Arkas Sanat Merkezi'nin yıl başına kadar İzmir'e taşıdığı '1001 Gece' sergisi, Fransız yazar Antoine Galland'ın dünyaya mal ettiği ünlü edebî yapıtın kültür ve sanattaki yansımalarını bir araya taşıyor. Ücretsiz serginin çocuklara da, büyüklere de anlatacağı çok sayıda masal olduğu kadar, Oryantalizm meselesi üzerinden aktaracağı ibretlik gerçekler de mevcut
Koleksiyoner, kendi markasını da yaratacak denli şarap tutkunu, doğma büyüme İzmirli işadamı Bay Lucien Arkas'ın kurucusu olduğu Konak'taki Arkas Sanat Merkezi, İstanbul (Arkas Koleksiyonu'nda Post-Empresyonizm sergisi, Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi Tophane-i Âmire Sergi Salonu) ve İzmir'de düzenlediği iki ayrı sergiyle, Marmara ve Ege'de bir tür ikili kültür fırtınası estiriyor. Zaten, yıl sonuna dek ücretsiz yer alacak İstanbul sergisinin havadisini, Gazete Duvar'daki bu köşenin bir başka sakini Sn. Bay Cem Erciyes'in de e-kaleminden okumuşluğunuz vardır.
Bu oryantalist, 'estetik iklim değişikliği'nin kökeninde, Fransız Kültür Merkezi ve hükümeti ile belli başlı müze ve koleksiyonların etkisinin olduğu, açık. Bu tür girişimler, hele ki tekrar söyleyelim, ücretsiz oluşları ve içerdikleri pedagojik veya akademik misyon ruhu sebebiyle, (güya) görünmeyen bir ekonomik ve sosyal buhranda çırpınan Türkiye için, büyük duygusal rehavet, gündelik stresten arınma ve bilgilenme kaynağı da olabiliyor.
Zaten Bay Arkas da bunun farkında ve açtığı sergilere paralel olarak yapılan eğitsel ve kitlesel aktivitelere çok büyük özen ve öncelik tanıyor. İşte, İzmir'de 30 Aralık 2018'e dek izlenecek '1001 Gece' sergisi de, yine Fransız kültürü ile göbekten bağlı olduğundan, bunun son parçası.
Ama ondan önce yine hatırlatalım, tarihi konsolosluk binasını Kordon'a nâzır Arkas Sanat Merkezi'ne açan Fransa İzmir Konsolosluğu'nun 1955'ten bu yana hizmet veren İzmir Fransız Kültür Merkezi de, sanatçı Julien Salaud'nun '1001 Gece' yerleştirmesini, yine bu tarihe dek ziyaretçilerine sunmakta. Sanatçı, merkezin Basın ve Halkla İlişkiler Direktörü Sn. Dilek Kurt'tan edindiğimiz bilgilere göre, "Bizlere, yaşayanla ölünün birbirine geçtiği, şaşırtıcı biçimde titreşimlerin yayıldığı bir dünya sunuyor." Salaud, yapıtlarında onlarca kilometre boyunda iplik ve binlerce çivi kullanarak, gökyüzü ve hayal dünyasını andırır imgesel atlaslar yaratıyor. Salaud soyut, yer yer gerçeküstü ve epik çalışmalarında, İzmir ve Ege Bölgesi'ni de çok iyi tanıyan Fransız oryantalist Antoine Galland'nın (1646-1715) ilk olarak Fransızca yazdığı "1001 Gece Masalları"ndan ilham alıyor. Öyle ki, Salaud'nun çalışmasına dahil olduğunuzda, gözleriniz açıkken gördüğünüz bir düşten çıkıp çıkmamak arasında bocalayabiliyorsunuz. Bu arada Galland'nın 1678'de İzmir'i bizzat ziyaret ettiğini, ev günlüklerinde İzmir'de bahsedip kentte 1688'de yaşanan ve binlerce kişinin yaşamını yitirdiği deprem öncesi halini de kayıtlara geçirdiğini not edelim.
1001 Gece Masalları, Şehrazad tarafından Fars Kralı Şehriyâr'a anlatılmış. Hemen tüm dillere çevrilen masallar, eşinin sadakatsizliğine uğrayan kralın önce karısını öldürtmesi, ardından da her geceyi krallığından bir kadınla geçirmesi ve gün doğmadan onu katletmesi temeline dayanıyor. Ölüm cezasından kurtulmanın bir yolunu arayan tatlı dilli Şehrazad ise, krala her gece bir masal anlatıyor ama bu masalların sonunu hiçbir zaman söylemiyor. Merakına yenilen kral da, Şehrazad'ın ölümünü sürekli erteliyor. 1001 gecenin sonunda kral, kadınlara yönelik nefretinden vazgeçiyor ve bu masallar sayesinde hem Şehrazad'ın hem kadınların hayatı kurtulmuş oluyor.
Arkas Sanat Merkezi'ndeki 1001 Gece sergisinde, tasarımcı Christian Lacroix'nın ve Franca Squarciapino'nun bu masalların etkisi altında hazırladığı opera ve bale kostümleri, egzotik enstrümanlar özellikle ilgi görüyor. Merkezin atmosferinin değişmesi için büyük uğraş veren uluslararası sergi ekibinde, Sergi Küratörü Jean - Luc Maeso, Sergi Direktörü Müjde Unustası, Yardımcı Küratör Marie-Valerie Lesvigne, Fransa Ulusal Kütüphanesi Müzik Departmanı Müdürü, Paris Operası Kütüphanesi - Müzesi Müdürü Mathias Auclair, Kütüphaneler Baş Küratörü Martine Kahane, Afrika Dünyası Enstitüsü üyesi Sylvette Larzul, Paris Sorbonne Üniversitesi Eski Çağ Tarihi Bölümü üyesi Guy Meyer, Sanat Tarihçi Emmanuelle Peyraube gibi isimler öne çıkmakta. Sergiye destek veren kurumlar ise Antik A.Ş.'den Biblioteque Musee de la Comedie Française'e, Opera National de Paris, Palais Garnier'den Bibliotheque Musee de l'Opera'ya ve Fransa Ulusal Kostüm Müzesi'ne (Moulins) uzanan bir çeşitlilik arz ediyor.
Felekşan Onar ve Suhandan Özay'ın da çağdaş sanat yorumlarıyla zenginleşen serginin Türkiye'de ürettiği ve tekrarladığı en somut farkındalık, bizde son yıllarda gerek kökensiz, 'kitsch'e yaklaşık mimarî ve estetik 'saray' merakı, gerek 'Muhteşem Yüzyıl'larca, 'Kuruluş'lar, 'Diriliş'lerce hayranlık uyandıran 'öz-oryantalist' ve egzotik hissiyatı, dolaylı olarak hatırlatması. Batı'sına gittikçe Doğulu, Doğu'suna gittikçe Batılı hissettiğimiz bu ebedî garip coğrafyada sürekli teneffüs ettiğimiz bu sahipsiz, yersiz yurtsuz duygunun, zaten organik olarak buradan da, Ortadoğu'dan sanat ve tanıklık 'kuryesi' ile ihraç edilerek, dünya çapında tanınan ve bilinen bir 'marka' ve 'fenomen' olarak yine bunun dünyaya pazarlanmış bulunması.
Bunun en güzel örneklerini, son dönemde Arap ülkelerinin ziyaretçilerinin Türkiye'ye (ve göç ettikleri tüm coğrafyalara) geldiklerinde hissettikleri ve dahil oldukları yerleri, kültürel alışkanlıkları ile gittikçe Doğululaştırdıkları, oryantalist 'Batı'dayız' yanılsaması ve sürekli tutkunu oldukları, kendi çağdaş masallarını deneyimledikleri, 'Yerli malı 1001 dizi' yıldızlarıyla, efsaneleriyle verebiliriz, sanırım.
İzmir'deki 1001 Gece sergisini anlatan Direktör Unustası, serginin misyonunu bize bu yönüyle şöyle özetliyor: "Bu sergide elden geldiğince, Hint-İran kökenlerinden 9'uncu yüzyıldaki Arap masallarına, Binbir Gece Masalları'nın tarihçesini, hatta ilham verdiklerinin tarihçesini, onu sahiplenenleri ve uyarlayanları araştırıp, aktarabilmeyi amaçladık. Bu masallar klasikten çağdaşa tüm sanat dallarını etkilemiş, sayısız sanatçı ve yazar nesli, bu masallardan beslenerek onları zenginleştirmiştir."
Bu açıdan Galland'a ait Arapça, 14'üncü yüzyıl 1001 Gece el yazması nüshasından, yine kendisine ait ve 1710-11 tarihli günce yapraklarına uzanan bu çok büyük emek verilmiş sergiyi anlatan küratör Maeso ise, şu noktalara dikkat çekiyor:
"Çünkü Binbir Gece Masalları'nın dünyası esas olarak hayal ürünü olsa da, Bağdat, Basra, Halep, Şam, Kahire, İskenderiye, İsfahan, Hindistan, Çin, Yakın Doğu (Günümüz Suriye'si) ve Mağrip gibi, düzenli olarak adı geçen şehirler ve ülkeler, biz okurlar için nefes kesici duraklardır. Bu masallarda bahsedildiği gibi, muhteşem Doğu, sayısız okur neslini büyülemeye devam ediyor. Çocuk masalları, bilimsel eserler, çizgi - romanlar ya da çizgi filmlerde olduğu gibi..."
Bu ironik, çünkü bugünkü Irak ve sergi küratörü Maeso'nun da vurguladığı coğrafyaların bugünkü hali pür melâli, yine Batı'nın mesuliyet ve açgözlülüğü kapsamındaki '1001 Cephe' kâbuslarına da üzücü bir gönderme yapıyor. Nitekim çağdaş sanat, bugün başta Doğu coğrafyaları gelmek üzere birçok bölgede yaşanan insanlık ve ekoloji dramlarının yeni 'vicdan masallarını', bizlere belli başlı müze ve koleksiyonlarıyla, tüm estetikliği ile, koca koca proje ve yıldızlarıyla sermeyi sürdürüyor. Ai Weiwei, Shirin Neshat, Banksy, Michael Rakowitz, William Kenteridge veya Richard Serra'nın türlü projelerini, bunlara örnek olarak vermemiz, mümkün. Hatta kimi anonim sanatçılar, güncel fotoğrafçılar vs., tıpkı geçmişte insanlık suçlarının eski sanatçılar tarafından 'estetize' edilerek gündeme resimler, heykeller, fotoğraf ve tiyatro ile romanları aracılığıyla getirdiği gibi, bugün, doğrudan Suriye trajedisini de, göçmenlik krizini de kültürel bir çıkar kaynağı olarak, alenen sömürebiliyor.
Türkiye'deki çağdaş sanatın da bu konuda yurt dışı koleksiyon ve sergilere taşacak bir üretim içinde bulunduğunu tekrarlamak, zaten gereksiz sanırız. Bu konuda son dönemde özellikle ABD, İngiltere ve Almanya'da açılan sergi, bienal katılımı ve müze alımlarına bakmamız, mümkün. Burada anlatmak istediğim, bu çabaların bir yenilgi, ayıp veya kabahat değil, bir eğilim ve dil tercihi olarak öne çıkarılması. Bilakis, bu tür yapıtların birer ifade özgürlüğü hamlesi olarak değerlendirilmesine de hayır demem. Ancak burada ne yaparsak yapalım, yine de 'kendi derdimizi Batı'ya, Batı'nın ölçütleri dahilinde servis ettiğimiz', ilk bakışta 'Kontra-oryantalizm' gibi görünen, bir tür 'Oto-oryantalist' yaklaşıma işaret etmeye çalışıyorum...
Sylvette Larzul, çok sayıda kostüm, tuval, dekoratif obje, saat ve yelpaze gibi unsurla taçlanan 1001 Gece sergisi ve kökeni hakkında yazdığı akademik metinde, Galland'nın 'transfer' ettiği bu küresel kültür mirasının, özelinde Farsça ve 'Hazâr Afsâna' isimli, 8'inci yüzyıla ait ve Irak'ta çevirisi yapılabilmiş bir metinle dünya belleğine mal olduğunu vurguluyor. Bu arada masalın yalnızca isminin '1001 Gece' olduğunu, gerçekte ise 282 geceden menkul olduğunu, yine Larzul'dan öğreniyoruz. Bu anlamda Larzul'un 1001 Gece'nin Türkiye'ye transferi ile ilgili satırlarını ve masalların evrimini, özellikle paylaşmak isterim:
"Masalların Türkçe çevirileri muhtemelen 14'üncü yüzyıla dayanır. 1429'da Abdi'nin ilk çevirisini takiben, Beyanî 136'da daha kapsamlı bir versiyonunu sunar. Binbir Gece Masalları'nı, 18'inci yüzyılın başında Avrupa'ya taşıyan Galland, el yazmalarının kurgusuna genel anlamda bağlı kalsa da, esas olarak klasik estetik anlayışın gereklerine uygun bir versiyon meydana getirir. Bu şarkiyatçı, Doğu Akdeniz'den yeni masallar tedarik edemeyince, yapıtını, 1709 yılında Paris'e yolu düşen Alepin Hanna Diyâb'ın işittiği, Binbir Gece Masalları'nın geleneğine ters düşen, aralarında 'Ali Baba' ve 'Alaaddin'in bulunduğu hikâyelerle tamamlar. Galland'ın 12 ciltlik yapıtı basılır basılmaz tüm Avrupa'da fevkalade bir başarıya ulaşır ve Levant bölgesinde, 1001 geceye bölünmüş uzun bir metnin aranmaya başlamasına sebep olur. Tam metinler, ilk defa 18'nci Yüzyıl'ın son çeyreğinde, Kahire'de ortaya çıkar ve ilk baskısı, 1835 yılında Kahire'nin kenar mahallelerinden biri olan Bulak'ta gerçekleşir. Hemen ardından, 1842'de Ahmet Nazif'e ait ilk Türkçe metin basılır. Avrupa'da ise Galland'ın uyarlamasının yarattığı tekel kırılır ve yeni tercümeler, çoğalır."
Bunca emek ve iş birliğini bir araya getiren İzmir'deki ücretsiz 1001 Gece sergisinin coğrafi bakımdan Türkiye'nin Batı'sından Doğu'suna taşınmasını, İstanbul, Bursa, Ankara, Mardin, Diyarbakır gibi noktalarda izleyiciyle buluşturulmasını, çocuk atölyelerinde ortaya koyulan yapıtların sergiye bakışları refakatinde görebilmeyi isterdim. Oryantalizmin Türkiye'de halen ne kadar var olduğu veya olmadığını bundan daha sosyal bir tecrübe ile görmemiz, sanırım olanaksız olurdu.
Not: Bu sözlerim, serginin - kesinlikle çıkarılması gereken - olası Avrupa-Dünya turnesini de kapsıyor.