Son günlerde sokağa baktığımda Erdoğan’ın artık inandırıcılığını yitirdiğine ve halkta bir karşılığı kalmadığına şahit oluyorum sıkça. Özellikle İstanbul’da taksi muhabbetlerinden halkın eğilimini doğru şekilde yoklamak mümkün. Samimiyetle söylüyorum, artık o kadar çok "Erdoğan’a oy vermeyeceğiz, inancımız kalmadı" diyene rastlıyorum ki… Eğer çok tesadüf değilse, halk artık hakikaten “tamam” diyor. Kendisi halk bunu söylediği takdirde gideceğini ayan beyan bildirdi. Her ne kadar tozu dumana katmadan bunu yapmayacağını bilsek de umarım 24 Haziran yahut 8 Temmuz günü ağzından çıkanın gereğini yapar.
Erdoğan artık konuşurken zehir saçıyor. Kendisi ittifak yapmamış gibi, muhalefetin ittifakını “şer ittifakı” olarak niteleyebiliyor. AK Parti’ye oy vermeyenleri münafık olmakla suçlayacak kadar ileri gitti. En son CHP için “pisliktir, çöplüktür, hava kirliliğidir, susuzluktur” dedi. Ağzından çıkan her kelime kin ve nefret dolu. Koskoca bir halkı nefret kusan bir dille yönetmek, o ülkeyi kendi ellerinle paramparça etmek, dağıtmak demektir. Bu ülke nice zahmetle, kanla, terle, gözyaşıyla kazanıldı; gözlerimizin önünde elimizden yitip gitmesine izin vermeyeceğiz.
Geçtiğimiz günlerde Erdoğan seçim manifestosunu okudu. Daha doğrusu, çelişkili birçok cümle kurduğu ve fakat doğru dürüst vaatte bulunmadığı bir konuşma yaptı. Ne olduğu belli olmayan bir kısım vaatler için de seçim sonrası bir tarih verdi ve “millet”ten oy istedi. Bu ne olduğu belirsiz ve çelişkili vaatler arasında “itibarlı yasama, güçlü yönetim ve bağımsız yargı” da vardı. Doğrusu insanın epeyce gülesi geliyor. Zira, kendisinin döneminde, yani 15 yılda sonlara doğru hızlanmak suretiyle yavaş yavaş bu üç şeyi de kaybettik biz. Elimizde hiç kalmadı.
Oysa üçü de öyle kolay yitirilecek şeyler değildi, kolay olmadı:
Gezi’de gencecik çocuklarımızı öldürdüler, öldürdükleri yetmedi, "terörist" dediler, yaslı annesini de halka yuhalattılar. Ağacını, ülkesini korumak isteyen milyonlarca genç yurttaş için "3-5 çapulcu" dediler...
Soma’da 301 işçimiz katledildi, katledenler korundu kollandı, bakın dördüncü yıl dönümü oldu, halen davası sürünüyor.
Aladağ’da 11 tane kız çocuğu pisi pisine yanarak öldü, öldürüldü! Yoksulluktan, çaresizlikten ve birilerinin insanların bu yoksulluğunu, çaresizliğini kullanmakta zerre çekinmemesinden.
Cerrattepe’de talan hukuku uyguladılar, yaşlı teyzeleri, köylüleri, o toprakta doğanları isyana sürüklediler, üzdüler, kırıp döktüler.
Sadece Cerrattepe’ye değil, ülkenin her bir noktasına göz diktiler, her ağaç dolar yeşiliydi onlar için, tüm yeşilleri yardılar, yaktılar, griye boyadılar.
17 Aralık faillerini “millet”in meclisinde “millet”in gözlerinin içine baka baka, kahkahalar atarak akladılar.
Karaman’da onlarca çocuğun istismara uğradığı suç yuvasını korudular, gensoru reddinden sonra birbirlerini tebrik ettiler, halen ilgili vakfın genel kurullarını onurlandırıyorlar.
Suçsuz sudursuz güzeller güzeli Dilek Doğan’ı kendi evinde, ailesinin yanında vurdular.
Van’ın Gürpınar ilçesinde bir baba, evladını yollar kapalı olduğu ve çağrısını kimse duymadığı için kaybetti. Sonra da evladının cesedini çuvala koyup sırtında taşıdı. Koca bir ülke bu utancı izlemek zorunda kaldı.
Ülkenin her tarafında bir “güç” uğruna ya Rab ne bombalar patladı… Yüzlerce yurttaşımız, Ozancan’ımız, Ali Deniz’imiz, Berkay’ımız öldü. Öldürüldü. Metrolara tramvaylara binemedik aylarca. Acaba bugün ne olacak diye çarpıntıyla uyandık her sabah. Topluca ruh sağlığımız bozuldu. Patlayan bombalarla bizim de etlerimiz koptu, "yeter" demekten içimiz çürüdü, canımızı çok yaktılar.
Her yıl bir öncekinden daha çok kadın cinayete kurban gitti; 214, 281, 303, 328, 409… Her yıl katlanarak arttı ve bizi bu utancı rakamlarla ifade etmek zorunda bıraktılar.
Her yıl bir öncekinden daha çok çocuk istismara uğradı; bir hastaneye sadece beş ayda 115 hamile çocuk geldi ve bir kadın tüm cesaretiyle itiraz edene kadar hiçbirimizin bundan haberi olmadı, o cesur kadın sürüldü.
Çocukları istismar edenlerle evlendirip, faili aklayan yasalar önerdiler.
Kadınlar şort giydikleri için tekmelendiler, dekolteleri bahane edilerek cinsel saldırıya uğradılar, failler haksız tahrik indirimi aldı.
Yüzlerce transa işkence edildi.
Yüzlerce bebek de anneleriyle birlikte mahkum edildi.
Gencecik doktorlar çok çalışmaktan ve aşırı stresten intihar ettiler.
Öğrenciler sınavda başarısız oldukları için, öğretmenler atanamadıkları için canlarına kıydılar.
Bir baba borçları yüzünden kendini Meclis’in önünde cayır cayır ateşe verdi.
Konya’da bir anne, penceresi muşamba kaplı bir evde sabah uyandığında, Ayaz adını verdiği zatürre olmuş bebeğini kollarında ölü halde buldu.
İki askerimiz yakıldı, bize hiçbir şey söylemediler, sessizce "şehit oldu" deyip geçtiler.
Ayşe öğretmen “Çocuklar ölüyor” dediği için cezalandırıldı.
Roboski Katliamı'nın üstü kapatıldı, geriye yalnızca korkunç bir fotoğraf kaldı.
Dilek Özçelik kanser hastasıydı, dilenci değildi, yalnızca ilaçlarının temini için yardım istemişti, neticede hayatını kaybetti, kahrolduk.
Bu ülkede çiftçiler, sırf mağduriyetlerini dile getirdikleri için, görevi çiftçilere ve diğer tüm yurttaşlara hizmet etmek olan kişilerden “Ananı da al git” gibi sözler duydular, üzerine bir de gözaltına alındılar.
Madenci yakınları yere düştü, düşene bir de Başbakan’ın danışmanı vurdu.
Bu ülkede darbe yapmaya kalkışanlarla yediği içtiği ayrı gitmeyenler, gün geldi, bu darbecilere olsa olsa yalnızca lanet etmiş kişileri FETÖ’cü diye işten attılar, tutukladılar.
Onlarca, yüzlerce gazeteci yine yalnızca işlerini yaptıkları için teröristlikle suçlandılar, haksız yere içeride tutuldular, tutuluyorlar.
Onlarca, yüzlerce avukat yalnızca adalet istedikleri için yerlerde sürüklendiler, müvekkilleri sebebiyle terörist ilan edildiler, ediliyorlar.
Hrant Dink'i de, Tahir Elçi'yi de nefretleriyle öldürdüler.
12-13 yaşındaki çocuklar dahil binlerce kişi cumhurbaşkanına hakaret sebebiyle yargılandılar, tutuklandılar; şikayet geri alınsa da davalar devam etti, tonlarca ceza kesildi ve şikayetler halen devam ediyor.
Daha bir dolu şey sayabilirim. Siz de sayabilirsiniz, biliyorum.
Fakat artık T A M A M!
Yalnızca, yaşadıklarımızın milyonda biri olan bu saydıklarımızı düşündüğünüzde ve ardından bu süreçte ülkeyi yönetenlerden “itibarlı yasama, güçlü yönetim ve bağımsız yargı” şeklinde bir vaat duyduğunuzda size de bir gülme gelmiyor mu?
İş başa düştü dostlar… Ana sütü gibi helal oylarımızla gelin de “itibarlı yasama, güçlü yönetim ve bağımsız yargı” nasıl yapılırmış bir gösterelim artık…
SIKILDIK zira…