Cumhuriyet’in Osmanlı’dan kopuş olduğu iddia edilirse de önemli oranda devamıydı. Heyet Lozan’a gitmeden önce İstanbul’u hükümsüz kılmak amacıyla TBMM’nin 307 no’lu kararıyla, “Osmanlı’nın devamı” olunduğuna resmiyet kazandırıldı. Cumhuriyet ilan edildiğinde de 1876 Anayasası dâhil pek çok kanun yürürlükteydi. Bunlardan biri de 26 Eylül 1915 tarihli Tasfiye Kanunu’ydu. Bu ve ilişkili olduğu diğer kanunlarla oluşturduğu emvâl-i metruke mevzuatı, iktisat tarihi ve Türk burjuvazisinin sermaye birikimi analizinde hep görmezden gelindi. Oysa “kurtuluş ve kuruluş” yıllarında iktisadi yapıyı Türkleştirmenin temel mevzuatıydı.
Kanunla, sürülenlerin veya kovalananların malına Hazine adına “el kondu” ve ardından Türk-İslam’a transfer edildi. Dar anlamda mülkiyeti ve geniş anlamda ekonomiyi Türkleştirmenin hükümleriydi. Kanun, Türk millî devletinin inşa dönemi dâhil öylesine benimsendi ve sahiplenildi ki 1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982 anayasaları döneminde yürürlükteydi. Anayasalar, kanuna rağmen mal güvenliğini sağlayamadı. 13 Aralık 1915’te kanuna itiraz eden, İttihat ve Terakki’nin kurucu önderlerinden Ahmet Rıza, kanunun 1876 anayasasına aykırı olduğunu ve kanunla mal güvenliğinin imha edileceğini söyledi. Ahmet Rıza öngörüsünde yanılmamıştı.
8 Ocak 1920’de kararnameyle ilga edilen kanun, İzmir işgalden kurtarıldıktan beş gün sonra 14 Eylül 1922’de TBMM kararıyla yeniden yürürlüğe kondu. 284 sayılı kararla, kararname ilga edilmiş ve böylece İttihatçı sisteme dönülmüştü. Gerekli yasal düzenleme 15 Nisan 1923’te yapıldı. 333 sayılı kanunla[1] 1915’teki kanunun bazı maddeleri değiştirildi (madde 2, 4, 7 ve 8) ve bir madde (madde 9) eklendi. 15 Nisan’da yapılan düzenlemenin özü, devletin başında sahibi olmayan her mülke el koymasıydı. Böylece on binlerce mülk devletleştirildi. Kanun yeni haliyle 8 Kasım 1988’e kadar yürürlükte kaldı.
TBMM’de müzakerelerde kısaca “Tasfiye Kanunu” olarak anılan 11 maddelik geçici kanunun adı, ‘13 Eylül 1331 [26.9.1915] tarihli, 14 Mayıs 1331 [27.5.1915] Tarihli Kanunu Muvakkat Mucibince Âher (başka) Mahallere Nakledilen Eşhasın Emvâl (malları), Düyun (borçları) ve Matlubatı (alacağı) Metrûkesi Hakkında Kanunu Muvakkat’tır.[2] Kanunda atıf yapılan (madde 1) bir diğer önemli muvakkat kanun da ‘14 Mayıs 1331 (27.5.1915) tarihli Tehcir Kanunu’ydu. Bunlar, Tarık Zafer Tunaya’nın tespitine göre, İttihat ve Terakki hükümetinin yürürlüğe koyduğu 1682 muvakkat kanundan sadece iki tanesiydi. Bu yıllarda Meclisi Mebusan’da kabul edilense 1500 kanundu. İttihatçı hükümetin idare tarzı buydu, ‘muvakkat kanun devleti’yle meclis yok sayıldı. Bugünkü kanun hükmünde kararnameler veya genelgeler idaresi gibi. 100 yıl geçti, ama idare tarzı değişmedi.
Kanunda sürgün edilenlerin mallarıyla ilgili yapılan tanımlama emvâl-i metrûkeydi. Emvâl-i metrûke, sahibi bilinmeyen mallardı. Resmen bu tanımlamayla, sahibi bilindiği halde, malla sahibi ilişkisi kopartılarak yapılan mülksüzleştirmeydi. 1915’te mülkün sahibi, sürülmesiyle veya kovalanmasıyla tüm mülkünü kaybedendi. 1923’te 333 sayılı kanunla yapılan değişikliğe göre emvâl-i metruke, herhangi sebeple başında sahibi olmayan her mülktür. Bunlar, Türk devletinin kurucu unsuru milleten Türk ve dinen Sünni İslam olmayanlardı! İslam ve gayri Türk olanların durumu ayrı konudur.
HAZİNE ADINA KAYDEDİLECEK
1’inci maddede Tehcir Kanunu’na atıf yapıldı. Gerçek ve tüzel (vakıf temsilcisi) kişiler, Tehcir Kanunu’na göre sürüldü. Oluşturulacak komisyon, “âher (başka) mahallere nakledilen eşhas” için mazbata hazırlayacaktı. Mazbatalar, sürülen her bir kişinin geride kalan malı, alacağı ve borcu hakkında olacaktı. Mahkemeler mazbataya göre o kişinin malını-mülkünü, alacağını ve borcunu tasfiye edecekti.
Birinci maddede sadece ‘komisyon’ olarak ifade edilen teşkilatın adı, Tasfiye Komisyonu (madde 6) olarak belirlenmiştir. Yapılan tanımlama, “âher mahallere nakledilen eşhas” olup, tüm sürülenler (veya kovalananlar) belirtilen tasfiye işlemi kapsamındaydı.
2’nci maddeye göre, sürülen gerçek kişi ve vakıf malları Hazine adına kaydedilecektir. Hazine’nin ödeyeceği bedelden gerekli ödemelerin yapılmasından sonra kalan miktar sahiplerine verilecektir (1. paragraf). Mallarla ilgili davalarda Tapu Sicil Memurları taraf olacaktır. Danışıklı işlemlerden arındırılmış olması kaydıyla tapu senetlerinden başka belgeler de geçerli sayılacaktır (2. paragraf). Mülkiyetle ilgili ‘danışıklı’ ve sürgünden 15 gün önce yapılan işlemler, mahkeme kararıyla sabit olması halinde geçersizdir (3. paragraf).
Kanunun 2’nci maddesinin 1’inci paragrafında, malına ve mülküne el konulan, sürülen gerçek kişilere, ancak bir yıl sonra 5 Ekim 1916’daki değişiklikle, iskân edildikleri yerlerde “Hazine’den bedelsiz mesken ve arazi” verilmesi ibaresi eklendi. Bu, o tarihe kadar yapılan işlemin aslında “insanların kovalandığının” itirafıdır.
3’üncü madde, sürülen kişi adına toplanan paraya ne yapılacağı hakkındaydı. Sürgün edilen kişinin nakit parası, malları, mevduatı ve alacağı 1’inci maddede belirtilen Tasfiye Komisyonu Reisi veya vekili tarafından toplanacak, tahsilâtı yapılacak, dava edilecek ve geride kalan mallarından davalı olmayanlar açık artırmayla satıldıktan sonra kalan miktar, malın sahibi adına emaneten Mal Sandığına yatırılacaktır.
Emaneten Mal Sandığına yatırılan paralar malın sahibine verildi mi? Osmanlı Arşivi’nde incelemeye açılan evraklar arasında bu soruya yanıt bulmak mümkün değildir. Zaten “Mal Sandığındaki para sahibine verilmedi” ki toplanan para da 13 yıl sonra 1928’de çıkarılan 1349 no’lu kanunla bütçeye aktarıldı.
4’üncü maddeye göre, sürgün edilen kişiden alacağı olanlar, kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren iki ay ve yabancı ülkede bulunanlar dört ay içinde Tasfiye Komisyonu’na asaleten veya vekâleten müracaat ederek, alacağını kabul ettirmekle ilgili belgeleri göstermeye mecburdurlar ve bu süre dışında müracaatlar kabul edilmeyecektir (1. paragraf). Sürenin geçmesinden sonra açılacak davalar hakkında genel hükümler geçerlidir. Söz konusu davalarda haklı çıkanlar, kanun gereğince tasfiye edilen “emvâl-i metrûkeye müracaat” edemeyeceklerdi (2. paragraf).
4’üncü maddenin 2’nci paragrafı gereği, sürülen kişi, emvâlinin tasfiye işlemi yapılması halinde dava açamayacaktır ve emvâlle ilgili talepte bulunamayacaktır. Bu, mülkiyetin kaydının resmen değiştiğinin de hükmüydü. Resmen müsadere, zorla alımdı.
5’inci maddede tasfiye yöntemi belirlendi. Tasfiye Komisyonu’nun sürgün edilen her bir kişinin “terk ettiği” alacağı, borcu ve malının durumuyla ilgili hazırlayacağı ve savcıya vereceği mazbataya göre işlem yapılacaktır. Getirilen sistem şuydu:
Tasfiye Komisyonları, sürülen her bir kimsenin alacağının ve borcunun gerekçesini inceleyip, mallarıyla ilgili tutanağı hazırlayıp bütün evrakı savcıya verecek ve ilan edecektir.
Savcı incelediği mazbataları, sürgün edilenin ikametgâhının bulunduğu bölgedeki Bidayet (Asliye) Hukuk Mahkemesi’ne gönderecektir.
Alacak sahipleri mazbata ilanından itibaren 15 günde itiraz için mahkemeye başvurabilecektir.
Savcı itirazları inceledikten sonra tutanağı ve mazbatayı işleminin yapılması istemiyle Tasfiye Komisyonu’na gönderecektir.
Tasfiye Komisyonu’nun verdiği karara itiraz edilemeyecektir.
Bundan sonra Hazine adına kaydedilen emvâlin dağıtılması ve satılması sürecine geçilir ve devamında mülkün kaydının yapılması yani tapu senedinin düzenlenmesi vardır.
6’ncı madde, Tasfiye Komisyonu ve görevi hakkındaydı. Kesinleşen ilamata göre imtiyazlı ve imtiyazsız borçluların alacağı karşılanmadığı takdirde imtiyazlı borçlular tercih edilecek ve ona göre ödemeyi Tasfiye Komisyonu yapacaktır. Paranın borcu karşılayamaması halinde, alacakları oranında dağıtılacaktır. Tasfiye Komisyonu görev süresi sonundaysa ödeme muamelesi, icra dairelerine aittir.
7’nci madde, mülkün haczi durumunda ne yapılacağının hükmüydü.
8’inci maddeye göre, Tasfiye Komisyonu’nun çalışma esasları bir nizamnameyle belirlenecekti. 8 Kasım 1915 tarihli nizamname[3] hazırlandı. Nizamnamede, Tasfiye Komisyonu’nun kuruluşu, görevi ve işlemlerin kaydıyla ilgi hükümler belirlendi.
9’uncu maddeye göre, kanun gereği Hazine namına kayıtları yapılan taşınmaz mallar, Muhacirin Nizamnamesi gereği parasız olarak [İslam] muhacirlere dağıtılacaktır.
Kanunun son iki maddesi, yetkili bakanlar ve yürürlüğü hakkındaydı.
Muvakkat kanun Takvim-i Vekayi’de 27 Eylül 1915’te yayımlandı ve yürürlüğe girdi.
15 Nisan 1923’te Tasfiye Kanunu’nda yapılan düzenlemede, Hazine’nin el koyması sistemiyle Tasfiye Komisyonu kurulması korundu ve el konulan mülkün kapsamı genişletildi. Sürülen ve kovalanan dâhil, başında sahibi olmayan her mülk devletindi!
AHMET RIZA: ANAYASAYA AYKIRI
Âyan’da kanun, İttihat ve Terakki’nin kurucu önderlerinden Ahmet Rıza’nın teklifi nedeniyle 13 Aralık 1915’te görüşüldü. Teklifte kanunun savaştan sonra yürürlüğe girmesi önerildi, ama kabul edilmedi. Ahmet Rıza, kanunla “zorla satış” işleminin 1876 Anayasası’nın 21’inci maddesine aykırı olduğunu belirterek, “Ermenilerin malı, kısmen yağma edildi; Kuvve-i Teşrîyye [Meclis] kanunu reddedinceye kadar elde bir şey kalmayacak, yapılacak şeylerin hepsi yapılmış olacak” diye konuştu. Üç yıl sonra da hükümete eleştirel çizgisini sürdüren Ahmet Rıza, 21 Kasım 1918’de geçmiş harp yıllarıyla ilgili olarak, “Harpten, cinayâttan, hükümet-i icraiyyenin mesul” olduğunu söyledi.[4]
Tasfiye Kanunu’yla ilgili değerlendirmede bulunanlardan biri de Anadolu Demiryolu Şirketi İdare Kurulu Başkanı Arthur Gwinner’dir. Gwinner’in Almanya Dışişleri Bakanlığı’na gönderdiği 7 Ekim 1915 tarihli raporunda, muvakkat kanunun 11 maddesinde yazılanların iki madde halinde özetlenebileceğine dikkat çekti: “1- Ermenilerin bütün mallarına el konulmuştur. 2- Hükümet sürgündekilerin alacaklarını tahsil edecek ve borçlarını ödeyecektir (ya da ödenmeyecektir).”[5]
Kanunun 6’ncı maddesine ve ilgili nizamnameye göre, Tasfiye Komisyonları kuruldu. Tasfiye Komisyonları, 10 Haziran 1915 tarihli talimatname gereği kurulan Emvâl-i Metrûke Komisyonları üzerinde faaliyete başladı. Osmanlı Arşivi’nde yaptığım araştırmaya göre 42 Tasfiye Komisyonu ve 33 Emvâl-i Metrûke Komisyonu’nun faaliyet gösterdiğini belirledim. İlgili mevzuat gereği ne kadar insanın sürüldüğü, ne kadar malına veya parasına el konduğu, ne kadar malın kime verildiği veya satıldığı, Maliye’de sürülenler adına ne kadar para biriktiği gibi pek çok işlemin o yörenin Tasfiye Komisyonu’nun “esas ve cari defterine” tek tek kaydedilmiş olması gerekiyordu. Bu işlemler hakkında, hemen hemen her vilayet ve sancakta kurulan komisyonların hiçbir evrakı gün yüzüne çıkartılmadığı için resmen bilgilenme imkânı yoktur.
Ne var ki, evrakı gizli tutulan Tasfiye Komisyonlarıyla ilgili garip bir tartışma yaşanmıştı. Türk Tarih Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Halaçoğlu, Doç. Dr. Levent Yılmaz’a cevaben kaleme aldığı yazısında, Emvâl-i Metrûke İdare Komisyonu dışında Tasfiye Komisyonu varlığını reddetmişti.[6]
26 Eylül 1915 tarihli geçici kanun, 15 Nisan 1923’te yeniden düzenlendi ve 8 Kasım 1988’e kadar yürürlükte kaldı. Dava konusu olduğunda kanunla yapılan işlemlerin geçerliliği kararlaştırıldı. Anayasa Mahkemesi 1963’teki bir kararında, kanunun 1961 Anayasası’na aykırı olmadığına ve emvâl-i metrûkenin Hazine’ye geçtiğine hükmetti.
1915’ten 1988’e 73 yıl yürürlükte kalan kanunla on binlerce mülk, önce Hazine adına kaydedilip, sonra Türk-İslam’a transfer edildi. 1988 sonrasında transfer sisteminin tamamen ilga edildiği anlaşılmasın. On binlerce mülkten bahsetmem de abartma olarak algılanmasın. 1914 Osmanlı nüfus sayımına göre bugünkü TC sınırları dahilinde yüzde 20 olan Hıristiyan ve Musevi milletlerin nüfus payı, 2022’de belki binde 1 olması her şeyi anlaşılır kılmaktadır. Eğer yüzde 20 nüfus payı korunsaydı, 2022’de 85 milyonun 17 milyonu Hıristiyan ve Musevi milletler olacaktı.
1930’a kadar yürürlüğe konulan 16 kanun ve ilgili talimatnamelerden oluşan emvâl-i metrûke mevzuatıyla, Hazine’nin “vaziyet ettiği” mülklerin bağışlanması, satılması, Mal Sandığında toplanan paranın bütçeye aktarılması ve yeni sahibi adına tapuya kaydedilmesi işlemleri yapıldı. Hatta metrûk gayrimenkulün 781 no'lu kanunla 1915’teki kayıtlı değerinden satılmasıyla, ucuza satışı hedeflendi.
Emvâl-i metruke mevzuatıyla mülksüzleştirilenler de mülkleştirilenler de milyonlardı!
NOTLAR
[1] DÜSTUR, 3. Tertip, cilt: 4, Ankara-1953, s. 65-67.
[2] DÜSTUR, Tertib-i Sanî (2. Tertip), cilt: 7, Dersaadet-1336, s. 737-740; Karakoç Sarkis, Sicilli Kavanini, cilt: 16, Cihan Kitaphanesi, İstanbul-1936, s. 678-679.
[3] 26 Teşrinievvel 1331 (8.11.1915) tarihli 13 Eylül 1331 Tarihli Kanunu Muvakkatın Suveri İcraiyesi Mübeyyin Nizamname, BOA, İ.DUİT, 93/17 ve Takvim-i Vekayi, 28 Teşrinievvel 1331 (10 Kasım 1915), no: 2343 ve tashih no: 2345’ten aktaran Karakoç Sarkis, Sicilli Kavanini, cilt: 16, s. 687-691.
[4] Meclisi Âyan Zabıt Ceridesi (MAZC), devre: III, cilt: 1, sene: 2, s. 133-136; MAZC, devre: III, cilt: 1, sene: 5, s. 119.
[5] Wolfgang Gust, Alman Belgeleri Ermeni Soykırımı 1915-1916, çeviren: Zekiye Hasançebi-A. Takcan, Belge Yayınları, İstanbul-2012, s. 496-501.
[6] Radikal, 1 ve 27 Eylül 2007.