Türkiye Cumhuriyeti iki gün sonra 101. yaşını kutlayacak. Dile kolay, bir asırı devirdi. Çocukluğumda “50. Yıl Marşı”nı dinlerken heyecanlanır, 50’nin ne kadar büyük bir rakam olduğunu düşünürdüm. Sonra 75. yılı kutladık. Öyle böyle bir kutlama değil hem de, büyük törenlerle… Coşkusu bir yıl öncesinden başladı, özel bir logo yapıldı, her yere asıldı ve memleket bir yıl boyunca geçmiş 75 yılı anlatan etkinliklere sahne oldu. Paneller, konserler ve film gösterimlerine bu yıla özel hazırlanmış kitaplar eşlik etti.
Bu kitaplardan biri, Türkiye İş Bankası ve Tarih Vakfı ortaklığında hazırlanan Bilanço ’98 dizisi kapsamında yayımlanan “Cumhuriyet’in Sesleri”ydi. İçinde benim de iki yazım vardı; Türkiye’de pop ve cazın tarihini anlatmaya çalışmıştım. Aynı dönemde, aynı dizi dahilinde editörlüğünü Oya Baydar ve Derya Özkan’ın yaptığı “Cumhuriyet Modaları” başlıklı kitaba da müzik modalarını anlatan bir yazıyla katkı sunmuştum. Kitabın alt başlığı “75 Yılda Değişen Yaşam Değişen İnsan”dı ve toplumun geçirdiği değişimlerle paralel ilerleyen modalar, yazımın ana iskeletini oluşturuyordu. Tangolardan operetlere geçmiş, Zeki Müren’den Zülfü Livaneli’ye farklı zamanlarda ön plana çıkan isimlerden söz etmiş, yazımı şu paragrafla bitirmiştim: “1997 ve 1998’in özel siyasal koşulları [laik-dinci tartışması, Kemalizm ve cumhuriyetçiliğin yükselişi, ordunun siyasette ağırlığını artırması] “10. Yıl Marşı”nı müzikte modaların baş köşesine oturttu. Şimdilerde hep bir ağızdan bu marşı söylemek moda, bir de klasik Batı müziği konserleri.”
Bu satırları yazdığımda AKP kurulmamış, Cumhuriyet Mitingleri yapılmamıştı. Büyük orkestra ve koroların katılımıyla büyük salonlarda seslendirilen Beethoven’in 9. Senfonisi yüzlerce, belki binlerce insana ulaşmıştı ve bunun hep böyle süreceğini zannediyorduk. Oysa ilerleyen yıllarda her şey çok değişti. Kitlesel konserler azaldı, klasik müzik kabuğuna çekildi ama “10. Yıl Marşı” hep dillerdeydi. Üstelik yanına bir de “İzmir Marşı” ilişti. Cem Uzan liderliğindeki Genç Parti haklarını almasaydı “Gençlik Marşı”da onlarla söylenecekti ama Uzan, yasadaki bir boşluğu kullanarak bu marşı satın aldı ve kendine mal etti. Bugün ara ara söylense de eski coşkusu yok. Oysa diğer marşlar hâlâ hep bir ağızdan söyleniyor.
GERÇEK BİR BAYRAM
Eskiden Cumhuriyet Bayramı en mutlu, en kutlu günümüzdü. Vatandaşların çoğu hâlâ bunu böyle görüyor ama belli bir kesim kutlamaları Sovyetik, eski ve gereksiz buluyor. Oysa çocukluğumda sabahın köründe uyanır, en güzel giysimizi giyer, şehrin en işlek caddesinin kıyısına dizilir, yapılan geçit törenini heyecanla izlerdik. Sonra televizyon başına geçer, Ankara Hipodromu’nda düzenlenen töreni canlı izler, bir gün orada olmanın hayalini kurardık. Yıllar sonra, 75. yıl kutlamalarını gazeteci kimliğimi kullanarak orada izlemiş, içimdeki çocuğun sevincine ve “nihayet” deyişine tanık olmuştum.
O gün o töreni izlerken 100. yıl çok uzak bir gelecekmiş gibi görünüyordu ama zaman hızla geçti ve 2023’e hızla ulaştık. Arada memleket neredeyse tamamen değişti. Geçtiğimiz yıl, tam da bugünlerde, neden bu bayramı coşkuyla kutlamadığımızı sorguluyordum. Öyle ya, 50. ve 75. yıllarını büyük coşkuyla kutladığımız cumhuriyet, 100. yılında çok daha büyük bir kutlamayı hak ediyordu. Olmadı, olamadı. Nedeni belli ama hiç oraya girmeyeceğim, geçtiğimiz yıl ıskaladığımız bir büyük hadiseden söz edeceğim.
Barış Manço, 1976 yılının ilk günlerinde bir albüm yapmış, bu albüme “2023” adını vermişti. Adını, öncesinde bir 45’lik plak üzerinde dinleyiciye ulaşmış bir eserinden alıyordu ama o ezgiyi çeşitlendirmiş, bir destana dönüştürmüş, başka şarkıları da ekleyerek “en değerli eserim” dediği albümünü dinleyiciye ulaştırmıştı.
2023 VE KAYALARIN OĞLU
Albümde yer alan bir şarkı, “Kayaların Oğlu”, şu sözlerle başlıyor: “1923’ün ılık bir Ekim sabahında, / Kayaların toprağa dikine saplandığı yerde doğdum / Toprak ana ile kaya babanın oğluyum ben!.. // Toprak anam sevgi dolu… bereket dolu… / Toprak anam sessiz… ama toprak anam dopdolu… / Toprak anam, Anadolu… // Babamsa… sağı solu belli olmaz… / Bir gürledi mi yer yerinden oynar. / Göğsünde çatırdamalar olurmuş… / ‘Onun için’ derdi… ‘onun için sayısız, irili ufaklı / Kaya parçaları vardır bu topraklarda… / Ve sen… benim oğlum… / Ve sen… kayaların oğlu… / Bu taşı toprağı bir arada tutacaksın… / Kolay değil kayaların oğlu olmak… / Kuzeyden esen rüzgâra, / Güneyden gelen kavurucu sıcağa / Karşı koruyacaksın onları… / Kolay değil, kolay değil / Kayaların oğlu olmak’…” Manço, sonrasında 50 yıl sonrasını işaret ediyor ve sözlerine (yani şarkıya) şöyle devam ediyor: “2023’ün ılık bir Ekim sabahında, / Bacaklarımda hafif bir uyuşma ile uyandım… / Ve… sanki yüz yıllık ulu bir çınar gibi… / Kök salmaya başladım o sabah… / Ve ilk kez sağımda solumda… asırlardır / Durmakta olan diğer çınarları fark ettim… / Doğudan hafif bir seher yeli yükseldi… / Ve… asırlık çınarlar beni de aralarına aldılar / Ve… 2023’ün ılık bir Ekim sabahında / Yeni bir kayaların oğlunun doğuşunu / Beraberce seyre koyulduk…”
Derya Bengi, 2020 yılında Yapı Kredi Yayınları tarafından yayımlanan “Görecek Günler Var Daha / 70’li Yıllarda Türkiye: Sazlı Cazlı Sözlük” başlıklı kitabında “2023”ü şöyle anlatıyor: “Barış Manço & Kurtalan Ekspres’in 1976 tarihli 33’lüğü. Cumhuriyet’in 100. yılı şerefine, 50. yıl kutlamalarının hemen ardından yazılmış bir pop senfonisi kimliğindeki ‘Kayaların Oğlu’ ve ‘2023’ başlıklı iki enstrümantal parça bu albümde yer alıyordu. Bu iki parçada, Manço’nun seslendirdiği resitatif bölümlerde, toprak (ana), kaya (baba) ve çınar (oğul) metaforlarıyla, pastoral bir Anadolu övgüsüne paralel, siyasetler üstü bir birlik ve beraberlik mesajı veriliyordu.” Bu, 1977 yılında yapılan seçimler öncesinde Barış Manço’nun kurduğu şu cümlelerle destekleniyor: “Ben birleştirici olmaya çalışan, bölücülüğe karşı bir adamım. Dolayısıyla bir parti veya ideolojik bir kuruluşun savunuculuğunu yapmam, yapmayacağım! Ancak ülke koşullarını göz önünde tutarak, her uygar vatandaş gibi, beni de dört yılda bir sandık başına getiren politik bir düşünceye sahibim! Bunun da CHP olduğunu herkes biliyor.”
“2023”, dönemin etkili müzik dergisi Hey tarafından coşkuyla karşılanmış, çıkan kritik yazısında bu coşku saklanmamıştı: “Ooo! Bu ne güzel long-play böyle. Hayranlığımız albümün kapağından başladı, arkadaki kompozisyona kadar uzandı. Avrupai bir başka kapak içinde Barış Manço’nun posteriyle şarkı sözlerinin yer aldığı son derece modern, artistik bir çalışma gördük. ‘Manço’dan Öyküler ya da Acıh da Bağa Vir’ adlı broşürdeki nefis baskı tekniğine hayran olmamak imkânsızdı.”
MANÇO’NUN DEMİREL GÖNDERMESİ VE HAVAYA KALKAN SOL YUMRUĞU
Manço’nun görece müziğine siyaseti karıştırdığı yıllar bunlar. Yukarıda alıntıladığım sözleri bir yana, Kadıköy Atlantik Sineması’nda verdiği bir konserde “Acıh da Bağa Vir” adı şarkısını söylemeden önce dönemin başbakanı Süleyman Demirel’in “Büyük Türkiye” söyleminden yola çıkarak şu cümleleri kuruyor ve çok alkışlanıyor: “Böyyük Türkiye’de mebuslara daha yeni zam yapıldı. E ee, ne yapalım, acıh da bağa vir…” Bu konser, yanlış anlaşıldığı için serhat türküleri söylemekten vazgeçtiğini açıkladığı, albümde de yer alan “Vur Ha Vur” adlı şarkısını sol yumruğu havada söylediği konser. Sonrasında siyasetler ötesi bir yol seçti belki ama o dönem (Cem Karaca’dan Edip Akbayram’a uzanan) diğer rakipleri gibi bir saf belirlemişti. Keskin değildi ama yine de bir yeri işaret ediyordu.
Nereden nereye geldim. Yazının başında anlattıklarımla sonrasında açtığım Barış Manço parantezi alakasız gibi görünse de alakalı aslında. Sözü Manço’nun bir hayaline getirecek, ıskalanan bir hadiseyi anarak yazıyı tamamlayacağım. O dönem kurduğu bu hayali her yerde dile getirmişti ama sonrasında kimse bunu görmedi: 2023 yılında, 80 yaşında, bir senfoni orkestrasını “2023” çalarken yönetmek istiyordu. Yazık ki erkenden aramızdan ayrıldı ama hayali baki.
Bunun olamaması çeşitli sebeplerle ilişkilendirilebilir -ki başta telif hakları, pek çok şey bunu engelliyor olabilir ama asıl engel, iktidarın bunu istememesi. 29 Ekim yerine 15 Temmuz’u kutlayanlar, pop yerine ilahi dinleyenler ve hatta müziği “günah” olarak görenler, onu sadece eğlenceyle bağdaştıranların böyle bir adım atması elbette mümkün değil. Öyle olsa çoktan bu proje hayata geçer, başka projelerle desteklenir, coşkulu kutlamalar yapılabilirdi. 15 Temmuz’a odaklananlar, kendilerinden sonra öyle bir “bayram" olmayacağını biliyorlar. 27 Mayıs da bir ara “coşkuyla” kutlanıyordu ama o coşku, o kutlamalar çoktan tarihe gömüldü. Coşku aranıyorsa ortada gerçek bir bayram var ve 100 yıldır kesintisiz kutlanıyor. İki gün sonra yine kutlanacak. Kimi belediyeler terör saldırısını bahane ederek kutlamaları iptal etti ama önemli olan insanların içinden gelen. Şunu söylemek yanlış değil: Zorla kutlama olmuyor ve kutlamalar tek bir elden iptal edilemiyor. Önemli olan, Barış Manço’nun da işaret ettiği birlik. Bu da toplumsal barışın ne kadar elzem olduğunu gösteriyor. Hele ki hızla gündemin değiştiği şu günlerde…