1915’in vicdanlı insanları
Burçin Gerçek, 'Akıntıya Karşı – Ermeni Soykırımında Emirlere Karşı Gelenler, Kurtaranlar, Direnenler' başlıklı kitabında kendi hayatlarını tehlikeye atarak Ermenileri kurtarmaya çalışanların hikâyelerini anlatıyor.
Selçuk Gürsoy
Kendilerini tehlikeye atarak Ermenileri kurtarmaya çalışanlar arasında valiler, memurlar, din adamları, aşiret reisleri ve sıradan, isimsiz insanlar bulunuyor. Vicdanlarının sesini dinleyen insanlar: Vicdanlılar!
Burçin Gerçek, samanlıkta iğne arar gibi bu insanların peşine düşmüş. Mahkeme tutanaklarını, anıları, gazeteleri, resmi yazışmaları okumuş. Osmanlı arşiv belgelerini incelemiş. Bununla da yetinmeyerek, bu vicdanlı insanların yaşadıkları yerleri dolaşmış. Hayatta olan yakınlarını aramış. Bazen kendi araştırmalarıyla ortaya çıkan kurtarma hikâyelerini yaşayan insanlara doğrulatabilmiş, bazen bu insanlara ait tek bir iz bile bulamamış. Bir suskunluk ve unutuş duvarıyla karşılaşmış…
KÜTAHYA'DAN DERSİM'E 'VİCDANLILAR'
Burçin Gerçek’in hikâyelerini anlattığı vicdanlı insanların kimini tanıyoruz, biliyoruz; kimini ilk defa duyuyoruz, öğreniyoruz. Bunlar arasında isimleri en çok bilinenler Konya Valisi Celal Bey, Ankara Valisi Mazhar Bey, Malatya Belediye Başkanı Azizzade Mustafa Ağa ve Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey’dir. Bu isimler ve 1919 yargılamaları sırasında tanıklık etmiş olan diğerleri büyük ölçüde bilinmektedir. Özellikle Kütahya Mutasarrıfı Faik Ali Bey “Ermenilerin tehcirine şiddetle karşı çıkan Türkler”in de desteğiyle bir istisnayı gerçekleştirmiş, görevden alınmadan ya da öldürülmeden Kütahya Ermenilerinin tehcir edilmelerini ve başka yerlerden Kütahya’ya ulaşmış olanların şehirde kalabilmelerini sağlamıştır.
Abidin Nesimi’nin babası Lice kaymakamı Hüseyin Nesimi ve Beşiri kaymakamı Ali Sabit Es Süveydi ise katliama karşı çıkışlarını hayatlarıyla ödemişlerdir. Katilleri, 1919 yılında intihar eden ünlü ittihatçı, Diyarbakır Valisi Dr. Reşid’tir. (s. 70-79 vd.)
Burçin Gerçek’in çalışması sayesinde şimdiye kadar isimlerini bildiğimiz “Vicdanlılar”ın yaşadıklarını ve direnişlerini daha ayrıntılı olarak öğrenmiş oluyoruz.
Dersim bölgesinin neredeyse bir bütün olarak Ermeniler için bir sığınak oluşturduğunu da görüyoruz. İttihat ve Terakki’nin kendi yanına çekmeyi başardığı bazı aşiret reislerine ve Çarşancak ile Çemizgezek gibi kazalarda yaşanan tehcir ve katliamlara rağmen, Dersim dağları Ermeniler için önemli bir sığınak yeri olmuştur. Hayatta kalan Ermenilerin tanıklıklarında Dersim adı kurtuluş ile eşdeğerdir. (s. 164)
SAVURLU VEHBİ EFENDİ, ÇANKIRILI AT ARABACISI, KAYSERİLİ ÖMER EFENDİ...
Vehbi Efendi Paris’te siyaset bilimi okumuş, Posta ve Telgraf Nezareti İdare Meclisi üyeliğinden emekli olduktan sonra memleketi Savur’a dönmüştür. 1915 yılının Haziran ayında Savur’da tehcir ve katliam başlayınca Vehbi Efendi müdahale eder. Bir tehcir kafilesinden 95 Süryani’yi alarak şato gibi korunaklı olan konağına götürür. Başka şehirlerden tehcir edilen Ermeni ve Süryaniler de Vehbi Efendinin konağına sığınırlar. Yaralı kadınlar, yetim kalmış çocuklar… Hepsini koruyarak güvenliklerini sağlar.
Burçin Gerçek, Vehbi Efendi’nin 94 yaşındaki torunu Nusret Özbek’le konuşmuştur. Nusret Özbek 1976 yılında Midyat-İdil yol yapımında çalışırken İdil’in bir köyünden geçer. Yanına yaklaşan yaşlı bir Süryani nereli ve hangi aileden olduğunu sorar. Vehbi Efendi’nin torunu olduğunu öğrenince “sende ilahi bir koku var” diyerek ellerine sarılır. Süryaniler Vehbi Efendiye Süryanice “Babamız” anlamına gelen ve rahiplere hitap ederken kullanılan “Ebuna” adını vermişlerdir. (s. 108-110)
Krikor Balakyan 24 Nisan 1915 günü İstanbul’dan sürülen aydınlardan biridir. Çankırı Mutasarrıf vekili ve Kastamonu Jandarma Komutanı İzzet Bey Balakyan ve arkadaşlarına Çankırı’da güvenli bir ortam sağlar. Buna rağmen aralarında Dr. Sevag Çilingiryan ve şair Taniel Varujan’ın olduğu on bir kişilik bir grup Çankırı’dan ayrılmaya karar verirler. Yola çıkışlarından birkaç saat sonra vahşice öldürülürler. Kafilenin arabacısı geri döndüğünde yaşananları ağlayarak Balakyan’a anlatır: “Bu işin sonu cehennemlik. Böyle ekmek parası kazanılmaz. Yarın atlarımı satıp bu şehirden gideceğim” der. (s. 118)
Keskinli Tateos Minassian Temmuz 1915’te Ankara üzerinden İstanbul’a geçmeye çalışırken kendini bir anda tehcir kafilesinin içinde bulur. Kafile Kayseri’den geçerken aklına orada yaşayan tanıdığı Ömer Efendi’ye haber yollamak gelir. Ömer Efendi oğullarıyla birlikte gelerek arkadaşını kafileden kaçırır ve saklar. Minassian 1924’te Fransa’ya yerleşir ve anılarını 1957 yılında Ermenice olarak yayınlar. Torunu Jean-Jacques Karagueuzian, kitabın 2010 yılında yapılan Fransızca baskısına yazdığı sonsözde Ömer Efendi’ye seslenir: “Sevgülü Ömer Efendi, Arkadaşın Tateos Efendi’ye yaptığın paha biçilmez jest olmasaydı bu kitap var olamazdı. İnsana saygılı gerçek bir dindar ve Müslüman olarak bunu hayatını tehlikeye atarak yaptın. Tanımadığım sana, olduğun yerde, Allah’ın cennetinde, hürmetlerimi sunuyor ve teşekkür ediyorum…”
KATLİAM MEKANİZMASI VE KATİB-İ MESULLER
Burçin Gerçek’in çalışması sadece katliama karşı çıkanların hikâyelerini ortaya çıkarmakla kalmıyor, aynı zamanda katliam mekanizmasının nasıl işlediği hakkında da önemli bilgiler sağlıyor. Bu bakımdan Yozgat Mutasarrıfı (Sancak mülki amiri) Cemal Bey ve Yozgat Mevki Komutanı Salim Bey’in 1919 yılında anlattıkları oldukça açıklayıcıdır. Cemal Bey ve Binbaşı Salim, Yozgat Ermenilerinin herhangi bir suç işlemediklerini söyleyerek tehcir edilmelerine karşı çıkarlar. Tehciri engelleyemeyince Yozgat’tan yola çıkan tehcir kafilelerinin katledilmelerini önlemeye çalışırlar. Bunun üzerine Necati isminde biri çıka gelir. Necati’nin hiçbir resmi görevi yoktur. İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin katib-i mesulüdür. Cemal Bey’e, Ankara valisinden bir mektup getirdiğini söyler. Mektubu cebinden çıkarır ama Cemal Bey’e vermez. “Elimdeyken okuyunuz” der. Mektupta “Necati Bey’in söyleyeceği sözler üzerine hareket olunsun” yazmaktadır. Necati’nin söyleyeceği sözlerse şunlardır: “Azerbaycan’da Ermeni çeteleri ile Kazaklar birleşerek ahaliyi İslâmiyeyi katletmişler. Biz de onun mukabilinde yapalım.” Bu, açıkça bir katliam emridir. Aynı Necati, Binbaşı Salim’i de tehdit eder. Hem Mutasarrıf Cemal Bey, hem Binbaşı Salim görevden alınarak emekli edilirler. (s. 141-149)
İttihat ve Terakki’nin katib-i mesulleri bir tür il başkanlarıdır. Bürokratik mekanizmanın dışındadırlar. Ama Yozgat’ta ve başka yerlerde de görüldüğü üzere katliamın yürütülmesinde en üst düzeyde, bir tür ‘siyasi komiser’ olarak görev yapmışlardır. Talat Paşa’nın resmi yazışmalarının dışındaki emirleri büyük ihtimalle bu katib-i mesuller üzerinden hayata geçirilmiştir.
MİLLİ MÜCADELE VE CUMHURİYET DÖNEMİNDE 'VİCDANLILAR'
Ermeni katliamına karşı çıkanların, milli mücadele yıllarında ve cumhuriyet döneminde başlarına gelenlerin araştırılması kitabın dikkat çekici yanlarından birini oluşturuyor. Katliama karşı çıkanların çoğunun milli mücadeleye mesafeli durdurduklarını, bazılarının “Yüzellilikler” listesine alınarak sürgüne gönderildiklerini görüyoruz. Burçin Gerçek bu durumu, benim de katıldığım bir yorumla, milli mücadele sürecinde Mustafa Kemal’in etrafında çok sayıda İttihatçının bulunmasıyla açıklıyor.
Ermenileri ve diğer Hristiyan grupları korumaya çalışan Kürt aşiretleri ile Kürt ileri gelenlerinin çoğu ise 1925 ve 1938 sonrasında sürgüne gönderilmişlerdir.
Bu çalışma bizi sadece Ermeni katliamıyla bir kere daha yüzleştirmekle kalmıyor, aynı zamanda Türkiye’nin yakın döneminin tarih yazımı üzerine yeniden düşünmeye de zorluyor; özellikle milli mücadele ve erken dönem cumhuriyet tarihi yazımı üzerine.
Burçin Gerçek, bu çalışmasıyla, bir gün dikileceğine inandığım yüzleşme anıtına çok değerli, büyük bir tuğla koymuş oluyor.