Bugün, 15-16 Haziran 1970 olaylarının 53.ncü yıldönümü. 15-16 Haziran olayları, Türkiye işçi sınıfı tarihinde ücret dışı sendikal haklar için kitlesel anlamda gerçekleşmiş ilk büyük işçi direnişidir.
Ben de 1967 yılında Kara Harp Okulu’nu bitirip subay çıktıktan sonra ilk kıta hizmetim olan Kartal Maltepe’deki 2. Zırhlı Tugay’da göreve başlamıştım. 15-16 Haziran 1970 olayları patlak verdiğinde teğmen rütbesinde olaylara müdahale eden askeri birlikte görevliydim. Tam o günlerde bölük komutanının Erzurum’a tayini çıktığı için bölüğü devir teslim alıyordum.
1968 kuşağının bir bireyi olarak içinde bulunduğumuz siyasal ve toplumsal olaylardan etkileniyorduk. Sola, sosyalist düşünceye ilgimiz giderek artıyordu. İşte o koşullarda ilk kez işçi sınıfı ile tanışmış oldum, ancak “karşıdan”. Yani, bizim birlik işçileri durdurmaya çalışıyordu.
DİRENİŞE YOL AÇAN FAKTÖRLER
Öncelikle 15-16 Haziran olaylarına yol açan faktörleri, dönemin ekonomik ve sosyal olgularını ifade etmeye çalışalım. Sermaye sınıfı, 1960’lardan itibaren uygulanan ithal ikamesi modeli sayesinde montaj sanayinde önemli bir gelişme kaydetti. Otomobil, buzdolabı, çamaşır makinesi gibi dayanıklı tüketim malları iç pazarda önemli bir yer tutmaya başladı.
Ancak 1970’lere doğru stokların artmasıyla birlikte ihracat olanaklarının da sınırlı olması nedeniyle maliyetler yükseldi, işverenler de yüksek maliyeti gerekçe göstererek düşük ücret önerdiler. Düşük ücret politikası da, grevlerin başlamasına neden oldu.
Bu arada Adalet Partisi (Demirel) Hükümeti, sendikal hareketi kontrol etmek için daha sonra 15-16 Haziran olaylarına yol açacak olan 1317 sayılı yasayı TBMM’ye sevk etti. Ekonomik darboğaz, Ağustos 1970’te büyük bir devalüasyonun yapılmasına yol açtı.
DÖNEMİN İŞÇİ EYLEMLERİ
O dönemdeki sosyal gelişmelerin başında, işçi ve gençlik mücadelesinin yükselmesi geliyordu. 1967’de kurulan DİSK’in özellikle özel sektörde örgütlenmesi dikkat çekiciydi. Bu dönemde fabrika işgalleri ve grevler giderek artıyordu.
1968’de DİSK’in Derby fabrikasını örgütlemek için harekete geçmesi, işyerindeki referandumu (yetkili sendika oylaması) DİSK’e bağlı Lastik-İş’in kazanmasına rağmen işverenin Türk-İş üyesi Kauçuk-İş’le toplu sözleşme yapmak istemesi olayların çıkmasına neden oldu. İşçiler, Kazlıçeşme’deki bu fabrikayı işgal ettiler, polis müdahale etti. Derby işgali, dönemin önemli bir işçi eylemiydi.
Derby işgalinin ardından Kavel Kablo Fabrikası, Singerler, Türk Demir Döküm, Alpagut Linyit İşletmeleri, Sungurlar fabrikalarındaki işgal eylemleri, işçi sınıfı mücadelesindeki ivmeyi gösteriyordu.
SERMAYENİN VE TÜRK-İŞ’İN RAHATSIZLIĞI
1968-1970 yıllarındaki işçi mücadelesinin gelişmesi, sermaye sınıfını, Türkiye İşçi Partisi (TİP) dışındaki diğer siyasi partileri ve Türk-İş’i rahatsız etti. Bu koşullarda zamanın AP Hükümeti, DİSK’in gelişmesini önlemek ve tasfiyesini sağlamak için 1317 sayılı yasayı hazırladı. AP'li Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk, Mayıs 1970'te Erzurum'da yapılan Türk-İş Genel Kurulu'nda “DİSK'in çanına ot tıkamaktan” söz etti.
Yasanın hazırlanmasında Türk-İş ve AP işbirliği söz konusu oldu, Türk-İş üyesi ve aynı zamanda AP milletvekilleri olan sendikacılar Şevket Yılmaz, Enver Turgut, Hasan Türkay ile CHP milletvekili ve Türk-İş üyesi olan sendikacı Abdullah Baştürk de yasanın lehinde girişimlerde bulundu. DİSK ve TİP, bu yasaya karşı çıkarken CHP de başlangıçta bu yasayı desteklemişti.
1317 SAYILI YASANIN ÖZELLİKLERİ
1317 sayılı yasa, Türkiye çapında bir sendikanın faaliyette bulunabilmesi için o işkolundaki işçilerin en az üçte birini (yüzde 33’ünü) temsil etmesi gerektiğini koşula bağlıyordu. Konfederasyon kurulması için de tüm sigortalı işçilerin üçte birini örgütleme şartı vardı.
Aslında bu koşul, Türk-İş’i de zora sokuyordu. 1970’te toplam sigortalı işçi sayısı 1.3 milyon iken Türk-İş’in üye sayısı da 426 bindi. Ancak yasa geriye doğru işlemediği ve esas itibariyle DİSK’in tasfiyesi amaçlandığı için bu süreçte Türk-İş üyeleri de artacaktı.
1317 sayılı yasanın TBMM’de görüşmeleri sırasında CHP grubu da yasanın kabulü yönünde görüş belirtti ancak yasa büyük ölçüde AP’lilerin oylarıyla kabul edildi. Oylamada 230 kabul, 4 red şeklinde oy kullanıldı, 214 milletvekili de birleşime katılmadı. Red oyu veren milletvekilleri şöyleydi: Rıza Kuas (TİP), Şeref Bakşık (CHP), Hilmi İşgüzar (Millet Partisi) ve Suna Tural (MP).
'STALİN’İN RUBLELERİ NEREDE?'
Yasanın TBMM’de kabul edilmesi üzerine DİSK harekete geçti, 15 Haziran günü 70 bin işçi yürüdü, 16 Haziran’da bu sayı 150 bine çıktı. Bir yandan İzmit’ten İstanbul’a doğru işçiler yürürken bir yandan da İstanbul’un hem Asya, hem Avrupa yakasında büyük gösteriler, fabrika işgalleri yapıldı.
15 Haziran günü, görev yaptığım 2. Zırhlı Tugay’ın Ankara asfaltına bakan tarafında işçi ve öğrencilerle emniyet güçleri arasında taşlı sopalı bir çatışma çıkmıştı. Polisler iri yarı bir işçiyi yakalayıp nizamiye kapısına getirdiler.
Kapıda sivil polisler ve binbaşı, yarbay rütbesinde subaylar vardı. Polisler işçiyi hırpalarken içlerinden bir sivil polis, “Ulan, Stalin’den aldığın rubleleri ne yaptın?” diye soruyordu. Stalin 1956’da ölmüş, yıl ise 1970’di, öte yandan Rus para birimi olan “ruble”yi işçi nereden bilebilirdi. Nitekim işçinin verdiği cevap oldukça ilginçti; “Ben Türküm ve Müslümanım”.
İşçinin orada hırpalanması ve kısmen dövülmesi, beni de çok etkiledi, gözlerim yaşarmıştı. Üst komutanların yanında çaresiz bir durumdaydım, müdahale etme imkanım yoktu. Yaşım 22 idi, hemen yanımda da 40 yaşlarında olan bir astsubay başçavuş vardı. Beni kenara çekti ve sırtımı okşayıp “Üzülmeyin teğmenim” diyerek teselli etmeye çalıştı.
'VURACAKSAN VUR BENİ'
O gün öğleden sonra Kartal’da bulunan Haymak Demir Döküm Fabrikası’nı işçilerin işgal ettiği ve makinelere zarar verdikleri haberi geldi. Haymak Fabrikası zamanın Başbakanı Süleyman Demirel’in kardeşi Şevket Demirel’in ortağı olduğu bir fabrikaydı.
14 zırhlı personel taşıyıcısı (kariyer) ile fabrikaya doğru giderken işçiler bizi alkışlayıp “Ordu millet el ele” slogan atıyorlardı. 27 Mayıs 1960 askeri müdahalesinden sonra orduya karşı bir sempati söz konusuydu. Sosyal haklar tanıyan yeni bir anayasa yapılmıştı. Ancak bizim birlik fabrikaya gelince, etrafı çevirdik, güvenlik tertibatı aldık, işin rengi değişti.
Bu arada fabrikanın etrafını kariyerlerle çevirdiğimiz sırada genç bir işçi, çevik bir hareketle zırhlı personel taşıyıcının üstüne fırladı. Ben de kariyerin üstündeki 12.7 mm uçaksavar makineli tüfeğinin arkasında bulunuyordum.
20-22 yaşlarındaki genç işçi göğsünü açarak “Vuracaksan vur beni” dedi. Ben de kendisine, “Sizin gibi düşünüyorum ancak burada emirleri uygulamak zorundayım. Kariyerden inin, sakinleşin” dedim.
O genç işçi arkadaş, biraz sakinleşti ve sonra kariyerden indi. Oradaki komutanlardan bir yarbay, işçiyle muhatap olmamdan rahatsız olmuştu. Yarbay, “Niçin işçiyle konuşuyorsun, sen verilen emri yerine getir” diye beni uyardı.
Bu arada fabrikanın içerisine polis ve üst düzey komutanlar girip işçi temsilcileriyle görüşme yaptı, daha sonra işçiler de yavaş, yavaş fabrikayı terk ettiler. Bizim birlik de 2. Zırhlı Tugay’a geri döndü. 16 Haziran 1970 günü yaşadıklarımızı da yarın anlatmaya devam edeceğim…