendisi ne kadar sağcı olursa olsun, Cumhuriyetçi Parti’nin Trump denen deliyi dizginlesin diye memur ettiği bir şahıstı, Trump’ın fedaisi değil. Nitekim 6 Ocak kalkışması sonrası Trump’a karşı parti içi muhalefetin de fitilini o çekti. O yıllarda Trump’ın yöresinde bir ideolog olmaya en yakın kişi Steve Bannon’du, ama Trump onunla hâlâ bilinmeyen sebeplerle köprüleri attı. Kaldı ki Bannon’un kendi de Trump gibi medya dünyasından geliyor, yani “halk adamı” demagojisi yapabilecek bir tip değil.
Büyük Buhran zamanında Jackson, Kentucky’den Middletown, Ohio’ya çalışmak için göç etmiş, ancak Kentucky ile bağlarını koparmamış, şiddetin, yoksulluğun, uyuşturucu müptelalığının, okumamışlığın kol gezdiği bir ailenin evladı Vance. O meşhur kitabı Hillbilly Elegy, kendi ailesinin temelinde yoksul beyazların çilelerini anlatıyor. Dinleyelim:
“İnsanlar senelerce Jackson’dan kaçmaya uğraştı, şimdi Middletown’dan kaçmaya uğraşıyorlar. Çıbanın başı Jackson belki ya, çıban nerede bitiyor belli değil. Yıllar evvel nenemle bir cenaze merasimindeyken fark ettim: ben de dağlıyım. Amerika’nın beyaz işçi sınıfının çoğu da öyle. Ve biz dağlıların hâli-ahvâli hiç iyi değil.” (syf. 22)
Sırf bu satırları okuyan, Vance’e acır belki. Ya da solcu sanır. Sonuçta yoksulların halinden bahsediyor, onların arasında yetişmiş. (Vance’i halk adamı yapan unsur.) Ancak kitabın alt başlığı başka bir siyasi projeye işaret ediyor: Kriz Halinde bir Ailenin ve Kültürün Hatıratı. Vance’e göre mesele, beyaz yoksulların kültürünün kriz içinde olması. Aile kıymetli, ama aile dağılıyor. Jackson’lular sorunlarını kendi silahlarıyla çözmeyi bilirler, ama hükümet gelip silahlarını almak istiyor. Sorun kültürdeyse, çözüm de kültürde olmalı. Amerika’nın beyaz yoksulları, liberal “elit”lere karşı bir kültür savaşı vererek bu düzeni alaşağı etmeliler! Bu öfkeli beyaz yoksulların temel ekonomik sorunları olan sanayisizleşme, sendikasızlaşma, çevre felaketleri vb. Vance’in kitabında ancak derkenar olarak yer ediyor. Trump’a siyasi programı sorulsa, kendi daha iyi ifade edemezdi. (Bu da Vance’in ideologluğu.)
Ama Vance, yalnızca “dağlı” beyazların bir temsilcisi değil. Yalnızca halk çocuğu değil. (Unutmayalım, bu stratejiye yaslanan Walz.) Halkın seçkin çocuğu. Yale mezunu. Bu konumu hem Trump’ın Amerikan hakim sınıfıyla bağlantısını sağlıyor, hem de o pek sevdiği (!) dağlılara “Bakın ben çıktım, siz de çıkabilirsiniz Jackson’un dünyasından, yeter ki bana oy verin” mesajı veriyor. Ben onlardanım ama onlar (henüz) benden değil.
İşte Trump, seçime yanında bu fedaiyle giriyor, Milwaukee’de kendi partisi içinde mutlak bir zafer kazanıyor, zaferine kesin gözüyle bakılıyordu. Wisconsin, her seçimin kilit önemdeki eyaletlerinden biri, iki parti arasında sürekli el değiştiren bir sanayi havzası. Geçen seneki büyük otomotiv grevinin de ana havzalarından biri. Üstelik de Arap kökenli nüfusun yoğun yaşadığı bir eyalet. Seçim, sınıf savaşı, Filistin mücadelesi iç içe geçiyor yani. Biraz mübalağa ederek söyleyelim: Wisconsin’i kazanan seçimi kazanabilir.
İşte Trump, Wisconsin’de kazanarak Wisconsin’i kazanacağının haberini veriyordu adeta. Hele suikast girişiminden sağ çıkıp yumruğu havada, kulağı kanaya kanaya poz vermesi, onu daha yaşarken şehit mertebesine yüceltti. Artık seçimlerde önünde hiçbir engel yoktu.
Fakat evdeki hesap çarşıya uymadı.
***
Vance, tam bir düş kırıklığı oldu. Trump’ın aradığı tüm meziyetleri kendinde toplayan bu Calûd, kamera ve kitle karşısında Yale’li muhallebi çocuğuna döndü. Demagoji şirazesiz, polemikçilik sıfır, hitabet desen yerlerde. Hele bir de Walz, “halk adamlığı”nda Vance’i sollayınca Vance, iyice ne yapacağını bilmez duruma düştü. Harris ve Trump’ın münazarasını ele aldığımız yazıda söylemiştik: Demokratlar, birçok konuda olduğu gibi demagoji ve bel altı vurmada da Cumhuriyetçiler’i kendi silahlarıyla vurmaya kararlı. Walz, Vance’den rol çalınca Vance de Demokratlar’dan rol çalmaya başladı. Konuşmalarında filozoflardan – bu arada Nazi hukukçu Carl Schmitt’ten – alıntılar yapıyor, Demokratlar’ın tutarsızlıklarını yüzlerine vurmaya çalışıyor, aklın sesi olmaya çalışıyor falan. Halbuki Demokratlar’ın uzanamayacakları yerlere uzanmak, söyleyemeyecekleri şeyleri söylemek Trumpgiller’in en büyük taktiği olmuştu hep. En büyük silahından böyle yoksun kalan Trump da delirdikçe deliriyor, “Göçmenler kedileri köpekleri yiyor” filan diye zırvalıyor.
Tabii bu sert dönüşü yalnızca Vance’in zayıf hitabetine atfetmek doğru olmaz. Siyasi tutarsızlık ve çözümsüzlükte Cumhuriyetçiler’in de Demokratlar’dan arda kalır yanı yok. Demokratlar’ın dört yıllık Biden utancı varsa, Cumhuriyetçiler’in de dört yıllık Trump zaafı var. 2016-2020 yılları arasında Trump, verdiği sözlerden yalnızca bir tekini tuttu (hangisi olduğuna aşağıda döneceğiz). Yeniden sanayileşmeye yönelik somut tek adım bile atmadı, Meksika Duvarı’nı inşa edemedi, Çin’in yükselişini önleyemedi, Rusya’yı Çin’e karşı kendi yanına çekemedi. O dilinden düşürmediği büyük şirketlerle düzen medyasını alaşağı etmek şöyle dursun, ikisine de gelir kaynağı oldu: Şirketlere vergilerini düşürerek, medyaya haber malzemesi sağlayarak.
Dahası, Cumhuriyetçiler’in tutarsızlığa ek olarak 6 Ocak yumuşak karnı var. Faşist kalkışmanın koordinesiz, gülünç biçimi ve o darmadağın haliyle hakikaten hükümeti alaşağı edebileceğine yönelik naif inancı, Trumpgillerde müthiş bir utanç yarattı. Militan – angaje taban demoralize olmuşken, sıradan Cumhuriyetçi seçmen de partiden yüzü kızararak yüz çevirdi. 2022 seçimlerindeki pata durumunu bu durum açıklıyor kısmen. İkinci bir 6 Ocak ne getirir, onu kestirmek çok zor.
Bu demek değil ki Harris, seçimi kesin olarak kazanacak. Göstergenin ibresi Demokratlar’dan yana döndü, ama henüz daha ortada duruyor. Pensilvanya gibi kilit önemdeki eyaletlerde kamuoyu yoklamalarında Harris öne geçmişken şimdi durum tekrar başa baş gitmeye başladı. Neye bağlı bu durum?
***
Bu sorunun iki cevabı var.
İlki, Trump’ın yarattığı siyasi atmosferle ilgili. 1990’larda büyük düşman Sovyetler Birliği’nin çöküşü, Batı dünyasında müthiş bir depolitizasyonu, kitle partilerinin çözülüşünü, kalan partilerin ise yalnızca ve yalnızca iş bitirici profesyonellere dönüşümünü, bunun bir sonucu olarak da kitlelerin politikadan uzaklaşmasını beraberinde getirmişti. ABD’nin iki parti sistemi ve çok katı seçim kanunlarından dolayı bu depolitizasyon, çok daha önce başlamıştı. Dolayısıyla kitlelerin politikadan kopukluğu çok daha derindi.
İşte Trump’ın sahneye sağdan girişi, bütün ortamı yeniden politize eden, seçim siyasetine uzak durmuş kitleleri harekete geçiren bir etken oldu. Üstelik de yalnızca düzenin seçim siyaseti açısından değil, silahlı-külahlı faşist kümelenmelere yeşil ışık yakarak. Trump’ın verdiği sözü tuttuğu tek şey, işte bu en büyük ve en tehlikeli alan oldu: Siyaset sahnesini toptan sağa kaydırmak.
Ancak Demokratlar, bu sağdan yeniden siyasîleşmeye karşı soldan bir politika üretebilecek bir özne olmadılar hiçbir zaman. Daha önceki dönemin anti-politik ortamının başlıca mimarları olarak önce Trump’ın “deliliğine” karşı profesyonel politika adabının koruyucusu, döpiyesli-gravatlı bürokrat edasını takındılar. Bu sökmeyince şimdi Trump’ı İsrail, İran, kanun-nizam, ekonomi vb. birçok alanda “sağ”lamaya kalkıyorlar. Yani evet, Trump ve Vance bir yanlarıyla Demokratlar’a benzemeye başladılar, ama öte yandan da Demokratlar’ı burunlarından tutup kendi yönlerine çekmeyi becerdiler.
Üstelik sadece söylem alanında değil, somut politikada da. 12 Eylül sonrası MHP’nin “Biz içerdeyiz ama fikirlerimiz iktidarda” sözü meşhurdur. Aynı şeyi Trump, Biden dönemi için “Bana davalar açtınız, mahkum ettiniz ama fikirlerim iktidarda” şeklinde söyleyebilir. Biden, Trump’ın göçmen düşmanı politikasını noktasına virgülüne kadar devraldı. O meş’um kafeslerle beraber. Filistin ve genel olarak emperyalist saldırganlık konularında, daha önce yazdığımız üzere, Harris, Trump’a mangalda kül bırakmamakla övünüyor. Demokratlar’ın üzerinde en çok tepindiği iki mesele olan kadın hakları ve Trump’a hüküm giydirme konusunda da sınavları çok kötü: Ne kürtaj yasağının önündeki en büyük engel olan Roe’ya Karşı Wade kararını koruyabildiler, ne Yüce Mahkeme’nin Başkan’ın dokunulmazlığını ömür boyu süreyle uzatmasına karşı kılları kıpırdadı.
İkinci (ve aslında Trump’ın Demokratlar’a benzemesine delil) mesele, Trump’ın da Harris’le aynı ata oynamaya başlaması. Daha önceki yazımda anlatmıştım: Amerika’nın depolitize halkını 8 yıllık Trump skandalı çok yordu. Harris’in en büyük sözlerinden biri, “İçiniz ferah olsun, benim bir planım var, sizin politika düşünmenize gerek yok” mesajı. Şimdi Trump da aynı mesajı başka biçimde veriyor. Açık açık iktidara geldiği gün bir günlüğüne diktatör olacağını, tüm göçmenleri sınır dışı edeceğini, yeniden sanayileşme yasası çıkaracağını, dış politika sorunlarını bir kalem darbesiyle çözeceğini, seçmenin yalnızca kendisine oy vermesi gerektiğini söylüyor. Harris’ten farklı olarak yalnızca devlet aygıtına değil, devlet ve parti dışı silahlı kadrolara da güveniyor. Yani iki aday da “Bana bırakın, ben hallederim” diyor. Yalnızca Demokratlar, politikayı tamamen silmeyi hedeflerken Trump, kendine sadık bir grup seçilmiş kadronun tekeline hapsetmeyi vaat ediyor.
O hâlde şu çıkarımı yapmak çok mu abartı olur? Bu seçimin kazananı olmayacak.
* Hillbilly, Amerika’nın Apalaşka Dağları’nda yaşayan beyaz yoksullara verilen isim. İngilizce tepe anlamına gelen hill ve yaygın bir erkek ismi olan Billy sözüklerinin birleşiminden oluşuyor. Elegy ise ağıt demek. Yani Vance, Amerika’nın beyaz yoksullarına, haydi uyarlayarak söyleyelim, “dağ başının Ahmet-Mehmet’i”ne ağıt yakıyor.