15 Temmuz’a ilişkin bir kurucu mit yaratma çabasının işlevli
olmadığı açık. 15 Temmuz’u Kurtuluş Savaşı ile karşılaştırma, yeni
bir kurtuluş savaşı olarak tanımlama, yeni rejimin sembolü olarak
inşa etme girişimleri başarısızlıkla sonuçlandı. Bunun elbette
birden fazla nedeni var, fakat öncelikle AKP Genel Başkanı ve
Cumhurbaşkanı Erdoğan kurucu, kurum yaratıcı bir siyasi hegemonya
oluşturma niteliğini bu tarihte çoktan yitirmişti. Darbe
girişiminin bir yıl öncesinde gerçekleşen seçimlerde tek başına
iktidar olma vasfını dahi yitirdi. Demokratik yollarla sağlanan
hegemonya yitirilince iktidarda kalmanın başka yollarına başvurdu.
Aslında hemen paralelindeki partnerinden öğrendiği, önceden bildiği
bir yol: Devleti ele geçirmek.
Diyanet İşleri Başkanlığı bozulmasın (dün okunan hutbede dini
bir grup değil, fesat yuvası diyor Gülenciler için)
dini-ticari-siyasi örgüt niteliği faili meçhul cinayetler ile
öldürülen, AKP döneminde cezaevlerinde aşağılanan, tehdit edilen,
görevlerinden alınan aydınlarca otuz yıldır belgelenmekteydi. Bu
örgütün devleti ele geçirmek için kadrolaştığı, suç işlediği kamu
görevi yapan herkesçe doğrudan, geri kalan herkesçe de dolaylı
olarak biliniyordu. Bizzat Erdoğan’ın, bu dini-ticari-siyasi örgüte
her istediğini verdiğini kendi ağzından duyduk. Ne istemiş olabilir
sorusuna yine hepimizin bildiği yanıtlardan birkaçını sayalım.
İSTENİP DE VERİLENLER NE OLABİLİR?
Örneğin yargı örgütünü istemiş olabilirler. 12 Eylül 2010
referandumu sonrasında yaptığı balkon konuşmasında Erdoğan ilk
teşekkürünü bu nedenle okyanus ötesine sunmuş olabilir. Bu yüzden
Fethullah Gülen ile fotoğrafları her tweetinin altına yerleştirilen
Burhan Kuzu’ya yeni anayasa çalışmalarına başlama görevi verilmiş
olabilir. O zamanki adıyla HSYK’nin Gülencilere bırakılmasının
nedeni işte okyanus ötesinin bu konudaki ricası olabilir.
Örneğin mülki idare kadrolarını istemiş olabilirler. Bunun için
de Kamu Personeli Seçme Sınavı’nın (KPSS) soruları çalınmış
olabilir. 2010 yılında yapılan sınavda hırsızlık pervasızca yapılıp
herkesçe fark edilince Erdoğan sınavı terörize etmeyin demiş, ÖSYM
Başkanı'nın ehliyetine kefil olmuştu. AKP Genel Başkan Yardımcısı
Hüseyin Çelik “yağmur yağsa cemaatten biliyorlar” demişti. Sahi
Erdoğan’ın bilimsel ehliyetine kefil olduğu Ali Demir nerede bugün?
Komutanlarının emriyle sokağa çıkan erler, askeri lise öğrencileri
müebbetlik olmuşken hırsızlığı etkili soruşturmayan hükümet
partisinin genel başkan yardımcısı ne yapmaktadır? Okyanus ötesi
etkili bir soruşturma yapılmasın istemiş olabilir mi? Yürütme
doğrudan soruşturulacak kişilere kefil olduğu için yargı etkilenmiş
olabilir mi? Gerçi yargı faslı bir önceki paragraftaydı? 2010’da o
istek karşılanmıştı zaten.
NE İSTENDİ DE VERİLMEDİ Kİ?
15 Temmuz darbe girişimi, 15 Temmuz’un çok öncesinde ortaya
çıkmış bir suç örgütünün girişimidir. Dolayısıyla suç 15 Temmuz’da
başlamaz. Ama AKP’nin iddia ettiği gibi 17-25 Aralık 2013’te de
başlamaz. Çünkü darbe girişimi devleti ele geçirmek için
yapılmıştır, bu girişim ise 90’larda büyüyen, AKP ile birlikte
sıçrayan bir örgütün girişimidir. Bu suçu, iktidarın daha fazlasını
vermek istemediği tarihten başlatmak bir hukuk tartışmasına değil,
devleti kimin ele geçireceğine ilişkin bir savaş sahnesinin
perdesinin çekilmesinden ibarettir. İşte 15 Temmuz’un bir kurucu
mit olamamasının temel nedeni budur. Darbe girişimine ilişkin
parlamentoda komisyonca hazırlanan rapor bile açıklanamamıştır.
Devleti ele geçirme politikası ise darbe girişimi sonrası güçlü
biçimde paralel partnerden devralınmış, ilan edilen OHAL bunun
aracı kılınmıştır.
Darbeci bir güç ne yaparsa, OHAL sürecinde o yapılmıştır. Temel
hak ve özgürlükler bütünüyle askıya alınmış, yasama organı
yetkisizleştirilmiş, yargı iktidarın sopası haline getirilmiş, on
binlerce yurttaş medeni ölüler haline getirilmiştir. Gülenci
dini-ticari-siyasi örgütün anlayışı ile hayatın her alanında
mücadele etmiş binlerce kamu görevlisi haksız yere, sorgusuz
sualsiz ihraç edilmiş, darbe kararnameleri ile aynı
anayasızlaştırıcı usulü izlemiş KHK’ler aracılığıyla anayasal düzen
ortadan kaldırılmıştır. Böyle bir dönemde yeni rejimin yasası bir
plebisit ile halka onaylatılmıştır. Darbe kararnameleri kalıcı hale
getirilmiş, devlet ile parti özdeşleşmiş, saray çeperine dahil
olmayan geniş halk kesimleri kamunun dışına itilmiştir. Kurmak ile
ele geçirmek arasındaki ayrımı böyle koyarsak; 15 Temmuz bir kurucu
mit değil, olsa olsa bir devir anlaşması kutlaması günü olarak
değerlendirilebilir. Baroları ele geçirmek için hazırlanmış
avukatlık yasasında değişiklik yapan yasa teklifini kabul eden
komisyonun AKP’li üyelerinin çektirdiği fotoğrafla o günü
kutlamaları gibi… Danıştay’ın şekilden şekle girerek verdiği
Ayasofya kararında bir saat geçmeden yayımlanan kararname ve ele
geçirmenin şehvetiyle Cumhuriyetin kurucu anlaşmasının imzalandığı,
Abdülhamid’in anayasalı devleti ilan etmek zorunda bırakıldığı
günde, 24 Temmuz’da kılınacak namaz gibi.
****
Milliyet’in haberine göre bu yıl yaklaşık 3000 etkinlik
düzenleniyor 15 Temmuz temalı. Dünyanın en büyük binalı İletişim
Başkanlığı da sevinçli bir şekilde geçen yılı 6’ya katladığını
söylüyor etkinlik sayısının. Gerçeklik yüze çarptıkça sayılara daha
bir sarılıyor, onunla oyunlar oynuyor iktidarlar. 3000’in içinde
521 etkinlikle üniversiteler var. 521 etkinlik içinde önemli bir
paya sahip olan Ankara Üniversitesi, değişik başlıklarla
etkinlikler hazırlamış. Etkinliklerden biri “15 Temmuz ve Dünya”
diğeri “15 Temmuz ve Veteriner Fakültesi”. Ama en sevdiğim,
Olağanüstü Hal ile ilgili bir bilimsel etkinlik düzenlemeyi
bırakın, kendi üyelerinin katılacağı bir bilimsel toplantıya dahi
izin veremeyen Hukuk Fakültesi’nin etkinliğinin adı: “Darbeler,
Demokrasi ve Hukuk Devleti.” İşte bu yüzden olmuyor, olmayacak.
Gülemiyorum, nasıl güleyim…