Ahmet Doğu İpek'in Galata Rum Okulu'nda açtığı Günler sergisi 15 Temmuz sonrasını siyah ancak umutsuz olmayan bir atmosferle sunuyor.
Ahmet Doğu İpek'in işlerini uzun yıllardır fuarlarda, karma sergilerde görüyoruz. Sanatorium'daki ilk solo sergisi "Multitude"daki kaotik desenleriyle üretimlerindeki düşünce yapısını, form ve renkle giriştiği mücadelenin ipuçlarını açmıştı. İpek, Galata Rum Okulu'nda açtığı yeni sergisi "Günler"le tekrar karşımızda. 15 Temmuz sonrasındaki süreçle bir baş etme metodu olarak da okuyabileceğimiz İpek'in yeni işleri bize siyah ancak karamsarlığa itmeyen bir atmosfer sunuyor.
"Bembeyaz kağıdın önünde bir duraksama, bir kararsızlık. Güzel neydi? Doğru neydi? Hakikat neydi?" Eleştirmen Murat Alat, Art Unlimited dergisi için hazırladığı Yapılmamış Sergilere Ön Sözler yazı dizisindeki Ahmet Doğu İpek yazısına böyle başlıyor. İpek'in meditatif üretim pratiğine dair doneler sunan deneme yazısına "Kendini zorla geri çekti, kağıtla arasına boşluk girdi. Biraz daha uzaklaşıp baktı. Çizgiler kağıdı kaplamıştı. Tüm çizdiği siyah bir lekeden ibaretti. Durdu. Birden o ana kadar kaçtığı boşluğun nasıl da elzem olduğunu fark etti. Yok olmaktan korkmamalıydı," diye devam ediyor. "Günler" sergisinin başlangıç noktasını oluşturan ve sergiye ismini veren seri de böyle bir kendini iyileştirme sürecinin ürünü.
Geçen seneye gidiyoruz, 15 Temmuz sonrasına. İpek bu süre boyunca her gün eline bir kağıt alır ve suluboya günlüklerine girişir. 270 civarında güne tekabül eden bu günlüklerde siyah boyayı kağıda damlatıp kareler oluşturur, boyanın kağıt üzerinde kendi şeklini almasına, kendi dokusunu, desenlerini oluşturmasına izin verir. Kolayca Maleviç'in "Siyah Kare"sine referans verebilir, ancak analitik ve sanat tarihsel değil tam tersi meditatif, doğal, hatta romantik bir yerden.
Sergi Rum Okulu'nun birinci katındaki yerleştirmeyle açılıyor. Okulun geniş holünün formunu bozan, ayaklandıran ve köşelerinden tutup sıkıştıran yeni bir iskeleli taban inşa ediliyor. Ziyaretçinin iç kulağını sarsan, nereye gideceğini şaşırtan devasa bir kaide neredeyse. Yeni tabanın üstüne düşen/fırlatılan devasa kayanın oluşturduğu çatlak serginin ortasına atılmış bir gülle gibi duruyor. Yerleştirme bir yandan gelen ziyaretçiyi serginin sinematografik atmosferine sokuyor, bir yandan da Galata Rum Okulu'nun makus talihini hatırlatıyor.
Günler sergisini kaya kütlesiyle açtıktan sonra, serginin ilk odasında da üç adet kayayla devam ediyoruz. Japon kintsugi tekniğinde kıymetli eşyalar, vazolar, tabaklar kırıldıklarında kırılma noktaları altın çizgilerle belli edilerek tamir edilir. Eşyanın yaşayıp müdahale gördükçe daha da kıymetlendiğine dair bir görüşten ileri gelen bir metot. Ancak bunları kaya gibi pek de kıymet vermediğimiz nesneler üzerine uyguladığımızda ne anlama gelir? Bunun cevabını ben bilmiyorum, İpek'e de sormadım, nihayetinde bir cevabı var mı ondan da emin değilim. İpek'in altınla çatlakları belirginleştirilmiş kayaları duvara asılmış gibi değil, neredeyse havadan üzerimize düşen meteorlar gibi. Sergide İpek'in önceki yıllardan "Black Water Records", "İkinci Hasat" ve "Cınstruction Regime" serilerinden işler de bu sergideki yeni işlerin düşüncesine referans vererek yer alıyor.
Günler serisine geri dönüyoruz. İpek, bazı günler hazırladığı siyah karelere küçük çentikler atar. Pamuklu kağıtta oluşan beyaz çentiklerin oluşturduğu doku serginin sonuna vardığımızda gördüğümüz odaya hakimiyet kuran "Yıldızlar" işinde de kendini yineler. Bu sefer çentikler büyür, iğnelerden çuvaldızlara, suluboyadan Hint mürekkebine geçer ve odayı galaksi atmosferine sokar. Diğer iki odada yer alan ağaç köklerinden oluşan yerleştirmeler de serginin tümünün derdi olan doğa, estetik ve form meselelerini sonlandırır.
Ahmet Doğu İpek'in sergisinden sinematografik bir etki almak kolay. Katlar ve odalar arasındaki geçişler, küçük "narrative"ler bizi neredeyse bir distopyanın içindeymiş hissine götürüyor. Kolaylıkla Blade Runner, Metropolis etkisi hissedilebilir. Ancak bunun yanında üretimlerin halka halka birbirine dolanması, işlerdeki "neredeyse çilekeş" emek ve doğayla kurduğumuz ilişkiye dair bağlar bizi sinematografik etkinin dışında mekanla var olan ve yaşayan bir atmosfere sokuyor. Bu noktada sergi tasarımını gerçekleştiren mimar Nevzat Sayın'ın hakkını da not etmek gerek. İşlerin sunum şekli hakkında tek tek düşünülerek atmosfer tamamlanmış oluyor.
Günler sergisi sanat piyasasındaki yeni yönelimlere işaret etmesi açısından da önemli. Galata Rum Okulu uzun yıllar kapalı kaldıktan sonra İstanbul Bienali sayesinde kullanıma açılmış, şu anda da farklı sergilere, toplantılara ev sahipliği yapan bir mekan. Sanatçı Hera Büyüktaşçıyan'ın da çabalarıyla sanatçılar bu tarz bağımsız sergilerini de açabiliyor. Galeri temsiliyeti olmadan, sanatçının özgür çalışabileceği ve işlerini satabileceği böyle ortamların ve çalışma biçimlerinin yakın zamanda daha da artacağını görebiliriz. Bir döneme damgasını vuran inisiyatif çalışmaları şu an için etkisini yitirmiş durumda, ancak bu tarz bağımsız sergiler inisiyatiflerin sağladığı yeni düşünme biçimlerine olan ihtiyacımızı da karşılayabilir.
"Günler" sergisi 13 Mayıs'a kadar Galata Rum Okulu'nda görülebilir.