Derin korkularımızı yeryüzüne çıkartan küçük depremden sonra
Balat’taki bazı metruk binalar belediye tarafından yıkıldı. Zaten
çatısı çökmüş, cumbası sarkmış, etrafı çevrilmiş gitti gidiyor
haldeydiler… Ve zaten bir süredir bu kaçınılmaz kaderi bekleyen
başka binalar birer ikişer aşağı indiriliyordu. Vaktiyle memleketin
idari amirlerine uyuşturucu yatağı olan terkedilmiş binaları “ya
tamir ettirin, ya yıkın” gibisinden talimat verilmiş, bunun da
etkisiyle metruk bina avı başlamıştı. Geçen yüzyıldan kalan her şey
gibi, o eski hayatın somut kültürel mirası da zaten bir çökme
eğiliminde. Belediye vurmasa kazmayı, değişen iklimin tufan gibi
yağmurları, olmadı küçük depremler, olmadı yıkılan taşıyıcı
duvarlar sayesinde insan akılsızlığı ile sonları geliyor. 19 ve 20.
yüzyıl bir süredir çöküyor…
Bu çöküşü bizim gibi asarı antika meraklıları hüzünle izlerken,
birilerine gün doğuyor. Hayır mütahitler değil. Çünkü ne olursa
olsun tescilli bir binanın yerine yeni bir şeyler yapmak o kadar
kolay değil artık. Bu yıkımları sevinçle izleyenler otoparkçılar.
Birbirine sımsıkı yaslanmış eski evlerin, hanların hamamların
mahallelerinde otopark yapacak alan pek bulunmaz. İster Balat gibi
yoksulluktan kurtulamamış bir mahalle olsun isterse Karaköy,
Sultanahmet gibi kentin bin yıllık merkezi, yüz yıllık turistik
yerleri. Modern bir otopark yapmak için gerekli boş alan nadiren
bulunur. O alanın üstüne otel filan kondurmak çoğu kez daha
karlıdır. Mevcut binaların altına otopark yapmak ise bir
mühendislik fantezisi gibidir. Ama neyse ki sık sık bir bina
yıkılır, ya da uzun zamandır öylece duran bir boşluk vardır ve bu
bir otoparka dönüşür.
Birkaç evlik küçücük bir arsa, ileride nasıl olsa bir yolu
bulunup alınacak imar iznini beklerken kentin otopark sorunun
çözümüne hizmet eder. Ne mimarlara ne mühendislere, ne de aman aman
bir yatırıma ihtiyacınız vardır bunun için. Şöyle düz bir beton,
hatta biraz mıcır ve moloz, iki değnekçi ya da kibarcası vale, bir
de onların duracağı plastikten kulübe kişiyi otopark işletmecisi
yapar. Dünyanın hiçbir yerinde verimli bir otopark olarak
işletilemeyecek kadar küçük alanlar sımsıkı park edilen arabalarla
burada işe yarar. Dolmuş gibi, elden ele ön tarafa İstanbulkart
uzatmak gibi, ‘arkaya ilerleyelim’ diye şoför tarafından
azarlanarak sıkışmak gibi bize özgü çözümlerinden biridir bu
da…
Bize has bu garip uygulama, mimar Kerem Piker’in de dikkatini
çekmiş. İki yıl önce Venedik Mimarlık Bienali’ne Türkiye adına
katılan Piker, günümüz mimarlığının parlak yıldızlarından biri.
Piker’in Türkçede ‘kahya otoparkları’ İngilizce’de ise Informal
Parking Lot (IPL) adını verdiği projesini, geçen ay dünya
mimarlığına da sunma fırsatı buldu. Kerem Piker Mimarlık Ofisi
olarak Brezilya’daki 12. Sao Paulo Mimarlık Bienali’ne katıldılar.
Tam da meselenin özüne uygun eğlenceli bir formda, çizgi roman
olarak sunulan proje, izleyenlere İstanbul’un bu kendine özgü
kentsel çözümünü anlatıyor. Bir yandan mimari bir mesele olarak
otopark konusunu, bir yandan şehirciliği öte yandan da modernizmi
tartışan IPL, aynı zamanda kaotik başka kentleri mesela Rio’yu da
uyarıyor, ya da uyandırıyor...
Kerem Piker şöyle özetliyor meseleyi: “Tarihi kent, içerisinde
otopark barındıracak şişmanlıkta boşluklara sahip olmayacak kadar
değerli; bir başka deyişle otoparkın mekân ekonomisi bu kez kentin
mekânsal ekonomisine yenik düşüyor. İstanbul’da gündelik hayat,
irrasyonelin rasyonelleştirilebilmesi diyebileceğimiz özgün
çözümleri üretmek konusunda son derece mahir. Salt iki ‘vale’ ile
yönetilen açık alan otoparkları (IPL), kentin en kritik
bölgelerinde yer alan parsel artıklarını içerisine rasyonel bir
otopark sığdırmanın fiziksel olarak neredeyse imkansız, mekân
ekonomisi açısından ise anlamsız olduğu noktalarda birer otopark
vahasına dönüştürebiliyorlar. Hiçbir zaman otopark olarak tarif
edilmemiş, planlanmamış, projesi dahi çizilmemiş bu şekilsiz
parseller böylelikle gündelik hayatın ürettiği birer altyapı
projesine dönüşüyorlar”
Hakikaten söz konusu çizgi romanı okurken öğreniyorsunuz ki
bugünkü otopark standartları 1920’lerde mühendis Freysinet’in inşa
ettiği ilk otoparktan bu yana aynı kalmış. Bütün mimarların çok iyi
bildiği park yeri, manevra alanı ve yol genişliği standardı
neredeyse değiştirilemez. Çünkü bütün otomobil endüstrisi de bu
standartlara göre işliyor ve araçların büyüklükleri, manevra
kabiliyetleri tüm dünyada inşa edilen standart park alanları
dikkate alınarak tasarlanıyor. Ama Türkiye’de bu standartlar
anlamını kaybediyor, araçların tampon tampona istif edildiği bir
sistem kentin bütün sıkışık alanlarında kendini gösteriyor.
Modernist mimarinin bu en değişmez formu, İstanbul’da ironik olarak
boşa çıkıyor.
Biliyoruz ki bazen eski binaların alaşağı edilmesi için iyi bir
motivasyon oluyor otoparklar. Tarla açmak için orman yakan bir
millet otopark açmak için çok sayıda konak ve ev yaktı, yıktı… Ama
Kerem Piker artık parsellerin, boş kalmış bazı alanların otopark
olmasında çevre sakinlerinin de hoşuna giden bir şey olduğunu
düşünüyor. Hem arabalarını park edebilecekleri bir alana sahip
oluyorlar hem bu boşluklar o sımsıkı mahallelerde ışık ve hava
geçişini mümkün kılıyor…
Kerem Piker Mimarlık Ofisi ekibi, Beyoğlu ve Karaköy bölgesinde
otuz kadar park alanını incelemiş ve haritalandırmış. Buradan
görüyoruz ki ‘iki vale sistemi’ ile 160 m2’ye on üç, 240 m2’ye on
dokuz, 450 m2’ye otuz yedi, 810 m2’ye altmış yedi, bin 585 m2’ye
ise yüz yirmi dokuz araç sığdırmak mümkün…
9 Aralık’a kadar Sao Paulo Mimarlık Bienali’nde sergilenecek
IPL, Türk güncel sanatının hınzır ve ironik işleriyle benzer bir
dile sahip. Gündelik hayatın içinde sıradanlaştırdığımız bir garip
duruma dikkat çeken, zekice ve şaşırtıcı, eleştirel ve bir yandan
da kendisiyle barışık hatta iyimser...
Balat’ta eksik diş gibi sırıtan yıkılmış binaların boşluklarına
baktığımızda eğer üstünde park etmiş birkaç araba varsa, şimdi
asarı atika hüznüne kapılmak yerine, hınzır bir modernizm
eleştirisinin neşesine bürünmek de mümkün olacak. Sağ olsun Kerem
Piker Mimarlık Ofisi…