12 Eylül Darbesi ve TÖB-DER

Türkiye’nin o dönemde en büyük örgütlenmesi olarak bilinen TÖB-DER ‘in 1980 yılına kadar 220 üyesi katledilmişti. Darbeci generaller bu cinayetlerin faillerini bulmak yerine TÖB-DER’i kapattılar.

Abone ol

Hasan Aydın*

12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen ve başında Kenan Evren'in olduğu faşist askeri darbenin üzerinden 43 yıl geçti.

1970’li yıllardan itibaren başlayan ve kökeni 1960’lı yılların sonuna kadar uzanan bu darbe, siyasi krizin ve sınıflar mücadelesinin son durağıdır. 12 Mart 1971 Darbesi de 12 Eylül Darbesi'nin bir ön provasıydı.

Olumsuz etkileri hala devam eden, toplumsal kaosa ve travmalara neden olan bu faşist darbenin, ilerici, demokrat saflardaki en büyük hedeflerinden biri de öğretmenler olmuştur.

Koşulların oluşması için beklenilen ve sermayenin önündeki engelleri aşmak için gerçekleştirilen bu acımasız darbede 650 bin kişi gözaltına alındı. 230 bin kişi sıkıyönetim mahkemelerinde yargılandı. 52 bin kişi tutuklandı. 14 bin kişi vatandaşlıktan çıkarıldı. 171 kişi işkencelerde, 14 kişi ise açlık grevleri sonucu yaşamını yitirirken 50 kişi de idam edildi. 3 bin 854 öğretmen hakkında işlem yapılırken, 7 bin 233 kişi bölge dışına çıkarıldı. Parlamento ve hükümetin varlıklarına son(!) verilirken, siyasi partilerin faaliyetleri durduruldu. DİSK başta olmak üzere işçi sendikaları kapatıldı. Kapatılan 23 bin 700 dernekten biri de TÖB-DER (Tüm Öğretmenler Birleşme ve Dayanışma Derneği) idi. O dönem TÖB-DER 670 şubesi ve 220 bin civarındaki üyesi ile dünyanın sayılı örgütlerinden biriydi.

20 Eylül 1971’de 535 şubesi ve 72 bin üyesi olan TÖS (Türkiye Öğretmenler Sendikası) diğer memur sendikaları ile birlikte kapatılınca, 3 Eylül 1971’de TÖS’ün 40 üyesi tarafından TÖB-DER kuruldu. Cezaevindeki TÖS yöneticileri örgütlü öğretmen hareketinin sürdürülmesi amacıyla kendi sendikalarının her türlü mal varlığını, birikimini ‘’el konulma’’ tehlikesine karşı TÖB-DER’e devretti.

Türkiye’nin o dönemde gelmiş geçmiş en büyük örgütlenmesi olarak bilinen TÖB-DER ‘in 1980 yılına kadar 220 üyesi katledilmişti. Darbeci generaller bu cinayetlerin faillerini bulmak yerine öncelikli olarak TÖB-DER’i kapattılar.

Kenan Evren, 12 Eylül günü TRT’deki konuşmasında eğitim ve öğretmenlerle ilgili olarak şunları söylemişti "Eğitim ve öğretimde Atatürk milliyetçiliğini yeniden yurdun en ücra köşelerine kadar yaygınlaştıracak tedbirler en kısa sürede alınacaktır. Bu maksatla hepimizin saygıyla andığı öğretmenlerimizin Der’li, Bir’li derneklere üye olarak bölünmelerine müsaade edilmeyecektir.’’ Bu açıklamayı yapan cunta lideri Evren ülkedeki tüm ekonomik ve sosyal olumsuzlukların sorumlusu olarak TÖB-DER’i hedef tahtasına oturturken, o dönem 78 bin üyesi olduğu ifade edilen milliyetçi Ülkü-Bir adlı öğretmen derneğini ise görmezden gelmişti.

12 Eylül darbesinden sonra ‘’Olayların sebebi öğretmenlerdir. Suçlu öğretmenleri bize ihbar edin’’ çağrısı yapan Evren, bu açıklaması ile öğretmenleri kamuoyu önünde itibarsızlaştırmıştır.

Gençliği aydınlığa, doğruya, insan hakları savunuculuğuna ve bilime yönlendiren öğretmenleri cezalandırmak amacındaki faşist cunta, ilk olarak, 24 Aralık 1979’da Kahramanmaraş katliamının birinci yıl dönümünde işe gitmeyip boykot yapan, örgütlenme çalışmalarında aktif faaliyet yürüten öğretmenlerin dosyalarını yeniden açtı. Bunların bir kısmı görevden alınırken, bir kısmı da ülkenin en ücra köşelerine sürgün edildi.

Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı (3) numaralı Askeri Mahkemesinin 25 Aralık 1981 günlü kararıyla TÖB-DER kapatıldı, demirbaşlarına ve taşınmaz mallarına el konularak hazineye devredildi. Hâlbuki bu kararda taşınmaz mallar hakkında nasıl bir işlem yapılacağına dair bir hüküm yoktu. TÖB-DER yöneticileri ve aktif olan bazı üyeleri tutuklanarak sistemli İşkencelerden geçirildi. Askeri Mahkeme TCK’nın o dönem ki 141.ve 142. maddelerine göre 50 yönetici ve temsilciyi 1 yıl ile 8 yıl arasında değişen hapis cezalarına çarptırdı. TÖB-DER’in son Genel Başkanı Gültekin Gazioğlu darbe nedeniyle yurt dışına çıktı.

Geri dön çağrısına uymadığı gerekçesiyle 5 Haziran 1981'de vatandaşlıktan çıkarılan Gazioğlu, daha sonra 29 Şubat 1992'de Danıştay'ın vermiş olduğu kararla tekrar vatandaşlığa alındı.

12 Eylül'de işine son verilen öğretmenlerin bir kısmı yurt dışına çıktı. Tüm bunlar olurken TRT’de TÖB-DER'li öğretmenlerin ülkeye vermiş olduğu zararlarla ilgili programlar, haberler yapıldı. Basında, farklı günlerde tefrika halinde öğretmenlerin öğrencileri ideolojik olarak eğitip sisteme karşı nasıl kışkırttıkları işlendi. İşsiz öğretmenlerin bazıları, inşaatlarda tuğla, kiremit taşıyıp harç kardı. Bazıları ise kapı kapı dolaşıp ansiklopedi, kitap, çelik tencere seti satışı yaptı. İşportacılık yapan, pazarda limon, domates, çorap satan öğretmen, elindeki malı kaptırmamak için bazen zabıtalarla kovalamaca oynadı.

O dönem sayıları az olan bazı dershanelerde güvencesiz iş bulanlar oldu. Tüm bunların yanı sıra geçim derdi içindeki öğretmenler kitap ve yardımcı kaynaklar alamayıp branşlarında kendilerini geliştiremediler.

Her fırsatta kamuoyuna öğretmeni kötüleyen darbeciler, ikiyüzlü bir yöntemle öğretmenler lehine göstermelik icraatlara başladılar. 24 Kasım 1928'de Atatürk'ün Millet Mektepleri Başöğretmenliğini kabul etmesini gerekçe göstererek her yılın 24 Kasım'ını 'Öğretmenler Günü' olarak ilan ettiler. Bugünün resmi ve teknik alt yapılarını oluşturdular. Yurt içinde ve yurt dışında organize ettikleri kutlama komiteleri; yazılı basında ve TRT‘de öğretmenlik mesleğini öve öve bitiremediler. Mesleğin kutsallığını öne çıkardılar. Yani 'havuç-sopa' yönteminin en güzel örneklerini sergilediler. Her ilde yılın öğretmeni seçildi. Sonrasında bunlar, Ankara' da yapılacak olan toplu yılın öğretmeni törenlerine katıldılar.

Bazı illerin mülkü erkânları önünde kadrosu öğretmenlerden oluşturulmuş müzik koroları konserler verdi. Tabii bu arada öğretmenin ekonomik, özlük ve sosyal haklarından bahseden de olmadı. Açılan öğretmen evleri, öğretmenlerde daha çok farklı mesleklerden üst düzey yöneticilere hizmet veren, ağırlayan tesisler oldu. Diğer yandan ülkenin pek çok okulundaki ani ders kontrollerinde üst düzey askeri yetkililer de görev aldı.

Bazı durumlarda öğrencilerin karşısında öğretmenlerden İstiklal Marşı'nın 10 kıtasını ezbere okuması istendi.

12 Eylül’ün cunta liderleri bir yandan çağdaş, demokrat, devrimci öğretmenleri baskı altına almaya çalışırken, diğer yandan İslamcı çalışmalara tolerans göstermeyi de ihmal etmediler. Atatürkçülük adına yola çıkanlar, zamanla tersini yaptılar. 1982 Anayasa'sına zorunlu din kültürü ve ahlak bilgisi dersini koyduran, meydanlardaki kürsülerde ayet okuyan Evren, yurt dışında görevli olan imamların maaşlarının Suudi kökenli İslami kuruluşu Rabıta tarafından ödenmesine de göz yumdu.

Laik eğitimi sulandıran, 12 Eylül'ün aktörleri 1980-1983 yılları arasında gerekli politik üst yapıdaki düzenlemeleri tamamlamadan yönetimden ayrılmak istemediler. 

12 Eylül 1980'de kapatılan partiler sonraları faaliyetlerine geri döndüler. El konulan taşınmazları iade edildi. Fakat TÖB-DER' in mal varlıkları ve itibarı iade edilmedi. Açılan karşı davalarda bu talepler hep reddedildi. Bu anti demokratik tutumun elle tutulur bir yanı yoktur. İşinden atılıp yoksulluk içinde yaşamaya mahkûm edilen ve işkenceler sonucu sakat kalan, onuru çiğnenen öğretmenlerin, emekçilerin gençlerin hakları mutlaka aranmalıdır. 

Devrimci, demokrat öğretmenler, aydınlık fikirleri ve eylemleri ile her zaman gerçek demokrasinin savunucuları olmaya devam etmelidirler. Toplumun çoğunluğunu ve gençliğin geleceğini çalan karanlığın ve zulmün temsilcisi darbeci zihniyetin sürekli karşısında olmak, laik bilimsel eğitimi, adaleti ve emeği öne çıkartmak her geçen gün daha çok önem arz etmektedir.

*Eğitimci