1 Kasım'da oyunu istikrardan(!) yana kullananlara soruyorum: Ne değişti?
Şimdi ülkeye “Türk tipi başkanlık” değişikliği referandumunu dayatan AK Parti, 3 Kasım 2002’de, ‘askeri vesayete rağmen’ iktidara gelen AK Parti midir? Bir zamanlar kerli ferli hocaların altını çize çize ‘ama halka dokunuyor’, ‘halkın içinde yaşıyor’, gibi argümanlarla yere göğe sığdıramadıkları siyasetçinin bugün bulunduğu noktayı, ruh hâlini anlamak için Cumhurbaşkanlığı yerleşkesinin o fotoğraflarına bakmak yeterlidir.
Cumhurbaşkanlığı internet sitesinin http://www.tccb.gov.tr/fotogaleri/ bölümünde ‘Külliyede Kış’ başlığı altında bir dizi fotoğraf var. Beştepe’de bulunan adına Külliye denilen Cumhurbaşkanlığı yerleşkesinde çekilmiş, insanın baktıkça içini üşüten fotoğraflar bunlar. Beyazlara bürünmüş yerleşkenin soğukluğu karlı havadan değil insansızlıktan…
Fotoğraflarda heybetli binalar, güç, otorite, devletin sembolleri, onları koruyan demir parmaklıklar var ama insan yok! Sadece o mekânı koruyan iki Özel Harekâtçı polis var. Yüzleri kar maskeleriyle kapalı, elleri otomatik tüfeklerin tetiklerinde, ortalarında da tarihteki 16 Türk Devleti’ni simgeleyen 16 yıldızlı Cumhurbaşkanlığı Forsu…Fotoğraflara bakarken aklım bir anda Erdoğan’ın Keçiören’deki mahallesine gitti. Nereden nereye!..
Mart 2003’te Başbakanlık koltuğuna oturduktan birkaç ay sonra Recep Tayyip Erdoğan herkesi şaşırtarak Keçiören Subayevleri’ne taşınmıştı. Siyasi literatüre “864 rakımlı tepe” olarak geçen Çankaya’ya sırtını dönen Erdoğan, Cumhuriyet elitlerine mesafesini ilk günden koymuştu. Başbakanlık Konutu’nu sadece resmi görüşmeler için kullandı.
Medya, yıllarca Subayevleri’nde nöbet tuttu. Ev fiyatlarındaki artış, Erdoğanlar’ın 300 metrekarelik dubleks evinin manzarası, Keçiören Belediyesi’nin çevre düzenlemesi, Başbakan’ın mahalle bakkalından aldığı çikolataları komşu çocuklara dağıtması, mahalledeki taziye ziyaretleri, Erdoğan’ın ev sahibi Ankara milletvekili Faruk Koca, Erdoğan’a komşu olmak için birbirleriyle yarışan milletvekilleri, bürokratlar ve hatta gazeteciler… Her biri dikkatle izlendi.
11’inci Cumhurbaşkanı Abdullah Gül de ikamet adresi olarak Çankaya Köşkü’nü değil onun karşısında bulunan Dışişleri Konutu’nu tercih etmişti. Sonra Erdoğan Cumhurbaşkanı oldu. Emine Erdoğan da ‘first lady’. Keçiören Subayevleri’ndeki 12 yıllık ikametgâhlarını terk eden Erdoğan Ailesi, Gül çiftinin boşalttığı Dışişleri Konutu’na yerleştiler, ardından da Beştepe’deki dev yerleşkeye taşındılar.
BİR TAHAKKÜM BİÇİMİ OLARAK HAFIZASIZLAŞTIRMA
Erdoğan Ailesi’ne yakın isimlerden biri, Beştepe’ye bir an önce taşınmak için Emine Erdoğan’ın çok ısrarcı olduğunu anlatmıştı bir sohbetimizde. “Giderek artan güvenlik kaygısı bir yana, Hanımefendi, ‘Cumhurbaşkanı olduktan sonra orada oturmamız münasip olur' diyordu sık sık” demişti. Beştepe’deki Cumhurbaşkanlığı yerleşkesinin hikâyesini bilmeyen yoktur diye yazmıyorum (Atatürk Orman Çiftliği arazisine inşa edilirken sık sık gündeme gelen tartışmaları, özellikle yargı sürecinin herkes tarafından az çok bilindiğini farz ediyorum.)
Özetle AK Parti’nin iktidara geldiği 3 Kasım 2002’den bu yana devletin dönüşümüne, mekânlar üzerinden de tanıklık ettik. Ancak Çankaya Köşkü’nün Cumhurbaşkanlığı forsu sökülüp yerine Başbakanlık amblemi takıldığında koparılan vaveylanın anlamsızlığı bugün bakınca daha net anlaşılıyor. ‘Bir tahakküm biçimi olarak hafızasızlaştırma’ başlığıysa bambaşka bir inceleme konusu ve AK Partili yıllar buna epey malzeme sağladı.
Hafızasızlaştırma sadece siyaset kurumu tarafından yapılmadı. Onun destekçisi medya da buna alet oldu. Bir süre köşe yazarlığı da yaptığım AKŞAM gazetesi, TMSF tarafından el konularak Ethem Sancak’a satıldığında hepimizi kapının önüne koymakla kalmadı, yazılarımızı ve siyasi tarih açısından önemli sayılan pek çok haberimizi gazetenin hafızasından da sildi. İşte o dönemde yaptığım röportajlardan birinde, Berkeley Üniversitesi'nde sosyoloji doçenti olan Cihan Tuğal ile konuşmuştum.
Türkçe'de 2010 yılında yayınlanan, 'Pasif Devrim: İslami Muhalefetin Düzenle Bütünleşmesi' adlı kitabında farklı bir AK Parti analizi yapan Doç. Dr. Tuğal, AK Parti'nin devlete karşı gelişmediğini, 'yeni bir elit dindarlığı'na giden yolun döşendiğini anlatıyordu. Antonio Gramsci’nin ‘pasif devrim’ kavramından hareket eden Tuğal, AK Parti örneğinde, sistem karşıtı hareketlerin sistem tarafından emilerek bizzat sistemin birer payandasına dönüşümlerini irdeliyordu.
Şimdi ülkeye “Türk tipi başkanlık” değişikliği referandumunu dayatan AK Parti, 3 Kasım 2002’de, ‘askeri vesayete rağmen’ iktidara gelen AK Parti midir? Bir zamanlar kerli ferli hocaların altını çize çize ‘ama halka dokunuyor’, ‘halkın içinde yaşıyor’, ‘halkı anlıyor çünkü onlarla aynı sofraya oturuyor’, ‘halktan korkmuyor’ gibi argümanlarla yere göğe sığdıramadıkları siyasetçinin bugün bulunduğu noktayı, ruh hâlini anlamak için Cumhurbaşkanlığı yerleşkesinin o fotoğraflarına bakmak yeterlidir. Buna rağmen Erdoğan hâlâ halkı en iyi tanıyan, en doğru okuyan siyasetçi.
Ecevit Başbakanlığı’ndaki koalisyon Hükümetinin ekonomik kriz enkazını devralan AK Parti’nin yıllarca diline doladığı ‘istikrar’ın halk nezdinde bir karşılığı vardı. 15 yılın sonundaysa ‘istikrar eşittir başkanlık’ oldu.
REFERANDUM SÜRECİNE DAİR KÖTÜ SENARYOLAR
Halkın yüzde kaçının başkanlığa evet diyeceğine gelince…
Referandumda evet oyu vermeye ikna etmek için halka yine ‘istikrar’ denilecek, ‘güçlü ve büyük Türkiye’ denilecek, ‘milli irade’ denilecek. Hepsi bu mu? Korkarım hayır.
Herkesin bildiği ama dillendirmekten korktuğu ihtimali ilk dile getiren CHP İstanbul Milletvekili Aykut Erdoğdu oldu. Erdoğdu Twitter hesabından, “Referandum sürecinde taşeron terör örgütleri kanlı saldırılarla bizi dehşete düşürmeye çalışacaklar. Referandum kampanyasının bir parçası olarak Türkiye Suriye veya Irak'ta bir savaşın içine sokulabilir. Suikastlar olabilir. Mezhep çatışması çıkarmak için camilere veya cemevlerine saldırı olabilir. Sokağa çıkmaktan bile korkmamızı isteyecekler. Türkiye'nin bekası tehdit altında tek çareniz güçlü liderlik başka şansınız yok boyun eğin diyecekler” paylaşımlarında bulundu.
HDP sözcüsü Ayhan Bilgen de yaptığı açıklamada “İster bu dönemi kaosa sokmayı, bu referandum sürecini çatışma olan bir ortam içerisine sokmayı Erdoğan karşıtları yapıyor olsun, isterse Erdoğan kontrollü bir gerilimden faydalanmak istiyor olsun, somut gerçeklik, bol miktarda çatışma ve gerilim olacak bir süreci birkaç ay yaşayacağız.” Bilgen’e bunun bir tahmin mi bilgi mi olduğunu sorduğumda şu cevabı verdi, “Bizim paylaştığımız herkesin bildiği ama kimsenin dillendirmediği somut bir bilgi. Türkiye’ye Musul’dan- Telafer(Irak)’den ve Rakka(Suriye)’dan yoğun giriş yapıldığı yönünde somut bilgiler var. Bu kişiler oradaki örgütsel ilişkileriyle mi geliyor, savaştan kaçıp mı geliyorlar yoksa burada bir eylem mi yapacaklar? Gelenlerin çoğu Türkiye üzerinden giden Orta Asya kökenliler. Yine aynı güzergâhtan dönmek için mi buradalar, bilmiyoruz.”
Dün de Başbakan Yardımcısı Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş’un sözleri dikkat çekti. Şöyle dedi Kurtulmuş, “Suikastlar, canlı bombalar vs. bunlar devam edebilir… Aman şu referandumda evet çıkmasın diye terör örgütlerini de kullanarak Türkiye’de bir korku atmosferi oluşturabilirler, halkı canından bezdirecek bir noktaya getirebilirler… Allah’ın izniyle referandumda büyük oranda ‘Evet’ çıktıktan sonra da bu terör örgütleri, hiçbir şekilde sesi soluğu çıkmayacak noktaya gelirler. Bu motivasyonlarını da kaybederler.”
Gazeteciler bu açıklamayı CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na sorduklarında şu yanıtı aldılar, “Bu, ‘şu anda terörü biz destekliyoruz’un itirafıdır. Yani sürekli terörü besliyoruz, terör örgütlerine göz yumuyoruz. İnsanlar ölüyor, insanlar katlediliyor. Eğer bizi seçerseniz başkanlık rejimini tek adam rejimini getirirseniz terör bitecek anlamına geliyor. Bu çok talihsiz bir itiraftır.”
Numan Kurtulmuş, Kılıçdaroğlu’nu kendisini anlamamakla ve siyasi suistimal ile suçlasa da aslında bu süreçte şiddetin artacağı malumun ilamıydı.
7 Haziran ile 1 Kasım 2015 seçimlerinde yükselen şiddet dalgası toplumu esir almış, seçmen AK Parti’ye oy vererek medet ummuştu. Peki ne oldu? 1 Kasım 2015’ten bu yana suikastlar, kitlesel katliamlar, sivilleri hedef alan saldırılar yüzlerce can aldı. Demek ki sadece bu bilgiyi hatırlatmak, tahakkümün hafızasızlaştırmasına teslim olmamak bile yetecek seçmenin ikna olmasına.