1921 Anayasası: İkinci yüz yılda demokrasi için hatırlamak!

“…Hemen her zaman ihmal edilmiş, genellikle önemsenmemiş, yalnızca belli niteliklerine değinilerek geçiştirilmiş bir metin” olarak unutulmaya sevk edilen 1921 Anayasası'nı, hatırlamanın direnci ile bir kez daha bilince çıkarmak gerekir. 1921 Anayasası'nın izini sürmek, otoriterizme karşı demokrasiyi, tekçiliğe karşı çokluğu, cinsiyetçiliğe karşı kadın özgürlüğünü, tek fikre karşı fikirleri var etmektir.

Abone ol

Tayip Temel*

1921 yılında Büyük Millet Meclisi’nde (BMM) Anayasa görüşmeleri yapılırken, Burdur Mebusu tarihe şöyle not düşüyordu: “Bu an memleketimizin tarihi, idari ve siyasetimizde hiç şüphesiz fevkalade bir andır.” Bu fevkalade bir andı, çünkü 1921 Anayasası ile Türkiye Cumhuriyeti, yalnızca fiili olarak değil, hukuki olarak da kurulmuş oluyor, yerinden yönetimi esas alan çokluklar rejimi inşa ediliyordu. Öte yandan bu çokluk rejiminde, sistematik olarak henüz yok edilmiş bir halk gerçekliği sabitti ve bu nedenle bu çokluk önemli bir “eksiklik ”le icra edilmeye çalışılmaktaydı.

Kurtuluşun ivme kazandığı ve kuruluş için daha fazlasına ihtiyaç olduğu o günlerde çıkarılan 1921 Anayasası, Anadolu halklarının bir arada yaşamının yörüngesine dair demokrasi sözünü ortaya koyuyordu. Nitekim Anayasa görüşmeleri esnasında Dersim Mebusu Hasan Hayri Bey’in, Dersim’in Büyük Millet Meclisi hedefleriyle ortaklaşabilmesi için 1921 Anayasası'nın kabul edilmesinin beklendiğini ifade etmesi bu demokrasi sözünün karşılıklı olarak anlamlı kılınması açısından yol göstericiydi.

1921 Anayasası egemenliğin kaynağını halka vererek geçmişle arasındaki bağları radikal şekilde koparmaya yönelirken, yerinden yönetimi esas alan maddeleri ile yeni Cumhuriyet'in yönetsel çerçevesini belirlemekteydi. Nitekim 23 maddeden oluşan bu anayasanın madde 10 ile 23 arasındaki toplam 14 maddesinin taşra teşkilatları ve yerinden yönetime ayrılmış olması, yönetsel çerçevede yerinden yönetimin önemini net şekilde göstermektedir.

Yerinden yönetimi esas alan 21 Anayasası hem etkilendiği düşünsel kaynaklar itibariyle hem reel politik açısından hem de sonuçları itibariyle önemli bir demokrasi örneği sunma potansiyelini var ediyordu.

Millî mücadele diye tabir edilen dönemin federatif denebilecek şekilde örgütlenen yerel kongre iktidarlarını, farklılıkları  esas alarak bir arada yaşam iradesine dönüştüren 1921 Anayasası, Türkiye toplumun çokluklarını  demokratik yaşam etrafında bir araya getiriyordu. Böylece 1921 Anayasası ile Türkiye’deki farklı kimlikler arasında karşılıklı bir tanınma düzeyi gerçekleşiyordu.

Açıktır ki, 1921 Anayasası demokratik gücünü ve etkisini, daha sonraki anayasalardan kendisini ayıran temel özelliğinden, yani, merkeziyet usulünün istisna, yerinden yönetim usulünün ise asli olmasından almaktaydı. Böylece yerel demokrasiyi merkeze doğru aşağıdan örüyordu. Bu örgü, dönemin kurtuluş ve kuruluşunu gerçekleştiren BMM’sinin yüksek temsil kabiliyeti ile birleşiyor ve toplumsal bir sözleşme ile ete kemiğe bürünüyordu.

Çokluk farkla buluşuyor, otoriterliğin döl yatağı olan aynılık ve teklik demokratik gelecek adına bu topraklar ve halklardan 1921 Anayasası ile uzak tutuluyordu.

UNUTMANIN POLİTİĞİ

Unutmanın önemli bir rol oynadığı tarih inşa etme pratiği modern, katı ve merkeziyetçi ulus devletin  amentüsü; tarihin fragmanlara alınarak birbirine eklemlenmesi ve kimi demokratik, çoğulcu yönlerinin unutmaya sevk edilmesi ise ulus devlet tarih yazımının alamet-i farikasıdır. Bu kapsamda katı merkeziyetçi ulus devlet Türkiye’nin siyasi tarihinde yerinden yönetimi esas alan ilk ve tek anayasa olarak 1921 Anayasası, çokluğa karşı tekçiliği merkezine alan farklı renkteki otoriter çizgiler tarafından yüz yıllık sürekliliği olanbir unutulmaya terk edildi. 

Bu unutma zihinsel bir aktiviteye değil, siyasi tercihlere işaret etmekteydi. Nitekim 1924 Anayasası ve sonrasında gelişen otoriter uygulamalar, siyasi tercihlerin tekçilik üzerinden kurulması ısrarını derinleştiriyordu. Böylece Cumhuriyet, demokratik potansiyelden uzaklaşıyor ve günümüze kadar gelecek şekilde otoriterizmin  kapılarını her türlü siyasi çevre için sonuna kadar aralıyordu. Bu aralanan kapıdan kimi zaman Gürsel kimi zaman Evren giriyordu, bugün ise Erdoğan ve Bahçeli yüz yıl önce açılan kapıdan tekleye tekleye girmeye çalışıyor. Bugün cumhuriyet demokratikleşmediği için tarife yer bırakmayacak şekilde yeni bir otoriterlik momentindeyiz ve kapının açıklığı bu otoriterliği mümkün kıldı.

Kuruluş ve kurtuluş arasına konan resmi ayrımlar, rejimin otoriter dinamikler üretmesini süreklileştirdi ve bu sebeple Türkiye siyasi tarihi “askeri ve/veya sivil darbeler” ile sürekli tanışık halde zaman sayacını takip etti. 1921 Anayasası'nın çokluğu ve Kürtler başta olmak üzere ulusal farklılıkları mühre taşıyan demokratik mirası terk edildikçe ve bu mirasın unutulması için tertibatlar çeşitlendikçe, otoriterlik üreten mekanikler hep canlı kaldı. Oysa bugüne taşınacak 1921 Anayasası uyarlaması, sadece ulusal farklılıkları değil, aynı zamanda o dönem de bu dönem de hariçte bırakılan inanç ve cins(iyet) farklılıklarını da eşitlik düzleminde ve kendi geçmişiyle yüzleşmek suretiyle hayat bulmalıdır.

UNUTMAYA KARŞI HATIRLAMANIN DİRENCİ

Cumhuriyeti demokrasi ile taçlandırma fırsatını yüz yıl önce yakalamış bir toplum için unutmaya karşı hatırlama ve toplumsal hafızanın izini sürerek bilince çıkarma bugün hiç olmadığı kadar önemli bir noktada duruyor. Çünkü yüz yıl boyunca gerçekleşen felaketleri telafi etmede hafızasının izini sürmek ve yüzleşmek ön açıcı bir adım olabilir. Cumhuriyetin demokrasi ile arasına konan yüz yıllık mesafenin bugün vardığı yer demokrasinin kelime olarak kabulü, ruhunun ise tekçiliğe kurban edilişidir. Bu kurban ediliş, toplumun her gün tebaaya dönüştürülmesi, yurttaşın haklarından men edilerek birey statüsünde yeniden var edilmesi, hukukun askıya alınması ile her gün yeniden sınanıyor.

Unutmaya karşı hatırlamanın direncini var etmek, sınanmaya karşı politik enstrümanları üretmekle mümkündür. Bu enstrümanların en güçlüsü bizleri bugünde var eden toplumsal hafızayı bilince çıkaracak ufku ortaya çıkarmaktır. Bu ufuk, kimi yönleriyle 1921 Anayasası'nda mevcuttur.

Kemal Gözler’in “hayret verici” bulduğu, yerinden yönetimi esas alan 1921 Anayasası'nın ufku, yüz yıl sonrasında bir kez daha tüm yakıcılığı ile gündeme alınmak durumundadır. Kayyımların sadece HDP’li belediyeleri değil; üniversiteleri, sivil toplum kuruluşlarını ve dahi muhtarlıkları bile rehin aldığı bu otoriter rejimde, yerellik ve özerklik otoriterliğin panzehiri olarak hatırlanmaya değerdir.

Bu kapsamda “…hemen her zaman ihmal edilmiş, genellikle önemsenmemiş, yalnızca belli niteliklerine değinilerek geçiştirilmiş bir metin” olarak unutulmaya sevk edilen 1921 Anayasası'nı, hatırlamanın direnci ile bir kez daha bilince çıkarmak gerekir. 1921 Anayasası'nın izini sürmek, otoriterizme karşı demokrasiyi, tekçiliğe karşı çokluğu, cinsiyetçiliğe karşı kadın özgürlüğünü, tek fikre karşı fikirleri var etmektir.

Türkiye’de bir arada yaşamı ve çokluğu tehdit eden Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ve AKP-MHP tekçi ittifakına karşı “ilk ve en radikal demokratik an”a dönmek için muhalefet başta olmak üzere demokrasi talep eden tüm kesimlere ikinci yüzyıl için büyük sorumlulukların düştüğü açık.

Nasıl birinci yüz yılı 1921 yılındaki gelişmeler mümkün kıldıysa, ikinci yüz yılı da 2021 yılındaki gelişmeler mümkün kılabilir. Ancak bugün ihtiyacımız olan hatırlama ve yüzleşme, yok edilmiş ve 1921 Anayasası’nın dışında bırakılmış “eksikliği” de kapsamak durumundadır. Ancak bu söz konusu olduğunda demokrasi bir kez daha radikal kökleri ile buluşma potansiyeli taşır. Bu potansiyelin radikal demokrasi ile gerçekleşmesi için Kemalizm'i totem ve tabu haline getirip Mustafa Kemal’i 1930’larda sabitleyen anlayışı aşmak gerekir. Öte yandan bu sabitlemenin ve unutmanın bugünkü otoriterliğe zemin sunan yaklaşımı var ettiği ve ikinci yüz yıl için terk edilmesi gerektiği kabul edilmelidir. Bu kabul gerçekleşmediği durumda Türkiye toplumu iki otoriter hattan birine sürekli olarak mahkûm edilmeye çalışılacaktır. Bu kabul gerçekleşir ve 1921 Anayasası'nda yer alan radikal demokratik potansiyel muhalefet tarafından var edilebilirse Türkiye’nin siyasal, sosyal ve idari sorunları demokrasi, özgürlük ve adalet ekseninde çözülmesi mümkün olur. Ve Türkiye halkları ilk yüzyılda yaşadığı karanlığa karşı ikinci yüz yılda aydınlığa kavuşabilir.

* HDP Van Milletvekili