Dünyayla birlikte Türkiye de Musul’daki IŞİD varlığına karşı pazartesi gününün ilk saatlerinde başlayan ‘koalisyon’ operasyonuna odaklanmış durumda. Irak Şam İslam Devleti adıyla malum “21. Yüzyıl fenomeni”; Suriye’deki canavarca katliamlarla adını duyurmaya başlamasından üç yıl, Irak’ın ikinci büyük kenti Musul’u ele geçirerek bölgede bir ‘aktör’ haline gelmesinden 28 ay, Türkiye’de özellikle Kürt, Alevi ve solcu kalabalıkları hedef alan kıyımlara girişmesinden yaklaşık 500 gün sonra; tarihsel olarak ‘doğduğu topraklar’ kabul edilebilecek Ninova’da ölümcül bir saldırı altında.
Türkiye hükümeti, bu operasyonun bölgenin yakın geleceği açısından taşıdığı kilit önemin farkında ve kâh “Musul’un Misak-ı Milli içinde olduğu”na dair iç ajitasyonla kâh Irak ve Suriye’yle sınırlarının kilometre boylarını üst üste koyarak yaptığı –biraz da çaresiz görünen– diplomatik demagojiyle, onun son bir vagonuna olsun binebilmeye uğraşıyor. Bunu yaparken de IŞİD’den en büyük zararı görmüş ve ona en büyük düşmanlığı besleyen bir bölgesel güç gibi görünmeye gayret ediyor.
Türkiye’nin hükümeti bir yana, halkının bölgedeki tüm cihatçı gruplardan, ama özellikle de IŞİD’den büyük zarar gördüğü kesin. 5 Haziran 2015’te Diyarbakır’daki HDP mitingine yönelik bombalı saldırıdan beri, Suruç’ta, Ankara’da, İstanbul’da, Gaziantep’te, mitingde, düğünde, sokakta, havalimanında kendisini patlatan IŞİD militanları 200’ün üzerinde insanı katletti. Tüm bunlar olurken Türkiye halkı, bu saldırılardan büyük zarar görmüş bir hükümete sahipmiş gibi hissetti mi? Saldırıların mağdurları açısından bu sorunun yanıtı net bir ‘hayır’ olmalı. Zira devletin, 10 Ekim 2015’te Ankara’daki barış mitinginde 100’ün üzerinde insanın katledildiği saldırının birinci yılı nedeniyle yapılmak istenen anma gösterisine, tıpkı bir yıl önce bu katliamın yaralılarına yaptığı gibi, biber gazı boca etmesinin anıları taze.
Peki IŞİD’in “yok edilmesi” konusunda en isteklilerden biri oldukları doğru mu? Gazeteci İdris Emen, 5 Haziran 2015’teki miting saldırısından sonra Adıyaman’a gitmiş ve tamamen açık kaynaklarla yaptığı görüşmelerin ardından, bir çay ocağı etrafında örgütlenmiş IŞİD hücresine ilişkin sarsıcı bilgilerle dönmüş ve bunları o zamanki Radikal’de yazmıştı. İdris Emen’in yazdıklarının ve bir kısmı yazılacak olgunlukta olmadığı için sadece sohbetlerimizde geçen ‘tahminleri’nin doğru olduğu, Suruç, Ankara ve Antep saldırıları aracılığıyla acı verici şekilde doğrulandı. Genç bir gazetecinin edindiği bilgilere, istihbarat örgütleri sahip olamaz mıydı? İster kasıt olsun isterse yüzlerce yurttaşın canına mal olmuş korkunç bir ihmal; Adıyaman’daki bir küçük çaycıdan çıkan hücrenin memleketin 4 yanına ölüm kusması, şimdilerde bu örgütün yok olması ihtirasını “ata mirası”ymış gibi göstermeye çalışanların inandırıcılığını ortadan kaldırıyor.
Diyarbakır, Suruç, Ankara, İstanbul Taksim ve Sultanahmet, Atatürk Havalimanı katliamları hakkındaki basit bir Google taraması bile birbirine dolaşık sayısız “gaflet” ve “ihmal” detayını ortaya çıkarıyor. IŞİD saldırılarından “büyük zarar görmüş” ve onun “yok olması için ant içmiş” bir devlet/hükümet adına biraz fazla zayıf bir karne!
Bu karneye, Musul operasyonunun başlamasından saatler önce “soru işaretli bir kırık” daha eklendi.
16 Ekim Pazar günü Gaziantep’ten, art arda IŞİD operasyonları ve “patlama” haberleri gelmeye başladı. O gün saat 12.45 sıralarında, operasyon yapılan bir evdeki IŞİD militanı kendini havaya uçurmuş, bu olayda 3 özel harekat polisi de hayatını kaybetmişti. Aynı gün öğleden sonra bir başka evde, örgütün kentteki en önemli yöneticileri arasında gösterilen Mehmet Kadir Cebael öldürüldü. Olay sıcakken, Cebael’in de kendinden önceki IŞİD militanı gibi, üzerindeki intihar yeleğini patlatarak öldüğü sanıldı, haberler böyle duyuruldu.
Ancak gerçeğin böyle olmadığı, Gaziantep Valisi Ali Yerlikaya’nın yaptığı ve biraz Vali’nin kötü Türkçesi, biraz da kim tarafından yapıldığı henüz ortaya çıkmayan tahrif edilmiş bir video versiyonu nedeniyle uzun süre yanlış anlaşılan bir açıklamanın ardından ortaya çıktı. Vali, IŞİD militanı Cebael’in, polis tarafından “uzaktan etkisiz hale getirildiğini”, böylelikle apartmandaki diğer komşulara zarar vermesinin önlendiğini söylemeye çalışmıştı. Bu sözler, sanki Vali, “IŞİD militanı komşularına zarar vermek istemedi” diyormuş gibi anlaşılacak şekilde montajlanmış bir videonun sosyal medyada yaygınlaşması nedeniyle bu noktadan tartışıldı. Oysa Vali, dikkat çekici bir başka gerçeği daha dile getiriyordu: IŞİD’in önemli bir yöneticisi ve 10 Ekim Gar katliamının aranan sanığı olan Mehmet Kadir Cebael kendini öldürmemiş, polis tarafından “uzaktan etkisiz hale getirilmiş”ti!
Mehmet Kadir Cebael, polis operasyonları sırasında “etkisiz hale getirilen” ikinci 10 Ekim sanığı. Ankara’daki katliamın planlayıcısı olduğu düşünülen Yunus Durmaz da 19 Mayıs 2016’da Gaziantep Çağlayan Mahallesi’ndeki operasyon sırasında ölmüştü. Ve Pazar günü, Ankara Garı’nı kana bulayan IŞİD’lilere patlayıcıları verdiği düşünülen Cebael de öldü…
1 Kasım seçiminden 20 gün önce gerçekleştirilen ve 100’ün üzerinde insanımızın canını alıp Türkiye’de siyaseti alt üst eden bu korkunç katliamın en kilit önemdeki sanıkları neden ya firari ya da ölü? “IŞİD’i Musul’dan sökme treni”ne binmeye çalışırken bu soruya da yanıt aramak gerekmiyor mu?