Lozan’da atılan imzayla, Anadolu’nun demografik ve iktisadi yapısındaki tasfiyeye “evet” yani “devam et” denmiştir! Ve devam edildi; 1930’lara kadar çıkarılan kanunlarla da el konulan on binlerce mülkün transferini ve tapulama işlemini yapacak sistem oluşturuldu.
Toprak ana…
Altı deprem…
Üstü siyaset…
Hava kurşun gibi…
***
Celâl Bayar’ın 1914 baharında katıldığı harekâtın[1] hedefine 1922 sonunda ulaşılmıştı. İzmir’in ‘gavurluğu’ temizlenmiş, amaçlanan olmuştu. Yeni yılın ilk aylarında da gündemdeydi, İzmir. Hazırlığına 21 Kasım’da[2] başlanmıştı. İktisat Bakanlığı, işin başındaydı. Toplanılacak mekân da belirlenmişti. Gündüz Ökçün’ün çalışmasında[3] pek çok gazeteden aktarılan haberlerde okuyoruz ki, kongre mekânı [Ermeni tüccar] Aram Hamparsumyan’ın mağazasıydı. Bugünkü yeri Kestane Pazarı, 857. Sokak’taki otoparktı, yani Hamparsumyan Hanı’ydı. Zaten Erzurum Kongresi de Ermeni Sanasaryan Mektebi’nde toplanmıştı. Demek ki, Türk Kurtuluş Savaşı’nın başlangıç ve bitiş kongresi Ermeni mülklerinde yapılmıştı. Kongrede amaç, Türk devletinin ekonomi politiğinin yol haritasının ilanıydı. Öyle yapıldığını da alınan kararlardan anlıyoruz.
Bu, aynı zamanda Lozan’da müzakereyi sürdüren Türkiye’nin muhatabı ülkelere iktisadi mesajıydı. Zaten Türkiye’nin kapitalizme ve yabancı sermayeye karşı olmadığı biliniyordu. Yüksek sesle kapitalizme taraftar olunduğu vurgulanan kongrenin yüzlerce kararı arasında sadece bir maddeyle gündeme getirilen emvâl-i metrûke, 1915’ten beri Türkçü politiğin temel unsurlarındandı. Nitekim emvâl-i metrûke kaydı olan kongrenin toplandığı Hamparsumyan Hanı, Sanasaryan Mektebi ve İstanbul’da polisin yıllarca işkence merkezi olarak kullandığı Sanasaryan Hanı el konulan mülklerden üç tanesiydi. 1920’lerde emvâl-i metrûke olarak nitelendirilen on binlerce mülkün transferi ve tapulama işleminin kanunları bir bir çıkarıldı ve uygulandı.
Sermaye sahibinin, savaşılan ülke olması dahi sermayenin gelmesine engel olmamıştı. İtalya’yla savaş halindeyken 14 Ağustos 1920’de Ereğli kömür madeni imtiyaz hakkının İtalyan Terni şirketine satılmasında sorun görülmemişti. Yahya Sezai Tezel’in bir diğer makalesi de Chester projesiyle ilgiliydi. Yahya Sezai Tezel’in iki makalesiyle ilgili ortak sorusu: "Bu nasıl anti-emperyalizm?" idi. Sonraki yıllarda hatırı sayılır yabancı sermaye girişi olacaktır: 1930’lara kadar kurulan 201 anonim şirketin 66’sı yabancı sermayeliydi.[4]
Chester projesi, İktisat Bakanı Mahmut Esat’ın (Bozkurt) yabancı sermayeye karşı olunmadığının örneği olarak gündemindeydi: “Chester projesiyle memlekete 400 milyon liralık bir ecnebi sermayesi girecektir. Milletimizin hukukuna ve memleketimizin kavainine riayetkâr herhangi bir ecnebi sermayesine katiyyen düşman olmadığımıza bundan daha kuvvetli bürhan (delil) olabilir mi?”[5] Projeyle ilgili yasal düzenleme 9 Nisan’da yapıldı, ama proje âtıl kaldı.
Kongre İzmir’de toplandığı için öyle anılıyor olsa da asıl adı Türkiye İktisat Kongresi’ydi. Kongre, 100 yıl önce 17 Şubat 1923’te toplandı ve 4 Mart’a kadar sürdü. Kongrenin maalesef tutanağı yok. Bildik klasik Türk arşiv geleneği. Gazete arşivlerinden kongrenin kapsamlı çalışmasını yapan A. Gündüz Ökçün’ün yazdığı şudur: “Kongrenin balya halinde Ankara’ya gönderildiği haber verilen (Vatan, 28.3.1923) bütün evrak, mukarrerat ve risaleleri, ilgili makam nezdinde yaptığımız soruşturmalara rağmen bulunamamıştır.”[6] Bunun için kimin ne dediğini, delegeleri ve tavrını öğrenme imkânımız bulunmamaktadır. Tutanak olmayınca çalışma hakkında bilgilenme kaynağı, çoğunlukla gazete haberleri ve anılardır. Çiftçi, Tüccar/Ticaret, Sanayi ve Amele/İşçi grubu adınakatılan 1135 delegenin hepsi Türk-İslam’dı. Delegelerin bu niteliği bir tesadüf değildi. TBMM seçimine katılması engellenen Hıristiyan milletlerinden birisinin böylesi bir kongrede delege olması mümkün mü? Eminim, bugün de her fırsatta tekrarlanan “birlik ve beraberlik” söylemi o günlerde de dillerdeydi.
Delegelerin o sektörde faaliyette bulunduğunu bilmiyoruz. Düne kadar ordu kumandanı olarak cephede görevli Kâzım Karabekir, Manisa Sanayi Delegesi'ydi. Elbette Karabekir, sanayici değildi. Bunu herkes biliyordu, ama kongre çalışmasında böyle uygun bulunmuş olmalıydı. Karabekir hem İktisat Kongresi Reisi hem de Mazbata Encümeni Reisi olarak aynı zamanda kongrenin de kumandanıydı. Delegeler arasında hatırlanan bir isim de Aka Gündüz’dür. Kütahya Amele/İşçi DelegesiAka Gündüz’ün 1910’lardan beri yazar olduğu bilinmekteydi, ama öyle uygun görülmüştü. Aka Gündüz de reisinin Kâzım Karabekir olduğu encümenin üyesiydi.[7]
20 Kasım 1922’de başlayan Lozan Konferansı’na 4 Şubat 1923’te ara verilmişti. Ancak yeniden görüşme 23 Nisan’da başladı ve 24 Temmuz’da imza atıldı. Ara verilen 4 Şubat-23 Nisan 1923 döneminde Ankara, kongreyle iktisadi rotasını ilan etmenin yanı sıra TBMM’de Musul meselesini detaylı müzakere etti. Bugünden “Musul’u alırdık” vesaire diyenler anlaşılan gizli celse tutanaklarını hiç okumamıştır. Şaşıracak bir durum yok; çünkü o cenaha göre “Lozan’ın gizli maddeleri de vardı.” Bu iddiada olanlardan hem maddelerin ne olduğunu hem de petrolün nerede bulunduğunu açıklamalarını bekliyoruz. 100 yıldır dillerde, kayıkçı kavgası misali; sokaktaki insanından devletteki görevlisine ve bilmem ne profesörüne Sünni İslamcı cenahın kullanışlı malzemesi, ajitasyon gazıydı.
'MİLYONERLER YETİŞTİRECEĞİZ'
Kongre açış konuşmasını yapan TBMM Reisi Mustafa Kemal’dir. Uzun konuşmasında harici düşman analiziyle kalınmadı, ‘dâhili düşman’ da hatırlatıldı. Fatih ve Kanuni’yle birlikte Osmanlı’ya değinildi ve ecnebi sermayeye karşı olunmadığı vurgulandı. Erzurum Kongresi gibi bu kongrenin de memleketin temel taşı olduğuna dikkat çekildi: “İstiklâl-i tam için şu düstur var: Hâkimiyet-i milliye, hâkimiyet-i iktisadiye ile tarsin edilmelidir (sağlamlaştırılmalıdır) […] yegâne kuvvet, en kuvvetli temel iktisadiyattır. Siyasi ve askeri muzafferiyetler ne kadar büyük olursa olsun iktisadi zaferle tetviç edilmezse (taçlandırılmazsa) semere-i netice payidar (kalıcı) olamaz.”
Kongreyi toparlayan İktisat Bakanı Mahmut Esat (Bozkurt) da dönemi “Türk milleti hâkimiyeti” olarak tanımladı ve karma ekonomik yapıya işaret etti: “Hülasa bazı hususatta iktisadiyatımız devletleştirme usulünü takip edecek, bazı hususatta iktisadi teşebbüslerini şahsi teşebbüslere terk edecektir.” Kongre Başkanı Kâzım Karabekir de delegelere teşekkür etti ve yeni cihada başlandığını, “askeri zaferin yanına vakit geçirmeden iktisadi zaferlerin” ekleneceğini ifade etti.[8]
Mustafa Kemal, 10 gün önce sermaye düşmanlığı yapılmayacağını öyle anlatmıştı ki unutulacak gibi değildi. 7 Şubat’ta Balıkesir’de hem de Paşa Camii minberinde konuşan Mustafa Kemal, ticaret, ziraat ve sanayi konularına değindi: “[…] büyük sermaye sahibi insanlar yoktur. Kaç milyonerimiz var? Hiç. Binaenaleyh biraz parası olanlara da düşman olacak değiliz. Bilakis memleketimizde birçok milyonerlerin hatta milyarderlerin yetişmesine çalışacağız. […] çok fabrikalara muhtacız.”[9] Eskişehir ve İzmit’te de halka “kaç milyonerimiz var” diye sormuştu, Mustafa Kemal.[10] Camide milyonerlerin hatta milyarderlerin yetiştirilmesinden bahsedilirken, üç cümle öncesinde Türkiye’de sınıfların olmadığı iddia edilmiştir. Mustafa Kemal, kongrede bu meseleye de dikkat çekmiştir: “Bizim halkımızın menfaatleri (çıkarları) yekdiğerinden (diğerinden) ayrılır, sunuf halinde değil; bilakis mevcudiyetleri ve muhassalai mesaisi (çalışma neticesi) yekdiğerine lâzım olan sınıflardan ibarettir. Bu dakikada samilerim (yüce olanlar) çiftçilerdir, sanatkarlardır, tüccarlardır ve ameledir. Bunların hangisi yekdiğerinin muarızı olabilir?”
Böylece, her şey ‘Türk’lüğe göre analiz edildiğinden, resmen ‘Türk sınıflarının’ diğer ülke sınıflarından farklı olduğu iddia edilmekle kalınmıyor, aslında dünya sınıf mücadelesiyle ve sosyal bilimlerle alay ediliyor. Sınıfsızlık söylemi zamanla sistemin değişmeyen düsturu olacaktır. Sonraki yıllarda Başbakan Adnan Menderes, iddiayı mahalle bazında yaygınlaştırmayı hedeflemiş, “her mahallede milyoner yaratacağız” demiştir.
TÜRKÇÜ POLİTİĞİN 261 MADDESİ
A. Gündüz Ökçün, kararları TBMM ile hükümete sunulan rapordan aktardı. Buna göre belirlenen iktisadi esaslarda 95 madde Çiftçi, 120 madde Tüccar, 12 madde Sanayi ve 34 madde İşçi grubuna aittir. Madde sayımında parantez içinde (C veya Ç gibi) sıralanan alt maddeleri dikkate almadım. Grup adına oylama yapılmış olmalı ki, sonuç da buna göre açıklanmıştır: “İşçi grubu ret” gibi. İşçiler için sendika (madde 4), 8 saatlik işgünü (madde 5-6) ve 1 Mayıs İşçi Bayramı (madde 14) kabul edildiği halde, Türkiye işçi sınıfı on yıllarca bu haklardan mahrum kalacaktır. Çiftçi grubu kararları arasında sonraki yılların konusu olacak toprak reformu yoktur. Bu gruplar dışında Milli Türk Ticaret Birliği’nin sunduğu Yabancı Sermayeyle ilgili 10 maddelik önerinin olduğu gibi hükümete sunulması da kabul edilmiştir.[11]
Misak-ı Millî gibi Misak-ı İktisat adıyla 12 madde kabul edildi. Fakat Misak-ı İktisat, Misak-ı Millî kadar çok da bilinir ve hatırlanır olmadı. Misak-ı İktisat’ta Türkiye (madde 1), Türkiye halkı (madde 2-5) ve Türk (madde 9-12) tanımlamaları yapıldı. 9’uncu maddede “Türk milliyeti” ifadesi netti: “Türk, dinine, milliyetine, toprağına, hayatına ve müessesatına düşman olmayan milletlere daima dosttur; ecnebi sermayesine aleyhtar değildir. Ancak kendi yurdunda kendi lisanına ve kanununa uymayan müesseselerle münasebette bulunmaz. Türk, ilim ve sanat yeniliklerini nereden olursa olsun, doğrudan doğruya alır ve her türlü münasebette fazla mutavassıt (aracı) istemez.”[12]
Kongreye en örgütlü katılan tüccar ve çiftçi grubu olup, sanayi ve işçiler onlara kıyasla zayıftı. Bunu alınan kararlar sayısından da anlamak mümkündür. Teşkilat olarak kongreye ağırlığını koyan Ankara’yla yakın ilişkideki İstanbul’dan Milli Türk Ticaret Birliği’ydi. Birlik, 1 Aralık 1922’de Ahmet Hamdi Başar öncülüğünde, Türk-İslam tüccarlar tarafından İstanbul’da kurulmuştu. Birliğin amacını Reis Kavalalı İbrahim Paşazade Hüseyin Hüsnü, şöyle açıklamıştı: “Birliğin gayesi Türk ve Müslüman ticaretini himaye etmek ve dağınık bir surette bulunan Türk tüccarlarını bir araya getirmektir. Öteden beri anasır-ı ecnebiye elinde bulunan İstanbul ticaretini milli ellere tevdi etmek bugün bizlere terettüp eden vazifedir. […] Başkumandanımız, halâskarımız Gazi Mustafa Kemal Paşa hazretleri bu milletin ihyasını temin etti.” Birliğin kongre için İstanbul’da çalışma yaptığı teşkilatsa İstanbul Ticaret [ve Sanayi] Odası’ydı.
Birliğin Oda hakkındaki raporunda millî olmadığı, Türk ticareti aleyhinde ve bütün mesainin bir başkatip Rum’la kâtip Ermeni’nin elinde olduğu iddia edildi. Rum’la Ermeni’nin varlığı Odaya suikast olarak nitelendirildi. Birlik İstanbul’da o kadar etkin ki, İstanbul Umum Amele Birliği’nden bile rapor aldı. Amele Birliği, Kongre Başkanlığına sunduğu raporda sıraladığı 21 maddenin 5’incisinde Türk’ten gayrısının temizlenmesini önerdi: “Memleketimizde açılacak bütün işleri hâkim ve emin unsur olan Türk erbabı sây ve sanatına (iş ve sanat ustasına) vermek ve mevcut müessesatı ecnebiyeyi memleketimizin teallisinden (yükselmesinden) ziyade sukutunu (düşmesini) temenni eden unsurlardan tathir etmek (temizlemek).”[13]
Tüccarın da amelenin de amacı birdir: Türk’ten gayrısı tasfiye edilmelidir.
Kongredeki havanın şahidi 1910’ların İttihatçısı Hüseyin Cahit Yalçın, geçmişe değindi: “Türkler hayatı iktisadiyeden uzak ve gâfil idiler. Mübarezei (çatışmalı) hayatta, iktisadiyat sahasında hâkim olmak lüzumunu hissettiğimiz vakit Türkleri memurluk ve askerlik sahalarından ticaret sahalarına sevk etmek istedik. Türk tüccarını himaye etmeyi, daha doğrusu Türk müteşebbisleri vücuda getirmeyi, Türklerden ticarete sülûk edeceklere (gireceklere) müzaherette (destekte) bulunmayı düşündük. […] Ortada bazı Türk ve Müslüman tüccarı görüldü.”[14]
Kongreyle ilgili Korkut Boratav’ın analizi dikkat çekiciydi: Kongre, İstanbul ve İzmir Türk-İslam sermaye çevrelerinin siyasi iktidarla kaynaşmasının ilk adımıydı. Kongreye İstanbul tüccarının sürüklediği ticaret burjuvazisiyle toprak unsurları [ağaları] egemendi. Kongrede “kalkınmacı, yerli [Türk-İslam] ve yabancı sermayeyi ve piyasaya dönük çiftçiyi özendirici, ekonomik hayatın denetiminin ‘millî’ unsurlara geçmesini kolaylaştırıcı ve ılımlı bir korumacılığı öngören” tezler ön plana çıktı. Bunlar, gümrük politikasındaki Lozan Antlaşması’ndan kaynaklanan zorunlu sınırlamalar türünden istisnalar dışında, yedi yıl boyunca iktisat politikalara egemen olacaktır.[15] 1930’a kadar Lozan’dan kaynaklanan gümrükte zorunluluğa Orhan Kurmuş’un itirazı var: Sanayiciyi değil, tüccar sermayedarı teşvik amacına uygun gümrük politikası izlendi ve bu dönemdeki hükümet programlarında sanayi kelimesi hiç yer almadı.[16]
Kararlarla ilgili Yahya Sezai Tezel’in değerlendirmesi şöyleydi: “Kemalist yönetici kadro, İzmir’de toplanan İktisat Kongresi’nce alınan kararları, işçilerle ilgili olanlar dışında, dikkatle uygulamaya çalıştı. Mustafa Kemal’in 1923 Nisan’ında yaptığı, Halk Fırkası’nın ana ilkeleriyle ilgili açıklamasının iktisadi bölümü kongre kararlarının bir özeti gibiydi. 1920’lerdeki hükümet programlarının iktisadi bölümleri de geniş ölçüde kongre kararlarına dayandırıldı.”[17]
1923’te ekonomide yeni bir politika keşfedilmemişti, İttihatçılara dayanan geçmişi vardı. Korkut Boratav, 1923’ün ekonomi politiğinin geçmişten kopukluk meydana getirmediğini de vurguladı: 1923-1929 dönemi iktisat politikası ve resmi görüş bakımından, 1908-1922 dönemiyle süreklilik içindedir. 1908 sonrasının ‘millî iktisat’ görüşü, 1923 sonrasına da “büyük ölçüde” egemen olacaktır. Devlet desteğiyle “yerli ve millî burjuvazi ‘yetiştirilmesi’ni kalkınmanın ve modernleşmesinin temeli” gören yaklaşım 1923 sonrasına da damgasını vurmuştur.[18]
Kongreyle Kemalist kadronun Türk-İslam sermayedarı, ticaret burjuvazisi ve toprak ağasıyla mevcut kucaklaşması daha da sıkılaştı. Kararlar, iktidarın ekonomi politiğinin materyaliydi ve geçmişinde İttihatçı politikalar vardı. Çünkü, Kemalist politik ve bürokratik kadro, dünün İttihatçılarıydı. Ve emvâl-i metrûke politikasının da geçmişinde İttihatçılar vardı, ama ona yapısal karakteri 1923 sonrasında kazandırıldı. 1923-1930 döneminde 15 kanun çıkartıldı ve uygulandı.
VE LOZAN’DA ‘EVET’ DENDİ
Emvâl-i metrûke ve politikasını oluşturan mevzuatı hakkında kısaca değerlendirmede bulunacağım.
Emvâl-i metrûke, 1915 sonrası oluşturulan ilgili mevzuata göre ‘sahipsiz’ terkedilmiş mallardı. ‘Sahipsiz’i tırnak içine aldım. Çünkü mallar ne sahipsizdi ne de terkedilmişti. Sahipsiz değildi; çünkü emvâl-i metrûke mevzuatında bile malların sahibi vardı. Bildik keyfilik; kanunda işkence yasak, amma sorgulama yöntemi olarak kullanılması gibi. 1915’te de tartışılmıştı: Âyan’dan Ahmet Rıza 13 Aralık 1915’te mülklerle sahibi ilişkisinin kopartılmasına ve el konmasına itiraz etmiştir. Peki bu mallar kimindi? Mallar, 1914’ten itibaren kovalanan veya sürülenin, yani esas olarak Ermenilerin ve Rumlarındı. 15 Nisan 1923’te kabul edilen 333 sayılı yasanın “sahibinin başında olmadığı her mülk devletindir” hükmüyle, konu olan mülklere emvâl-i metrûke denmiştir.[19] Bu, 1915’te muvakkat kanuna göre, sürülenin/kovalanın malıydı. 1942’de İstanbul’da ölen Maryam Urkapyan’ın malının başında olmadığı ve kaçak olduğu veya kaybolduğu iddiasıyla malına el konmuştur. Maryam Urkapyan’la ilgili kararın özü şudur: Bir emvâlin, metrûk kaydının olması veya öyle nitelendirilmesi halinde sahibine iadesi mümkün değildir. Yine mevzuatta, metrûk nitelendirilen malın sahibine tasfiye işlemlerinden kalan paranın ödeneceği hükmü varsa da para, 1928’den itibaren Türkiye bütçesine aktarılmıştır.[20]
Emvâl-i metrûkeyi gündeme getiren Sanayi Grubunun iktisadi esasları, “1- Gümrüklerde himaye sistemi, 2- Teşvik-i Sanayi Kanunu hakkında, 3- Yollar ve vesait-i nakliyede hususi tarife, 4- Sanayi bankaları, 5- Tedrisat-ı sınaiye, 6- Sanayi odaları” başlığı altında madde ve alt maddelerden ibaretti. ‘Sanayi odaları’nda alt maddelerden birinde emvâl-i metrûkeye dikkat çekildi: “Emvâl-i metrûkeye kalan müessesat-ı sınaiyenin (sanayi kurumlarının) bilhassa sanat erbabına verilmesi ve sanayi muhitlerinin vikayesi (korunması).” Emvâl-i metrûkeyle ilgili oylamada ret oyu veren işçi grubuydu.
Kararın gereği ancak üç yıl sonra yapıldı. Emvâl-i metrûkeden hanın, mağazanın, fabrikanın, imalathanenin, meskenin vesairenin Türk sermayedara, ticaret ve sanayi odalarıyla borsalara ve belediyelere satılması 22 Şubat 1926 tarih ve 748 no’lu kanunla sağlanmıştır.[21] Artık satışlar, özel bir kanunla yapılır oldu. Satış fiyatı da üç hafta sonra kabul edilen 781 sayılı kanunla belirlendi.[22] Buna göre emvâlin 1915’te Maliye’deki yazılı kıymetine göre satılması öngörüldü. Bir an önce elden çıkarmanın yolu böyle bulunmuştu. Gerçi 1926 yılı, hatta kongre öncesinde de İzmir Ticaret Odası kayıtlarında[23] görüyoruz ki, emvâl-i metrûkeden onlarca mülk, Türk-İslam’a bir biçimde transfer edilmiştir.
Kongreye kadar binlerce metrûk emvâlin transferinden sanayiciler dâhil herkes yararlanmıştı: Emvâl ya satılmıştı ya da hibe edilmişti. Kongrede konunun sadece sanayi grubu vasıtasıyla gündeme getirilmesi, öyle uygun görüldüğü için olmalıydı. Çünkü 9 Eylül 1922 sonrasında özellikle Ermeni, Rum mahallelerinde ve tüm İzmir’de yağmanın nasıl yapıldığı TBMM’de gündeme gelmiş günlerce tartışılmıştı.[24] Hatta İzmir Harp Ganimet Komisyonu bile kurulmuştu.
Yağma meselesi kongreyi izleyen Vakit muhabiri tarafından da gündeme getirilmiştir. İzmir’in “hane, fabrika, bağ, incirlik, tarla, muhtelif sanat evleri, antrepolar” gibi emvâl-i metrûkeden yararlanan ve yararlanmayanlar olarak ikiye ayrıldığını, dedikodu yapıldığını ve konunun neticelenmediğini vurguladı.[25]
İzmir’den Lozan’a emvâl-i metrûke mesajı iki boyutluydu. Birincisi, kongre el konulan Hamparsumyan Hanı’nda yapıldı. İkincisi, kongrenin bir kararında emvâl-i metrûke politikasına dikkat çekildi. Ankara, iki ay sonra kongre mesajını görünür kılacak bir adım daha attı. Lozan’da müzakerenin yeniden başladığı 23 Nisan’dan bir hafta önce, TBMM’de kabul edilen 333 sayılı yasayla, 1915’te temeli atılan sistem yeniden yapılandırıldı. Değinmiştim, sahibinin başında olmadığı her mülk emvâl-i metrûkeydi ve devletindi. Bununla amaçlanan içerideki tapu meselesinin çözümüydü. Mesaj yerine ulaşmıştı; Lozan’da atılan imzayla, Anadolu’nun demografik ve iktisadi yapısındaki tasfiyeye “evet” yani “devam et” denmiştir! Ve devam edildi; 1930’lara kadar çıkarılan kanunlarla da el konulan on binlerce mülkün transferini ve tapulama işlemini yapacak sistem oluşturuldu.
NOTLAR:
[1] Celâl Bayar, Ben De Yazdım, Sabah Gazetesi Kitapları, İstanbul-1997, cilt: 5, s. 91-126.
[2] TBMM ZC, devre: I, cilt: 27, s. 170-171.
[3] A. Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi, 1923-İzmir, AÜSBF Yayınları, 2. basılış, Ankara-1971, s. 194, 212-215.
[4] A. Gündüz Ökçün, 1920-1930 Yılları Arasında Kurulan Türk Anonim Şirketlerinde Yabancı Sermaye, AÜSBF Yayınları, Ankara-1971, s. 153-163, Çizelge No: 7 ve 8.
[5] A. Gündüz Ökçün, Türkiye İktisat Kongresi, s. 10-11.
[6] A. Gündüz Ökçün, age, s. x.
[7] A. Gündüz Ökçün, age, s. 435.
[8] A. Gündüz Ökçün, age, s. 243-269.
[9] Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, cilt: I-III (cilt: 2), Atatürk Araştırma Merkezi, Ankara-1989, s. 101-102.
[10] Mustafa Kemal, Eskişehir-İzmit Konuşmaları 1923, 3. basım, Kaynak Yayınları, İstanbul-1999, s. 75-77, 235.
[11] TBMM’ye ve hükümete sunulan rapor, A. Gündüz Ökçün, age, s. 389-437.
[12] A. Gündüz Ökçün, age, s. 387-389.
[13] A. Gündüz Ökçün, age, s. 90, 94-97, 114-117, 161-165.
[14] Tanin, 16.3.1923, A. Gündüz Ökçün, age, s. 368.
[15] Prof. Dr. Korkut Boratav, Türkiye İktisat Tarihi, 6. baskı, Gerçek Yayınevi, İstanbul-1998, s. 32-34.
[16] Dr. Orhan Kurmuş’un makalesi, Tarihsel Gelişimi İçinde Türkiye Sanayii içinde, TMMOB Makina Mühendisleri Odası, Ankara-1977, s. 1-20.
[17] Yahya S. Tezel, Cumhuriyet Döneminin İktisadi Tarihi (1923-1950), 2. basım, T. İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul-2020, s. 179.
[23] Dr. Fikret Yılmaz (hazırlayan), İzmir Ticaret Odası, Meclis Karar Defteri I-II, 1922-1930, İzmir Ticaret Odası, Kültür, Sanat ve Tarih Yayınları-5, İzmir-2008, s. 48-114.
[24] TBMM ZC, devre: I, cilt: 25, s. 66-82, 97-105, 240-242 ve devre: II, cilt: 23, s. 77-78; TBMM GCZ, cilt: 3, s. 1131-1143.
[25] Vakit, 17.3.1923, A. Gündüz Ökçün, age, s. 291-292.