Zaman ne kadar da hızlı geçiyor değil mi Mehmed abi? Sene 1989 mesela. Bir sürü zayıfım gelmiş; matematik, fizik, kimya, biyoloji, sağlık bilgisi. Beklemeli öğrenciyim. Bu dersleri veremezsem okuma hakkımı kaybedeceğim.
Yaz. Tütün tarlasında senin geniş alnına benzeyen alnımı güneşe tutarak özgürlüğü mayalayan dağlara bakıyorum. İçimde ama uzaktalar. Zoveser, Mereto, Rûtik ve Heft Gundên Taloriyê. Ama Newala Qeremûsê de yakın, Kanîka Temo da. Orada Mala Eliyê Ûnis’ın yiğitleri tuzağa düşürülmüştür, daha dün gibi. Dağlılar için Osman Sebrî’nin deyimiyle “guhbel” (casus) dolu ovada, tütün suluyorum. Öğlen oluyor, su motoru susuyor. Çeyrek asır sonra o cânım yeğenimi kollarında boğacak Batman nehrine doğru iniyorum.
Orada bir kahve var. Şehirlerin efkârlı bıçkınları oraya gelip bira içiyorlar. Süreğen bir zamana bağırıyorlar. Uzak bir yere ilişiyorum. Oradaki küçük sehpanın üzerinde bir kitap var. Seninle benzer bir kaderi yaşayan Demir Özlü’nün kitabı. Adı: “Bir Küçükburjuvanın Gençlik Yılları.” Oraya nasıl gelmiş, bilmiyorum. Metin Altıok’un, 1968’de, Soyut dergisinde çıkmış ilk şiiri olan “Ay Üzerine Kurgulamalar”daki gibi hani: “Buraya neden gelmiş / Bu nasıl iştir? / Bu gezgin ay bir gece / Kimseye görünmeden / Mutlaka kaçak / Bir trene binmiştir.”
Kitaptaki bir cümle takılıyor gözlerime: “Hayat yirmili yaşlardan oluşmaz.” “Ne var ki” diyorum içimden, “daha 17 yaşımdayım!” Ama zaman, bir veremlinin yürek kanıyla solmuş bir mendil gibi geleceğe atılan bir şeymiş meğer.
O gelecekte Yaşar Kemal gibi zamanı ve mekânı doldurmuş bir rüya tanıştıracak bizi, yüz yüze. İşte sonsuz mevsimlere sürekli gülümseyen yüzünle karşımdasın. Biraz kilo almışsın, seni mayınlı tarlalardan asil başını eğmeden geçiren büyük Necmettin Büyükkaya görse, zor tanıyacak. Uzak ülkelerde rüyalarına giren evinizin önündeki o taş, bitmemiş bir çocukluğa çağıracak.
“Rojek ji rojên Evdalê Zeynikê’yi ancak Temo çevirir” diyor Yaşar Kemal, nice sonra. “Çünkü” diyor, “onun babası dengbêj.” Sen de o muhteşem yavaşlığın ve nezaketinle “Poe’yu Poe yapan Baudelaire’dir” diyorsun. Bir genç adamın gözlerine sardunyalar ekiyorsun. Orada, 14 yıl sonra Herbert von Karajan’ın batonlarına dokunacak oğlum, masmavi gülümsüyor. Zaman daha önce hiç geçmemiş gibi geçiyor.
Seninle geçen kısa ve yoğun yıllarımızı hatırlıyorum şimdi, yıllar sonra. O anları sen mi yaşadın, ben mi, ikimiz mi? O anlar hangimize ait şimdi? Eğer zamanın içine keder ve saygı ile bırakılmışsan, bir zamanlar bugünkü günün içinde olduğuna tanıklık edebilir miyim?
Uzun gecelerden sonra bir gelecek daha başlar birden. O gelecekte sürgün vardır. Ama sen hiçbir zaman sürgünde olmadın. Kuzeyin soğuk ve beyaz gecelerinde Kürdistan kırlarındaki çiçeklerin kokusunu aldın. Seni Vergilius’tan da, Auerbach’tan da, Zweig’dan da, Mann’dan da ayıran şey buydu. Sonunda o çiçeklerin kökleri altına gömülmek için Ferit Uzun, Musa Anter, Mehmet Emin Bozarslan ve İsmail Beşikçi gibi kendi yurdunda sürgün olanlarla 1971 kışında tanıştığın o hapishanenin şehrine döndün. Başladığın yere. Apê Musa’nın sana yasaklı harfleri gösterdiği yere.
Günler günlere ulanırken erimeye başladın, yorgun bir çiçek gibi önce taç yaprakların soldu, boynun büküldü, renklerin kenarlarına döküldü. Bedenine dadanan ölüm hücreleri, içerindeki hayatı azalttı. Gülümseyince yana yatırdığın başın önüne düştü.
24 Ağustos 2007'de görüştük en son. Ne denir, perşembe mi, cumartesi mi? Birkaç kişiyle ziyaretine gelmiştik hani. Kapıya kadar çıktın bizimle. Biraz uzaklaşmıştık ki çağırdın beni. Yanına vardım. Ellerimi takatsiz ve solgun ellerinle tutarak, "Bak Temo" dedin, "sana bizim kaderimizle ilgili bir şey söyleyeceğim. Elbette hak ediyor, ama bir şeyi tarif etsin diye söylüyorum: Bak, Orhan Pamuk'la ikimiz aynı dönemde edebiyata başladık. O Nobel almaya gitti, bense ölüyorum. Bunu sakın unutma!"
Bugün 11 Ekim. Sen göçeli 11 yıl olmuş abi. 11 yıl sonra olmuş. Zaman olmayan bir şey gibi geçmiş. Göğe bulutlar birikmiş de yerden zulüm türemiş. Ölülerimizin bile rahatını bozmuşlar. Senin yurduna baykuşlar dadanmış. Ama yağmur yağıyor senin Dicle’ne bakan bir mezarın üstüne. Toprağın yüreği ısınıyor Mehmed abi, toprağın yüreği ısınıyor.