YAZARLAR

Amerika’nın en büyük kabusu: Dolarsızlaşma!

Gelişmeler, artık doların küresel ticaret ve finans sistemindeki egemenliğinin her geçen yıl biraz daha sarsılma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor. Peki ABD nasıl bir tepki verecek? İki olasılık var, birincisi Biden yönetiminin bölgesel savaşlar ve yaptırımlarla yoluna devam etmesi, ki bu bugüne kadar ABD açısından hayırlı olmadı ya da Washington’ın, Çin ve Rusya’nın sunduğu olanaklardan daha cazip öneriler getirmesi ve güç ve tehdit gösterisinden ticari imkanlar sunmaya yönelmesi.

Yıllardan beri sözü edilen bir senaryo, son birkaç yıldır gerçek olmaya adım adım ilerliyor; dedolarizasyon... Doların küresel ekonominin temel para birimi olmaktan çıkması, ABD için en büyük kâbus. Bunun anlamı, zaten üretimde ve ticarette hegemonyasını kaybeden bir imparatorluğun çöküşü demek olacak. Bu panikle, giderek daha agresif bir dış politika izlemeye başlayan Washington’ın bu stratejisinin ne kadar başarılı olacağı çok tartışmalı. Zira, sanıldığının aksine, bugün dünyanın üçte ikisinden fazlası, ABD’nin bu şahin politikalarına karşı. Açık söylemek gerekirse, gelişen ekonomiler bu ‘havuç, sopa diplomasisi’nden çok rahatsız. Irak’ın işgaliyle başlayan, Büyük Ortadoğu Projesi ile devam eden, bugün Rusya-Ukrayna savaşına sebep olan, yarın Doğu Asya’da bir Çin-Tayvan savaşının fitilini ateşleyebilecek ABD dış politikasına yönelik tepkiler, bir ekonomik savaşı başlatmış görünüyor. ABD’ye karşı gizli ya da açık tavır alan ülkelerin sayısı gitgide artıyor. Artık bölgesel savaşlarla hegemonyayı sürdürmek eskisi kadar kolay olmayacak ABD ve Batı Bloku için.

GELİŞEN EKONOMİLER SAHNEYE ÇIKACAK

Özellikle son bir yılda yaşanan gelişmeler, artık küresel ticarette ve finans sisteminde doların hegemonyasının, çağın koşullarını karşılayamadığını ve tahtının sallanmaya başladığını gösteriyor. ABD saldırganlaştıkça tepkiler de artıyor ve başta Çin ve Rusya olmak üzere, pek çok ülke ABD’nin Aşil tendonunun dolar hegemonyası olduğunun farkında. Bu kutuplaşmada görünürde Çin-Rusya paktı var, ama iki kutuplu dünyadaki kavgada kendi ulusal çıkarlarına korumak için taktikler uygulamaya hazır 100’e yakın ülkeyi de dikkate almak gerek. Bu ülkelerin başında BRICS+ ve son dönemdeki tutumlarıyla OPEC+ ülkelerini saymak gerek. BRICS ortak para birimini hayata geçirmek için kolları sıvarken, OPEC+, hatta petrol üreticisi ülkeler içinde ABD’nin uydusu olarak bilinen ülkeler bile, artık ne ABD’nin tehditlerine ne Avrupa Birliği’ne kulak asıyor. Son olarak ABD’nin tüm tehditlerine rağmen OPEC+ ülkelerinin üretimi yüzde 4 kısma kararı da bunun bir göstergesi.  

BATI BLOKU’NUN TEHDİTLERİNE KARŞI İSYAN

İş bununla kalsa iyi, biraz önce sözünü ettiğim yaklaşık 100 gelişen ekonomi, artık Batı’nın güdümünde hareket etmeye hiç de meyilli değil. Bunun bir ekonomik arkaplanı da var. Bu 100 ülkenin toplam nüfusu 4 milyarı buluyor. Türkiye’nin de içinde yer aldığı gelişen ekonomilerin önde gelen 25 ülkesinin ekonomik büyüklüğü ise AB’yi geçti bile... Çin’i bu ülkeler arasında saymadığımızı hemen belirtelim. Hindistan, Endonezya, Vietnam, Brezilya, Suudi Arabistan bu 25 ülkeden bazıları... Brezilya Devlet Başkanı Lula da Silva’nın son demeçlerine bir göz atarsanız, sözlerinin aslında bu 100 ülkenin tepkisini dile getirdiğini görebilirsiniz. Bu sadece bir tepki değil, çok ciddi bir uyarı da Batı Bloku’na...

ÇİN VE RUSYA’DAN GELEN ÇAĞRIYI DUYANLAR VAR

Üstelik Çin ve Rusya arasında imzalanan çok boyutlu anlaşma, sadece iki ülke arasındaki ittifakı güçlendirmekle sınırlı kalmayan, tüm dünyaya önemli çağrılar yapan bir bildiri havası da taşıyordu. Yeni bir dünya düzeni öneren bu anlaşma, ABD ve Batı Bloku’nun aksine, ambargo, savaş ya da yalnızlaştırma tehditleri taşımayan bir çağrı niteliğindeydi. Ki artık Çin’in ekonomik gücüyle Rusya’nın askeri gücü bir araya geldiğinde, hiç de ciddiye alınmayacak cinsten bir çağrı değil bu. Bu çağrıya ne Türkiye gibi NATO üyesi bir ülke, ne Vietnam gibi Çin ile tarihsel husumeti olan bir ülke ne de Hindistan gibi Çin ile ciddi sınır sorunları olan dev bir ülke kulaklarını tıkayacak gibi... Zira mesele ortak çıkarsa, artık o alternatifi sunan Çin ve Rusya, Batı Bloku değil.

DOLARIN PAYI DÜŞÜŞE GEÇTİ

İşte kabaca çizmeye çalıştığım bu küresel siyasi ve ekonomik panorama, her zamankinden daha uygun bir dedolarizasyon imkanını da ortaya çıkarıyor. Hemen belirteyim, dedolarizasyon eğilimi yeni bir mesele değil, son 20 yılda ortaya çıkan uzun vadeli bir süreç. Uluslararası Para Fonu’nun (IMF) bir raporu, ABD ekonomisinin, son 20 yılda küresel üretimdeki payının azalmasına rağmen doların küresel piyasalarda hala ‘aşırı büyük bir rol’ oynadığını ve küresel ticaret, uluslararası borç ve banka dışı borçlanmadaki baskın rolünün, ABD’nin ticaret, tahvil ihracı ve uluslararası borçlanma ve kredilerdeki payını çok geride bıraktığını vurguluyor.

IMF’nin bir saptaması daha var, günümüzde merkez bankaları doları geçmişte olduğu gibi rezerv olarak tutmuyor. IMF’nin verilerine göre, doların küresel döviz rezervleri içindeki payı yüzde 59’un altına düştü. Peki doların payı azalırken, bu payı diğer gelişmiş ekonomilerin para birimleri mi kaptı? Hayır! Diğer rezerv para birimleri olan sterlin, yen ve euro’nun payları artmadı. Dolardan çıkış iki yönde oldu: Dörtte biri Çin Renminbisi’ne ve dörtte üçü rezerv para birimi olarak daha sınırlı bir rol oynayan daha küçük ülkelerin para birimlerine kaydı. Bu verilerin 2020 verileri olduğunu da belirteyim, bugün doların payı daha da gerilemiş durumda...

KÜRESELLEŞMENİN ÖNÜNDEKİ ENGEL: DOLARİZASYON

Bu gelişmenin pek çok sebebi var. Öncelikle, küresel nüfusun yaklaşık dörtte birinin ABD öncülüğündeki ekonomik yaptırımlardan olumsuz etkilenmesi... Ticaret ve dolar temelli fiyatlandırılan diğer gerekli ekonomik ve finansal faaliyetleri gerçekleştirme kabiliyetleri bu durumdan olumsuz etkileniyor. Özellikle Covid-19 salgını sırasında Batı Bloku’nun yaptırımları pek çok gelişen ekonomi açısından yıkıcı sonuçlar doğurdu. Eğer ki dolar temelli bir ticaret hegemonyası olmasaydı, bu yaptırımlar bu denli etkili olamazdı. Pandemiden sonra yaşanan küresel ekonomideki durgunluk ve enflasyon tehdidi de ayrı bir etken olarak dikkate alınmalı. Artık küresel ekonominin tek ekonomik kutuplu bir dünya üzerinden gelişemeyeceği genel bir kanı haline geliyor. Çin üretim üssüyken, pek çok gelişen ekonomi üretim ve ticarette payını artırırken, ABD doları’nın hegemonyası, küreselleşmeye karşı bir unsur olarak algılanmaya başlıyor.

GELİŞEN EKONOMİLER, BATININ YAPTIRIMLARINDAN BIKTI

Tüm bu gelişmelerden en önemlisi, belki de ABD’de Demokratlar’ın iktidara gelmesiyle birlikte yeniden gündeme gelen ‘şahin dış politika konsepti’ oldu. Rusya-Ukrayna savaşıyla birlikte, artık ABD’nin ve Avrupa Birliği’nin Rusya’ya karşı yaptırımlarının özellikle gelişen ekonomiler açısından pek de kabul edilebilir olmadığı görüldü. Bunun en iyi örneklerinden biri, NATO üyesi Türkiye... Tarafsız kalmayı tercih eden ve bundan ekonomik ve siyasi çıkar elde etmeyi tek düşünen tabii ki Ankara değildi. Çin zaten net tavrını ortaya koymuştu, ama Hindistan, Pakistan, Arap ülkeleri başta olmak üzere, pek çok ülke de, ya yarı açık ya da açık açık dayatılan yaptırımları uygulamamayı tercih etti. Ulusal para birimleri üzerinden gerek Çin ile gerek Rusya ile ikili ticaret anlaşmaları yapmayı tercih ettiler. İşte, referans para birimi doların artık eskisi gibi etkin bir güç olamayacağının göstergelerinden biri de böylece netleşmeye başladı.

SWIFT TEHDİDİ GERİ Mİ TEPİYOR?

Rusya’ya daha fazla ekonomik yaptırım uygulanmasından bu yana, Moskova bu dolarsızlaştırma sürecini daha da hızlandırdı. Bankaların fon transferi için küresel çapta kullandıkları SWIFT sisteminden dışlanan Rusya, rubleyi korumak için önce temel faiz oranını yüzde 20’ye yükseltti, daha fazla sermaye kontrolü uyguladı ve tüm ‘dost olmayan’ ülkelerin büyük hacimli fosil yakıt ihracatı için yalnızca ruble ödemesinde ısrar etti.

Rusya, çeşitli ülkelerle en azından kısmi ödemelerin dolar yerine ruble üzerinden yapılmasını içeren ikili yakıt anlaşmaları yaptı ve başka ülkelerle de benzer anlaşmalar yapıyor. Örneğin, Türkiye ile yılda 100 milyar dolar değerinde ekonomik işbirliği ve ticaret için bir yol haritası imzalandı ve Ankara gaz ithalatı için ruble ödemeyi kabul etti. Türkiye ayrıca beş ticari bankanın Rus MİR ödeme sistemini kullanacağını teyit ederek Türkiye’deki Rus turistlerin kendi para birimlerini kullanmalarına yardımcı oldu.

PETRO-DOLAR SİSTEMİ SARSILIYOR

Bu ABD için hayati önem taşıyan ‘petro-dolar’ sistemi açısından önemli bir ikazdı, ama bitmedi! Hele ki, Çin’in bu yıl itibarıyla çok daha aktif bir siyaset izlemesiyle, dedolarizasyon süreci hızlanmaya başladı. Zaten ABD ile Suudi Arabistan arasındaki ilişkiler son yıllarda gözle görülür bir şekilde bozulmuştu ve aynı zamanda dünyanın en büyük petrol ihracatçısı Çin ile yakınlaşmaya başlamıştı. Suudi petrol ihracatının dörtte birinden fazlası 2020 yılında Çin tarafından kapılırken, devlet petrol devi Aramco da kısa süre önce Çinli petrol şirketleriyle 10 milyar dolarlık bir anlaşma imzaladı. İki ülke arasındaki petrol işlemlerinin yakın gelecekte yuan cinsinden fiyatlandırılabileceği çok muhtemel. Bu durum Çin para biriminin küresel profilini önemli ölçüde yükseltecek ve petro-doların dünya çapındaki hakimiyetine ciddi bir darbe vuracak. Görünen o ki, Rusya’nın petrol ve doğalgaz ihracatçısı olarak, Çin’in ise en büyük petrol ithalatçısı olarak petro-dolar sistemini ciddi bir biçimde sarsmayı sürdüreceği kesin.

ÇİN’İN ‘WIN-WIN’ ÇÖZÜM ÖNERİLERİ REVAÇTA

Aslında mesele sadece enerji sektörüyle sınırlı da değil. Çin, ABD’ye göre gelişen ekonomilerin yöneticileri tarafından çok daha güvenilir bir partner olarak görülüyor. ‘Win-win’ çözümleri sunan ve bunu ‘soft power’ ile yapan bir Pekin’in, bugün tehditler savuran Washington’a tercih edilir olduğu algısı çok yaygın. Çin’in son yıllarda Suudi Arabistan'a milyarlarca dolarlık yatırım fonu sağlaması ve Devlet Başkanı Şi Cinping ile Veliaht Prens Muhammed bin Salman arasındaki ilişkilerin yükselişe geçmesi, işlerin Doğu lehine oldukça hızlı gelişebileceğini gösteriyor. “Dinamikler önemli ölçüde değişti. ABD’nin Suudiler ile olan ilişkisi değişti. Çin dünyanın en büyük ham petrol ithalatçısı ve krallığa pek çok kârlı teşvik sunuyorlar” diyor bir Suudi yetkili ve ekliyor, “Çin, krallığa hayal edebileceğiniz her şeyi sunuyor”. Bazı uzmanlar yuan fiyatlandırmasına toptan bir geçişin olası olmadığını düşünürken, diğerleri kısmi bir geçişin şu anda krallıktaki mega projelerde yer alan Çinli müteahhitlere ödeme yapılmasını sağlayacağı görüşünde.

ABD HAZİNE TAHVİLLERİ ARTIK BAŞTACI DEĞİL

Petro-dolar sisteminde durum bu... Tıngırdıyor! Peki ya küresel finans sisteminde durum ne? ABD tarihsel olarak diğer ülkelere devlet borçlanma kağıtları ihraç ederek de para birimini destekledi ve bu da bütçe açığının finanse edilmesine yardımcı oldu. 2008 küresel mali krizi sırasında Çin, muazzam miktarlarda ABD Hazine tahvili satın alarak ABD’nin yardımına koştu. ABD’nin kara gözü için değil tabii, küresel sistemin sürmesinden en fazla kar sağlayan kendisi olduğu için... 2010 yılına gelindiğinde, Çin’in elinde 1 trilyon dolardan fazla ABD Hazine tahvili bulunuyordu ve 2008 ile 2013 yılları arasında Çin'in döviz rezervleri (ABD borç senetleri) 2 trilyon dolara ulaşmıştı.

2022 Temmuz ayında, Çin’in elindeki ABD tahvilleri 12 yıl sonra ilk kez 1 trilyon doların altına düştü ve ABD’nin Çin’e karşı yürüttüğü ticaret savaşının şiddetlenmesiyle, 2017’de başlayan ABD Hazine tahvillerini elden çıkarma eğiliminin devam ettiği görüldü. ABD’nin gerilimi Tayvan krizine dönüştürmesiyle birlikte, bu eğilim daha da güçlendi. Çin artık çok daha kararlı... Rusya’nın SWIFT’ten çıkarılması kararı ise, Çin ve Batı’nın siyasi hedefleriyle tam olarak uyumlu olmayan diğer ülkeler için bir dönüm noktası oldu. SWIFT sisteminin kendilerine ekonomik olarak zarar vermek için siyasi bir silah olarak kullanılabileceğini anladılar. Ve şimdi çözüm arayışındalar...

YENİ BİR ALTERNATİF: ÇİN TAHVİL PİYASASI

Özellikle son birkaç yıldır, gelişen ekonomiler dolar hegemonyasına ve Batı Bloku’nun olası yaptırımlarına karşı farklı farklı çözümler peşinde. Örneğin Mısır, ekonomisini istikrara kavuşturmaya ve Mısır Lirası’nın değerini yükseltmeye çalışırken borçlanmanın ağırlığı altında büyük acılar çekti. Ülkenin borcu, IMF gibi ABD liderliğindeki kalkınma kurumlarından defalarca mali destek aradığı için son 10 yılda yaklaşık dört katına çıktı. Dolar cinsinden bu borcu ödemenin maliyeti, kötüleşen küresel ekonomik ortamda Mısırlılar’ın yaşam standartlarını ciddi şekilde düşürdü.

Kahire bir çözüm buldu! Mayıs 2022’de Maliye Bakanı Muhamed Maait tarafından gerçekçi bir seçenek olarak duyurulan Çin tahvil piyasasında ilk kez fon sağlamak için yuan cinsinden borç ihraç etmek... Uzmanlara göre, büyüyen borç stokları ve ABD Doları cinsinden borçlanmanın yüksek maliyeti, Mısır’ı potansiyel bir devlet borcu krizini ve ulusal para biriminin satın alma gücünde toplumu ve hükümeti istikrarsızlaştırabilecek bir çöküşü önlemek için alternatif finansman pencereleri aramaya zorluyor. Kahire de umudunu Çin’e bağlamaya yatkın. Mısır, yeni idari başkentinin inşası da dahil olmak üzere Çin’den büyük miktarda mal ve hizmet ithal ediyor. Bu da Mısır'ın yuana erişimini gerektiriyor. Yuan cinsinden borçlanmak, dolar cinsinden borçlanıp yuana çevirmekten çok daha ucuz.

DOLAR BİR YATIRIM ARACI OLARAK ESKİSİ KADAR CAZİP DEĞİL ARTIK

Bir yatırım aracı olarak da dolar eskisi kadar cazibeli değil artık. ABD para biriminin onlarca yıldır sahip olduğu güvenli liman statüsüne duyulan güven kaybı, altın ve diğer para birimleri gibi alternatif varlıklarda güven arayışını getiriyor. Örneğin Dünya Altın Konseyi (WGC) tarafından yayınlanan bir anket, ankete katılan 57 merkez bankasının yüzde 80’inin, özellikle de yükselen piyasalar ve gelişen ekonomilerin merkez bankalarının önümüzdeki yıl içinde altın rezervlerini artırmayı hedeflediklerini ortaya koydu. Raporda, katılımcıların yüzde 42’sinin önümüzdeki beş yıl içinde doların toplam rezervler içindeki payının azalmasını beklediği, çünkü özellikle gelişen ekonomilerinin merkez bankalarının ABD doları’nın küresel rezerv para birimi olarak rolüne artık daha az güvendikleri belirtildi.

BATI BLOKU KENDİNİ YENİLEMEK ZORUNDA

Dedolarizasyon bugünden yarına gerçek olmayacak elbette. Ama tüm gelişmeler, artık doların küresel ticaret ve finans sistemindeki egemenliğinin her geçen yıl biraz daha sarsılma ihtimalinin yüksek olduğunu gösteriyor. Peki tüm bunlar olup biterken, ABD nasıl bir tepki verecek? İki olasılık var, birincisi Biden yönetiminin bölgesel savaşlar ve yaptırımlarla yoluna devam etmesi, ki bu bugüne kadar ABD açısından hayırlı olmadı ya da Washington’ın, Çin ve Rusya’nın sunduğu olanaklardan daha cazip öneriler getirmesi ve güç ve tehdit gösterisinden ticari imkanlar sunmaya yönelmesi... Bu ikincisini başaramazsa ve doların egemenliğinden taviz vermemekte diretirse büyük olasılıkla kaybedecek!