17 Ağustos 1999 sabahı Yalova'ya ilk gidenlerdenim. Yalova ve çevresinden haber alamayan yüzlerce kişi kapasitesine falan bakmaksızın Kartal’dan deniz otobüsüne biniyoruz. Sanıyorum ki kente çoktan yardım gelmiş, fazla bir sıkıntı yok gibi, çünkü sokaklar bomboş. Oysa öğlen öğreneceğim ki yıkılmış gördüğüm o binaların altında kurtarılmayı bekleyen yüzlerce insan var, Kimsenin henüz Yalova'da deprem olduğundan haberi yok. Yazlık adresini bilmediğim ama Çiftliköy’de oturduğunu bildiğim arkadaşımı yıkık dökük sokaklarda arıyorum, beyhude, bulamıyorum. Bir anda fabrikalardan birinde kimyasal sızıntı olduğu anonsuyla birlikte binlerce kişi Yalova merkez istikametine doğru kaçıyoruz. Acı manzaralardan biridir, sanki kent merkezine koşarsak zehirlenmeyeceğiz…
Çınarcık'a geçiyorum. Ailem orada, şükür kimseye bir şey olmamış. Çok sevdiğim, arkadaşımın babası, hani hepimizin yakından tanıdığı Veli Göçer. Onun yaptığı binaların yıkıntıları arasında AKUT'la birlikte sağ insan arıyoruz, hoş daha çok onlar arıyor, ben onlara gölge ediyorum sanki. Arkadaşıma söylemiyorum, onlar da zaten berbat halde... Daha sonra Veli Göçer'in suçlu olmasını elbette kabul etmekle birlikte tek günah keçisi ilan edilmesine, başka hiçbir sorumlunun ceza almamasına isyan edeceğim...Tıpkı zengin FETÖ'cülerin yırtması ile eşdeğer bir durumdur sanki.
18 Ağustos'ta yine Çınarcık'dayım, boş boş sağa sola yardım için saldırıyorum. Bu konuda hiç eğitim almamış olmama hayıflanıyorum her dakika. Telefonum çalıyor, o zaman çalıştığım ajanstan arıyorlar, piyasa deprem dinlemez minvalinde bir şeyler söylüyorlar...Türkiye’nin en baba firmalarının deprem için yaptığı yardımları medyaya haber olarak sirküle etmem isteniyor. Oysa yine piyasanın en büyük giyim markalarından biri “Bu işin reklamı olmaz, biz yardımlarımızın duyurulmasını istemiyoruz” demişken patronu bu konuda ikna edemiyorum, gördüklerimin tarihin en büyük felaketi olduğunu dilim döndüğünce anlatıyorum, ama aslında anlatamıyorum, anlamıyorlar, çünkü müşteri memnuniyetinden daha önemli ne olabilir ki? Kavga ediyoruz, işten o an ayrılıyorum... Ama 17 bin kişinin ölmesinin yanında ne ki bunlar diyorum.
Özel vergi toplanmasını olumlu buluyorum en azından kalanlara toplanan paralarla destek olunur falan diye düşünüyorum. Daha sonraki dönemde hepimiz o milyarlarca lirayla yapılan duble yollardan geçiyoruz, kalanın nereye harcandığını da fazla sorgulamıyoruz. Her 17 Ağustos'ta o sokakları, sirenleri, kamyon arkasındaki cansız bedenleri hatırlayıp, bunları düşüneceğim. Daha da ilerde ise toplanma alanı olan yerlere açılan AVM'lere gidip film izleyeceğim.
Binlerce can kaybına, yüz binlerce kişinin hayatının altüst olmasına neden olan bir afete rağmen, daha büyük gelmesi beklenen depreme karşı ciddi tek bir girişimde bulunmayan bir ülkede yaşıyor olmanın utancı hepimize yeter. Oysa bu 20 yılda; her spor organizasyonuna ev sahipliği için aday oluyoruz, lale festivalleri düzenliyoruz, İzmir’e bilmem kaç saatte gitmeyi başardık mesela di mi? Ennnn büyük havaalanı da bizde artık, gerisi teferruat zaten…
Depreme önlem için olduğu iddia edilen kentsel dönüşüm ise bu 20 yıl içinde rantsal dönüşümün kalesi Bağdat Caddesi’nden başladı nedense…Şimdi Godot’yu bekler gibi bekliyoruz yeni depremi. 17 Ağustos Depremi'nde, Çorlu Kazasında, Soma Katliamı'nda ateş sadece düştüğü yeri yakıyor, piyango bize çıkmazsa yola devam ediyoruz ve yaşanan her şey yaşandığı ile kalıyor, “şovmastgoon”un temel milli şiarımız olması tam da böyle bir şey işte…