12 Eylül faşizminin etkileri hâlâ sürüyor

Askeri faşist darbenin üzerinden 42 yıl geçmesine karşın, bugün hâlâ bu yaralar sarılmış değil. Bir kuşağı (78 kuşağı) yok ettiği gibi, 80’li, 90’lı ve hatta 2000'li yılların kuşaklarını da etkiledi.

Abone ol

Ali ARAYICI*

12 Eylül 2022 tarihi, askeri faşist darbenin 42'inci yıldönümüdür. Bundan 42 yıl önce, Türkiye'de emperyalist Amerikan yanlısı generaller; dönemin Süleyman Demirel Hükümeti'ni yıkarak iktidara el koydu. Askeri faşist darbe, yaşamın her alanında olumsuz etki bıraktı. Bu darbe siyasal, hukuksal, eğitsel-kültürel ve toplumsal yozlaşmayı beraberinde getirdi. Cumhuriyetin getirdiği değer ve kazanımları birer birer yok etti. İnsani değer ve yargıları altüst etti.

TBMM'nde bulunan CHP, AP, MSP, MHP başta olmak üzere; diğer siyasi partiler kapatıldı. Dönemin CHP Genel Başkanı Bülent Ecevit, AP Genel Başkanı Süleyman Demirel, MSP Genel Başkanı Necmettin Erbakan, MHP Genel Başkanı Alpaslan Türkeş ve diğer siyasi parti liderleri tutuklandı. Siyaset yapmaları yasaklandı. Devrimci sendika ve örgütler, öğretmen örgütleri, sivil toplum örgütleri ve bütün örgütsel yapılar kapatılarak lider kadroları tutuklandı.   

KARA BİR 'LEKE'

Askeri faşist darbeden sonra, milyonlarca insan işkence, zulüm ve baskı gördü. Yüzlerce insan, işkencede yaşamını yitirdi. Aralarında 17 yaşındaki Erdal Eren'in de olduğu, büyük bir çoğunluğu devrimci 50 kişi idam edildi. Türkiye'de, son idam mahkûmu da Devrimci Yol davasında 25 Ekim 1984'te infaz edilen Hıdır Arslan'dır. Yüz binlerce insan, Türkiye'den göç etmek zorunda kalarak dünyanın pek çok ülkesine sığındı. Türkiye, tam anlamıyla açık bir cezaevine döndü.

Askeri yönetimle birlikte, Cumhuriyet Türkiye’sinin getirdiği kazanımlar tamamen askıya alındı. Her türlü gericilik ve ırkçılığın gelişmesine olanak sağlandı. Cumhuriyetin kurucusu Mustafa Kemal’in kurduğu ve genel başkanlığını yaptığı parti CHP, Türk Tarih ve Türk Dil Kurumu ve Halk Evleri başta olmak üzere; siyasi partiler, demokratik sendika ve sivil toplum örgütleri kapatıldı. İşlevlerine son verilerek yönetici kadroları tutuklandı.

Özellikle, ilk ve ortaöğretimde tek mezhepli (sünni) “din dersleri zorunlu” kılındı. Yurtdışındaki din görevlilerinin o günkü askeri yönetimin yasal izniyle “Rabıta örgütü” tarafından karşılanması, dinsel örgütlenmeyi büsbütün güçlendirdi. Türkiye siyasi tarihine kara bir “leke” olarak geçen bu tarih, askeri faşist cuntacılar için utanç verici bir tarihtir.

BUGÜN BİLE SÜRÜYOR

Askeri faşist darbeden tam 42 yıl geçmesine karşın, bugün bile bu yaralar hâlâ daha sarılmış değildir. Bir kuşağı (78 kuşağı) yok ettiği gibi, 80’li, 90’lı ve hatta 2000'li yılların kuşaklarını da etkiledi. Bunun etkileri, günümüzde bile yaşamın her alanında sürüyor. Sosyo-ekonomik, eğitsel-kültürel ve siyasal alanları olumsuz etkilediği gibi; eğitim ve bilim emekçilerini, okul çalışanlarını ve eğitimin temel öğesi olan öğrencileri de derinden etkiledi.

Üstelik, ilk darbesini, cumhuriyetin kurulmasından sonra 3 Mart 1924'te temeli atılan; çağdaş, laik, demokratik ve bilimsel eğitimin temel taşı olan “Eğitim ve Öğretim Birliği Yasası’”na indirdi. Faşist yönetimin oluşturduğu 1982 Anayasası’nın 24. Maddesi’yle, bu yasa eğitim-öğretim kurumlarına “zorunlu din dersleri” konularak yok edildi. Asıl amaç ve işlevinden uzaklaştı.

Dinsel öğretim yapan İmam-Hatip Okulları’nın, çalışan öğretmenlerin ve buralarda okuyan öğrencilerin sayısında önemli bir artış oldu. 1983'te, yasal bir düzenlemeyle İmam-Hatip Lisesi'ni bitirenlere, yükseköğretim kurumlarının her bölümüne girme hakkı tanındı. Böylece, günümüzde olduğu gibi, dinsel eğitim almış kişiler; cumhurbaşkanlığı, başbakanlık başta olmak üzere; devletin “kilit noktaları”nı ele geçirdi. Bürokraside yönetici olma hakkına kavuştu.

EĞİTİMDEKİ OLUMSUZ ETKİLERİ

Askeri faşist darbe, eğitim-öğretimde sayısız olumsuz etkiler bıraktı. Üretime yönelik olmayan, sadece kitap bilgisine dayanan ezberci, asalak ve kısa yoldan “köşe dönmeci” bir anlayış; eğitim-öğretime egemen oldu. Sadece zengin aile çocuklarının gidebileceği özel dershanelerin ve paralı eğitim yapan kurumların sayısında büyük bir artış oldu.

Eğitim ve bilim emekçilerin kitlesel örgütü, TÖB-DER kapatıldı. Örgütün yöneticileri gözaltına alınıp sorgulandı. On binlercesi değişik yerlere sürüldü ve binlercesinin görevi son buldu. Eğitim kurumlarında, öğrenci gençliğine potansiyel suçlu gözüyle bakıldı. Eğitimin “iç işleyişine ve yönetimine” demokratik katılımı, “söz ve karar sahibi” olmaları önlendi. Bu duruma, tepki gösterenler ise, potansiyel suçlu olarak görüldü. Polisiye şiddet ve önlemlerle engellendi.

YÖK sultasıyla birlikte, Yükseköğretim kurumlarının akademik ve bilimsel özerkliği son buldu. 1402 sayılı Sıkıyönetim Kanunu’yla, çok sayıda ilerici ve devrimci bilim insanı üniversitelerden atıldı. Bu kurumlarda, eğitimin kalitesi ve niteliği düştü. Bilimsel araştırmaların sayısı azaldı. MEB, bağlı kurumları ve yükseköğretim kurumlarında gerici, ırkçı ve şeriatçı kadrolaşmayla birlikte; “Türk-İslam” sentezci anlayış, eğitim-öğretim sistemine egemen oldu.

*Prof. Dr./Paris