Pera Müzesi'nde Engin Özendes küratörlüğü ve 10 Türkiyeli objektif eşliğinde açılan Fotoğrafın Ardında 180 Yıl sergisi, 1839'da Akdeniz kıyı kentlerine çıkılmış tarihsel bir 'fotografik hac'ı yâd ediyor. Sergi, Akdeniz coğrafyasının sosyal, mimarî ve tarihsel dönüşüm hikâyesini, 21'inci yüzyıl reaktifliğiyle, yeniden işliyor.
İstanbul Tepebaşı'ndaki Suna-İnan Kıraç Vakfı Pera Müzesi'nde, önemli bir sergi (daha) devam ediyor. Hepimizin elleri ve gözlerine yapışan dijital ekranlara ve bizleri algı obezine çeviren yüz binlerce diyabetik imaja inadına, adeta eleştirel ve estetik bir 'kültür turizmi' yaptıran, doğal, alabildiğince organik, egzersiz gibi bir sergi bu. Zaten, adı da 'Bir Yol Öyküsü: Fotoğrafın ardında 180 yıl'. Küratör Engin Özendes'in, metinde olduğu kadar tasarım ve oryantasyonda da oldukça özenli, işlevsel 'rehberliği' ile turladığınız bir sergi, sözünü ettiğimiz.
1 Mart 2020'ye dek izlenebilen etkinlik, önü arkası, altı üstü kestirilmez, Batı'da mı, Doğu'da mı olduğu ezelden beri bilinmez şu Anadolu / Küçük Asya / Türkiye Cumhuriyeti'nin toprakları ile, Akdeniz coğrafyasının sosyal, mimarî ve tarihsel dönüşüm hikâyesini, 21'inci yüzyıl reaktifliğiyle, yeniden işliyor.
Cuma günleri ücretsiz gezilebilen müzenin iki katında görülebilen sergi, 1839’da, fotoğrafın bulunuşunun ilanından hemen sonra 30'u aşkın noktaya doğru gerçekleşen ilk fotoğraf gezisinin rotası üzerinden kendini 'güncelliyor'.
Ancak sergide, bu eski rotadan izler de unutulmayarak, tarihi kareler, izleyicilere karşılaştırmalı olarak servis ediliyor. Zira bu yıl, hem fotoğrafın bulunuşu ilan edilmiş, hem de Marsilya’dan başlayarak Doğu’nun tarihi şehirlerine ve medeniyetlerine uzanan ilk fotoğraf yolculuğu başlamış: Fransız ressam Émile Jean Horace Vernet, diorama tekniğini bulan isimlerden ressam Charles Marie Bouton ve daguerreotypist Frédéric Auguste Antoine Goupil-Fesquet, 1839 yılı Ekim ayında, fotoğraf çekmek üzere Marsilya limanından yola çıkıp Livorno, Malta, Siros, Paros, Naksos, Santorini, İskenderiye, Kahire, Luksor, Süveyş, Sina Dağı, Gazze, Beytüllahim, Kudüs, Nablus, Sayda, Deyrülkamer, Şam, Trablusşam, Baalbek, Beyrut, Larnaka, Rodos, Kos, İzmir, Çanakkale, İstanbul ve Roma’dan geçmişler. Ekip bundan tam altı ay sonra, 1840 yılının Nisan ayında Marsilya’ya geri dönmüş. Frédéric Auguste Antoine Goupil-Fesquet, bu seyahatin izlenimlerini 1843’te yayımlanan Voyage d’Horace Vernet en Orient (Horace Vernet’nin Doğu Seyahati) adlı kitabında aktarmış.
Pera Müzesi'ndeki sergi, fotoğrafın belgesel ve öznel bilgi üretim potansiyelini sınaması adına, önemli bir işlevi yerine getiriyor. Bu yönüyle, günümüz tarih (ve hatta sanat tarihi) yazımının resmiyet ve gayriresmiyet arasında hızla çalkalandığı fikrini yeniden tartışmaya (ve açık artırmaya) açan bir sergi, 'Bir Yol Öyküsü'. Hakikat ve suretin, teori ve bilginin birbirinden nerede, nasıl türediği veya eridiğini, erozyona uğradığını ibretlik kompozisyonlarla, baş döndürücü bir verimlilikle önünüze bırakıyor. İşin, serginin en güzeli de, çıktığınız bu ulus aşırı gezideki hiçbir fotoğraf emekçisinin 'plastik lehçelerinin' birbirini ezmemesi, karışmaması; aksine birbirlerine tutunarak, yaslanarak ürettikleri medeniyet çok sesliliği. Öyle ki, sergide sanatçıların 'günce'lerinden kelimelere de (geçmiş ve gelecek adına) yer veriliyor. Bu anlamda, bu belgesel ve - keşke imkân olsa kendisi gibi turneye çıkabilecek bütünlükte ve kıymetteki - serginin kitap-kataloğunun da, içerdiği bilgi ve görseller sebebi ile muhakkak edinilmesini önermemiz gerekiyor.
Aynı haritadaki imge ve bilgiye, hani, müzikte olduğu gibi on yıllar sonra başka gözlerle yorum/'cover' kazandıran 10 Türkiyeli kadraj emekçisi, yaşanmış bu fotografik 'hac'cın orijinal örneklerinin de refakatiyle, kişisel bakışlarını ortaya koyuyor. Müzenin de leziz bir tabirle özetlediği gibi, etkinlik, 'fotoğrafın ilk yıllarından foto-jurnalizme ve çağdaş yorumlara uzanan geniş yelpazesi ile, tarihi bugünle buluşturuyor'.
Küratör Özendes, basına yaptığı açıklamada “Tüm bu görsel yolculuğu planlarken, günümüzün gelişmiş ulaşım ve iletişim koşullarında, çekimlerin bazı yerlerde 180 yıl öncesinden daha zorlu olacağını düşünmemiştik” diyor ve ekliyor: “Tam iki buçuk yıl süren bu büyük proje çekime ilk gidenler ve son gidenlerle gerçek bir yol öyküsüdür.”
Özendes'in yine kamuoyuna sergiyi özetlediği cümleleri ise şöyle kayda geçiyor:
“Serkan Taycan bu projede, eleştirel ve güncel bakış açısına sahip fotoğraf diliyle bizlere Marsilya, Livorno, Malta ve Roma’yı anlatıyor. Laleper Aytek Siros Adası’nda, ruhlarına dokunmaya çalıştığı insanların, mekânların, durumların, birbiriyle ilişkisiz ayrıntıların ve anların peşine düşüyor. Ali Borovalı doğa ve yerel kültüre odaklanan röportaj tadındaki seri fotoğraflarında Paros, Naksos ve Santorini Adaları’nı gerçekçi ve yalın sanatsal üslubuyla yorumluyor. Murat Germen fotoğrafı bir ifade ve araştırma aracı olarak kullanarak, İskenderiye, Kahire, Luksor ve Süveyş’te gördüğü şeyleri doğrudan iletmek yerine, sanatsal bir üslupla fotoğraflarına yansıtıyor. Her zaman karmaşa içindeki Ortadoğu’yu iyi tanıyan Coşkun Aral Sina Dağı, Gazze, Beytullahim, Kudüs, Nablus, Sayda, Deyrülkamer, Şam ve Trablusşam’a ilişkin deneyimlerini bir foto muhabirinin gözünden aktarıyor. Sinan Koçaslan, Baalbek ve Beyrut’u modern bir yaklaşımla fotoğraflarına yansıtmaya çalışırken, Yusuf Sevinçli Larnaka ve Rodos’u, insanda huzur ve nostalji duygusu uyandıran günlük deneyimler üzerinden görüntülemeyi tercih ediyor. Kos Adası’nı bir görsel öykü anlatıcısı ve deneysel oyuncu üslubuyla ele alan Lale Tara öyküsünü, kostümden mekân seçimine ve ışık kullanımına kadar bir film seti titizliğinde hazırlayarak sunuyor. Cem Turgay, eleştirel bir bakış ve deneysel bir üslupla İzmir’i ele alırken, Alp Sime gündelik yaşamı yansıtan siyah beyaz gerçekçi fotoğraflarında, modernin dilini de kullanarak Çanakkale ve İstanbul’un izini sürüyor.”
Instagram'ın pabucunu 'spam'e düşürecek 'organiklikteki' 'Bir Yol Öyküsü' sergisi, izleyiciye, dünyada tek bir güzelin olmadığı gibi, güzele bakışın da tek bir tarifinin olmayacağını yeniden anımsatıyor. Bu, sergideki 'foto-jurnalist' çalışmalar adına konuşursak, dünyada göz kapadığımız, çirkin, tatsız, hakiki olan her şey için de, kendini itiraf eden bir unsur. Son derece başarılı bir görsel çok seslilik sağlayan bu sergi, hem öznel, hem de nesnel olanı karşılaştırmalı bir üslûpla belgelemeyi başarıyor. Dünyaya bakışımızda, taraflılık (subjektiflik) gibi, tarafsızlığın da (objektiflik) alanına saygı duyulması gerekliliğini bir daha anımsatıyor. Tıpkı, fotoğraf makinesi ile kurduğumuz demokratik ve platonik ilişkide olduğu gibi.
Yolun büyüklüğü ve uzunluğu düşünülecek olursa, hakikaten aç ve susuz gezmemenizi önereceğimiz yoğunluk ve zenginlikte bir sergi, 'Bir Yol Öyküsü'. Tüm fotoğrafçıları tekrar tekrar tebrik etmek gerekiyor. Karşısına geçtiğiniz hiç bir fotoğraf, gözlerinizin önünden ayrılmak istemiyor. Akdeniz sıcaklığını aralık ayı soğuğunda yüzünüze üfleyen etkinlik, yüzlerce eski ve yeni kare ile, hafızanızdaki renkli ve siyah beyaz, sahte ve sahici an(ı)ların kıymetini size bir kere daha tarttırıyor.
Siyaset, romantizm, gerçeküstücülük, sinematografi, mimarlık, bilim, sosyoloji... Gören gözlere, artık baktıkları şeyde daha ne ararlarsa, Akdeniz'in limanlarından vicdanî itinayla, 'göz nuru' ile toplanan bu kompozisyonlar içinde harmanlanmayı bekliyor.