“İşçi Sınıfının Cumhuriyet’le İmtihanı” başlıklı yazı dizimizin
üçüncü gününde, 12 Eylül 1980 askeri darbesinin yol açtığı süreç ve
sonrası ele alınacaktır.
12 Eylül darbesi, sermaye kesiminin işçi sınıfından intikamını
aldığı önemli bir müdahaledir. Darbenin hemen ertesinde
Türkiye İşveren Sendikaları Konfederasyonu (TİSK) Başkanı Halit
Narin’in “20 yıl işçiler güldü, biz ağladık, şimdi gülme sırası
bizde” demesi çok manidardır.
Bu darbeyle birlikte sadece Türkiye’de değil Yeni Dünya Düzeni
(YDD) çerçevesinde uluslararası düzeyde de neoliberal politikalar
etkili olmaya başladı. YDD, emeğin haklarına, sendikal örgütlenmeye
ve sosyal devlete karşı saldırıya geçti.
İngiltere, ABD gibi gelişmiş kapitalist ülkelerde, seçim yoluyla
muhafazakar hükümetler, (Thatcher, Reagan) iktidara geldi. Şili,
Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde ise, darbe yoluyla
neoliberal politikalar uygulamaya kondu.
12 Eylül 1980 cunta hükümeti, ilk olarak grevleri yasakladı,
toplu sözleşmeleri askıya aldı. Yüksek Hakem Kurulu (YHK) dönemi
başladı, zorunlu tahkim uygulaması geldi. Kıdem tazminatına sınır
getirildi.
Sendikal örgütlenmeye yüzde 10’luk bir baraj kondu. Hak grevi
yasaklandı. Petrol, bankalar, ulaşım gibi çeşitli işkollarına grev
yasağı getirildi. Sendikaların siyasal yaşama katılması, kesin
şekilde engellendi. Sendikal faaliyetler denetime alındı.
CUNTA ANAYASASI (1982)
Bu yasal değişiklikler ve uygulamalar, 1982 Anayasası ve ilgili
sendikal yasalarla gerçekleştirildi, böylece ekonomik, sosyal ve
sendikal alanda çok ciddi hak kayıpları oluştu. Hiç bir Batı
ülkesinin anayasasında yer almayan grev karşıtı lokavt uygulaması,
1982 Anayasası’na girdi.
Sosyal güvenlik alanında da çeşitli hak kayıpları gerçekleşti.
Sigortalının yüzde 20, emeklinin de yüzde 10 oranında ilaç
bedellerine katılım payı getirildi. Emekli aylığının
hesaplanmasında son 3 yıl yerine son 5 yılın ortalaması esas
alındı. Emeklilik taban aylığı oranı, yüzde 70’ten yüzde 60’a
indirildi.
12 Eylül’ün diğer bir tahribatı da, işçi sınıfını etkileyen sol,
sosyalist ideolojiye karşı İslamcı muhafazakarlığı gündeme
getirmek, zorunlu din dersi uygulamasını Anayasa’ya yerleştirmek
olmuştur. Bu süreç daha sonra siyasal İslamcı anlayışın ve AKP’nin
iktidara gelişine hizmet etmiştir. Bu konuyu daha sonra ele
alacağız.
DİSK’İN YARGILANMASI
12 Eylül darbesinin hemen ardından DİSK’in faaliyetleri askıya
alındı, yöneticileri tutuklanıp idam cezası talebiyle yargılanmaya
başlandı.
DİSK yöneticileri, sıkıyönetim mahkemelerinde 1961 Anayasası ve
onun sağladığı hakları savunduklarını dile getirdiler. Bir anlamda
Cumhuriyet’in demokratik, laik, sosyal hukuk devleti anlayışını
savundular. Ancak sermayenin egemenliğini ilan ettiği bir ortamda
bu savunmalar geçersiz kaldı.
Öte yandan 12 Eylül düzeninin emek üzerindeki bu tahribatına
karşı işçi sınıfının ve onun sendikal örgütlülüğünün etkili bir
karşı koyuş, direnç göstermemesini de önemli bir olgu olarak tespit
etmek gerekir.
1980 öncesi yüz binleri alanlara toplayan DİSK yöneticilerinin
yargılanması sürecinde mahkeme salonlarında büyük ölçüde yalnız
bırakıldıkları dikkati çekti. Kuşkusuz sıkıyönetim koşullarında
sindirilen işçi kesiminin güçlü bir desteğinin olması beklenmiyordu
ama yine de moral desteğin eksik kaldığı görüldü.
1989 BAHAR EYLEMLERİ
İşçi hareketi, 1980 darbesine ciddi bir tepki gösterememesine
rağmen parlamenter siyasal sürecin yeniden başlamasıyla birlikte
yavaş yavaş canlanmaya başladı. 1983’te seçimler yapılıp kontrollü
bir parlamenter sisteme geçildi. 1980-1988 yıllarındaki emek
aleyhindeki politikalara karşı çeşitli sendikal direnişler ortaya
çıktı.
İlk büyük grev, 1986 yılında bağımsız Otomobil-İş Sendikası’nın
örgütlü olduğu Netaş işyerinde oldu. 2.500 dolayında işçinin
katıldığı bu grev, üç ay sürdü. Belli ölçüde 12 Eylül yasalarına
karşı ilk ciddi tepkiydi.
1989 Bahar eylemleriyle de iktidardaki Özal’ın ANAP’ına karşı
ciddi tepkiler oluştu. Önce ANAP yerel seçimleri kaybetti. Ardından
da kamu işçileri, yüzde 142’lik bir zam aldılar. Bunu memur zamları
izledi. Özel sektör işçileri de bu oranlara yakın zam elde ettiler.
Böylece işçi sınıfı, emekçi kesim, 1980 darbesinin olumsuz ekonomik
koşullarını lehine çevirmeyi başardı.
ÖZAL SEÇİMLERİ KAYBEDİYOR
Bahar eylemlerinin ardından 1991 yılındaki Zonguldak Büyük
Madenci Grevi ve Yürüyüşü, Özal’ın başında bulunduğu ANAP
iktidarını iyice sarstı. Ankara yürüyüşüne 48 bin madenci ile
birlikte tüm Zonguldak halkının katılması ve diğer sendikaların,
partilerin, aydınların desteği eylemin başarılı olmasında etkili
oldu.
ANAP, 1991’de genel seçimleri de kaybetti. Sosyal demokrat SHP,
Demirel’in liberal eğilimli DYP’si ile birlikte iktidara geldi.
SHP, iktidarda iken liberal politikaları izleyince işçi sınıfının
desteğini ve daha sonra da seçimleri kaybetti.
Sonuç itibariyle 12 Eylül darbe koşulları ve ANAP hükümetleri
döneminde yaşanan ciddi reel ücret kayıpları ve yoksullaşma, 1989
eylemlerinin en büyük nedeniydi. Bahar Eylemleri, 12 Eylül askeri
yönetimi döneminde çıkarılan sendikal yasalarla işçi hak ve
özgürlüklerinin kısıtlanmasına ve toplumsal gelir dağılımında işçi
sınıfı aleyhine yaratılan gerilemeye bir tepkiydi. Bu nedenle
eylemler salt ekonomik çerçeveyle sınırlı kalmayıp politik talepler
de içeriyordu.
Bahar eylemleri, Tük-İş’teki birçok sendikada daha mücadeleci
kadroların işbaşına gelmesine de yol açtı. Türk-İş genel merkez
yönetimi de değişti.
Bu arada Askeri Yargıtay, 1991 yılında DİSK yöneticilerinin
beraatına karar verdi.
1995 GREVLERİ
5 Nisan 1994 tarihinde yeni bir istikrar programı açıklandı.
Başbakan, Doğru Yol Partisi (DYP) Genel Başkanı Tansu Çiller’di. 5
Nisan kararları ile birlikte çok sayıda işçi, memur yapılacaktı,
işçilerin ikramiye hakları, lojman ve servis olanakları ellerinden
alınıyordu.
Kasım 1994’te 100 bini aşkın işçi, Ankara Tandoğan Meydanı’nda
toplandı. Meclise yürüyüşe geçti. TBMM Bütçe ve Plan Komisyonu
Başkanı, yürüyüşü durdurmak için yazılı bir açıklama ile bu
önlemlerden vazgeçildiğini bildirdi. İşçi sınıfının bu eylemi,
başarıya ulaşmıştı.
1995’te özellikle kamu kesiminde önemli grevler yaşandı. Bu
yılda 200 bin kişi greve çıktı. İşçi sınıfı tarihi açısından 1995
yılı, işçi sayısı yönünden greve katılımın en fazla olduğu
yıldır.
Ancak işçi sınıfı ve sendikal hareket, toplu sözleşmede birçok
talebini hükümetlere kabul ettiremedi. Burada, sınıf mücadelesinin
sadece ekonomik taleplerle sınırlı kalması, sayıları giderek azalan
sendikalı işçilerin tüm emek kesimini kapsayacak birleşik bir sınıf
hareketi yaratamamış olması da önemli bir faktör olarak dikkati
çekiyor.
Yine 16 Ekim 1995’te Ankara’da yapılan büyük miting, Tansu
Çiller Hükümeti’nin güvenoyu almayıp düşmesinde etkili olmuş bir
eylemdir.
1995 yılında Kamu Emekçileri Sendikaları
Konfederasyonu’nun (KESK) kurulması da, emek hareketi içinde
kamu çalışanlarının da ağırlığının artmasına yol açtı. KESK,
tabandan yukarıya doğru fiili bir mücadele içinde kamu
çalışanlarının örgütlendiği bir kuruluş oldu.
1995’te anayasada yapılan bir değişiklikle sendikalara siyaset
yasağı getiren hüküm de yürürlükten kaldırıldı.
‘MEZARDA EMEKLİLİK” YASASI
1996’da Refah Partisi Genel Başkanı Necmettin Erbakan’ın
başkanlığında Tansu Çiller’li DYP, Refahyol adı altında bir
koalisyon hükümeti kurdu. Türk-İş, DİSK, TESK, TOBB ve TİSK’ten
oluşan “Beşli İnisiyatif”, bu hükümete karşıydı. 28 Şubat 1997
kararlarından sonra 18 Haziran 1997’de Refahyol Hükümeti istifa
etti. Hükümetin istifasında Beşli İnisiyatifin belli bir etkisi
oldu.
1999’da yapılan seçimlerden sonra DSP Genel Başkanı Bülent
Ecevit başkanlığında ANAP ve MHP’den oluşan bir koalisyon
hükümeti işbaşına geldi.
Ecevit Hükümeti’nin ilk icraatlardan birisi, sosyal güvenlik
alanında ciddi hak kayıplarına yol açan “Mezarda Emeklilik”
yasasını gündeme getirmek oldu. Emeklilik yaşı 58-60’a yükseltildi,
prim ödeme gün süresi 5 binden 7 bine çıkarıldı, en üst düzeydeki
(tavan) emekli aylığı bağlama oranı yüzde 85’ten yüzde 65’e
düşürüldü, emekli aylığının hesaplanmasında tüm çalışma süreleri
dikkate alındı.
Bu arada 1999 yılında başta işçi konfederasyonları Türk-İş,
DİSK, Hak-İş olmak üzere memur konfederasyonları KESK, Kamu-Sen,
Memur-Sen ile birlikte Türkiye Tabipler Birliği, TMMOB gibi
demokratik kuruluşların oluşturduğu Emek Platformu kuruldu.
Emek Platformu, 24 Temmuz 1999’da emeklilik yaşını yükselten
sosyal güvenlik yasasına karşı Kızılay’da 400 bin emekçinin
katıldığı büyük bir miting düzenlediyse de daha sonra Türk-İş’in
hükümetle uzlaşması sonucu eylem başarıya
ulaşamadı.
AKP İKTİDARINA DOĞRU
Yine 1999’da 4447 sayılı yasayla ilk kez İşsizlik Sigortası
Kanunu çıkarıldı. 2001’de de 4688 sayılı Kamu Görevlileri
Sendikaları Kanunu yürürlüğe girdi. Memurlara sadece toplu görüşme
hakkı sağlandı, toplu sözleşme ve grev hakkı verilmedi. Toplu
görüşmelerde anlaşmazlık çıkarsa uyuşmazlık hükümet temsilcilerinin
ağırlıkta olduğu bir kurula gidiyordu. Yani son sözü hükümet
söylüyordu, grev yolu kapalıydı.
2001 ekonomik kriziyle birlikte siyasal süreç de dalgalandı. 3
Kasım 2002’de yapılan erken seçim sonucunda Adalet ve Kalkınma
Partisi (AKP) tek başına iktidara geldi. Böylece Türkiye’de siyasal
İslamcı anlayışın egemen olacağı ve Cumhuriyet’le hesaplaşmanın
yapılacağı bir sürece doğru gidiliyordu…
YARIN: AKP Dönemi (2002-2023)