1924 Anayasası birçok açıdan önemli ve anayasa tarihi
bakımından ilginç özellikler taşır. Önemi Cumhuriyet ilan
edildikten ve Lozan’ın ardından devlet belirdikten sonra yapılan
ilk anayasa olması; Cumhuriyetin özellikle de laiklik ve kültür
alanındaki devrimci atılımlarının gerçekleştiği dönemin anayasası
olması; hem tek parti döneminde hem de çok partili dönemde anayasal
zemini oluşturması ya da anayasa dili ve kimliğinin oluşumundaki
ilginç katkılarıyla sınırlı değildir. Aynı zamanda doğrudan doğruya
Komisyon tarafından gündeme getirilmesi (bu konuda Demirhan Burak
Çelik’in Komisyon tarafından önce TBMM’ye verilen teklifler
konusundaki yazısında yer alan bilgileri saklı tutmak
gerek)(1), olağan TBMM tarafından hazırlanıp kabul
edilmesini de anayasa yapımı tartışmaları bakımından anayasanın
ilgi çekici yönlerinin hanesine yazmak gerekir. Elbette anayasa
yapımı tartışmalarında, üyelerinin ikisi dışında tamamının Mustafa
Kemal’in onayından geçmiş listelerden oluşmasına karşın TBMM’nin
yetkilerini Cumhurbaşkanına devretme, hatta onunla paylaşma
konusundaki sert muhalefetinin başarısı da parlamento ve
milletvekilliği kavramlarını konuşurken bugün 1924 Anayasası'nın
unutmamamız gereken mirasının içinde sayılmalı. Bu özelliklerin
birçoğunu, içerikleriyle birlikte sevgili hocam Murat Sevinç
Diken’deki köşesinde, 1924 Anayasası'nın yüzüncü yılı yazısında
yazdı, bu konularda ondan farklı bir şey söylemeyeceğim. Yüz
yıl dönümü yazısında 1924 Anayasası'nın güncel bir siyasal
uzlaşmazlığın göbeğinde yer aldığını hatırlatarak anayasayı
anmayı yeğliyorum.
KILIÇDAROĞLU-ÖZDAĞ PROTOKOLÜ: 1924 ANAYASASI'NIN ESAS ALINACAĞI
BİR DÜZEN
Güncel siyasi uzlaşmazlığın en somut halini 2023
Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde idrak ettik. Seçimlerin ilk turunu
kaybeden Millet İttifakı’nın adayı Kemal Kılıçdaroğlu’nun Zafer
Partisi lideri Ümit Özdağ ile bir protokol imzaladığı iddiaları ve
protokol maddeleri bir anda gündeme düştü. Bu maddelerin biri 1921
Anayasası’nın değil 1924 Anayasası'nın esas alınacağı bir düzenin
kurulacağı idi. Bu kendi başına ilginç bir şey; her ne kadar iki
anayasa arasındaki kurucu karşıtlık anayasa bilimi içinde
tartışılmış olsa da siyasi alana bu şekilde dahil olması dikkate
değer. Bu dahil oluşta Altılı Masa mutabakat metninde 1921
Anayasası'na atıf olmasının etkisi olsa da Zafer Partisi ve başka
partilerde yer alan yakın çevresinin 1921’e karşı açık
karşıtlıklarının köklü nedenleri de var.
1921-1924 ANAYASALARI ARASINDAKİ FARK: ADEMİ MERKEZİYETÇİLİK VE
YURTTAŞLIK KURGUSU
1924 Anayasası’nın merkez sağ ve “en sağ” tarafından
sahiplenilme biçiminin Türkiye’de cumhuriyetçilere sirayet etmesi
hem entelektüel hem de siyasi açıdan ürkütücü; çünkü asıl olarak
cumhuriyetçi düşüncenin ülkemizde ne kadar zayıf olduğunu çok net
biçimde gösteriyor. Bu sahiplenmenin nedenlerinden biri elbette
1921 Anayasası'nın bir yurttaşlık tanımı içermediği iddiası ve
diğeri de 1921 Anayasası’nın ademi merkeziyetçi ve doğrudan
demokrasiye dönük tarafının sağ ve “en sağcı”larca propaganda
malzemesi yapılması. Peki gerçekten de 1921 Anayasası’nda bir
yurttaş kurgusu yoktu da 1924’te mi bu oluştu? Buna yanıtım açık
bir hayır! Eğer böyle olsaydı, “en sağcı”lar 1921’i bu denli
karşılarına alıp 1924’ü yeniden inşa etme gereği duymaz, aralarında
bir süreklilik gördüklerini söylerlerdi. Sağcıların doğru
gördükleri şey, 1921 Anayasası’nın maddelerinde yurttaşlığa ilişkin
bir tanım olmasa da anayasa maddelerinin bütününden ve Kurucu
Meclisin anayasa maddelerine ilişkin müzakerelerinden siyasi
birliğin bir tanımının olduğu açıktır. Anayasanın birinci maddesi:
“Hâkimiyet bilâ kaydü şart milletindir. İdare usulü halkın
mukadderatını bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına
müstenittir.”dir. 1924 Anayasası'nda olmayan ve daha sonraki
anayasalarda da olmayacak olan bu maddenin 2. fıkrasıdır. Sağcılar
bundan nefret eder. Halkın kendi kaderini tayin hakkı olarak
doğrudan demokrasi. Dolayısıyla yurttaşlık kurgusunda bir açıklık
burada başlar, sonrasında tartışmalarda Büyük Millet Meclisine
kimlerin girme hakkı olacağı sorusuna yanıt aranır. Bu yanıtın ne
anlama geleceği, Cumhuriyetin ve cumhuriyetçilerin temel tartışması
olması gerekirken -ki Fransız devriminden beri bir siyasal
birliğin/ulusun aynı yasama meclisine tabi olan siyasi topluluk
olduğu bilinir- 1921 Anayasa Komisyonu Sözcüsü, taslağı sunarken
Türk ve Kürt köylüsünden, Türkiye halkından bahseder; BMM’ye
kimlerin gireceği tartışmasının özünde üretenlerin, meslek
sahiplerinin BBM üye olması yanıtı öne çıkar; hatta der Komisyon
sözcüsü, Ermenistan ile savaş halinde dahi değiliz, elbette BMM
ülkülerini kabul eden Ermeniler de BMM’ye üye olacaktır. 1924
Anayasası’nı yapan Meclis ise yurttaşlık tanımını bambaşka biçimde
ele alacaktır. Anayasa’nın vatandaşlığa ilişkin madde gerekçesinde:
Devletin Türk’ten başka millet tanımayacağı vurgulanmıştır.
Komisyon tarafından teklif edilen madde şöyledir: “Türkiye
ahalisine din ve ırk farkı olmaksızın Türk ıtlak olunur (denir).”
Buna itiraz haklı olarak Türklüğün bir tabiiyet mi yoksa milliyet
mi olduğu bağlamında gelir; Bir milliyet olarak Türk’ün,
vatandaşlık tanımı olarak kullanılması meselesi, Lozan’daki azınlık
hakları da düşünülerek olabilecek en ırkçı biçimde çözülür:
Komisyon raportörü Celal Nuri Bey’e göre “bizim öz vatandaşımız
Müslüman Hanefiyülmezhep, Türkçe konuşur. Bizzat Gümülcineli olmak
itibarıyla Yunandır… Bu Türk Cumhuriyetinin de bilcümle efradı Türk
ve Müslüman değildir. Bunları ne yapacağız?" Soruya Meclis’ten
cılız Türkiyeli sesleri yükselse de sonunda Hamdullah Suphi Bey’in
Ermenilerin asla Türk olamayacağına ilişkin söyleviyle
gerekçelendirdiği önerisi kabul edilir: “Türkiye ahalisine din ve
ırk farkı olmaksızın vatandaşlık itibarıyla Türk ıtlak
olunur.” Öneriyle getirilen ek önemlidir: Vatandaşlık itibarıyla!
Vatandaşlık, Fransız Devrimi sonrası demokratik imgelemde eşitliğin
kavramıyken burada eşitsizliğin kavramına dönüşür. 1930’larda
Türkçe konuşması için kampanya yapılan ‘Vatandaş’lardır burada söz
konusu olan. Elbette Türkiye sağı ve en sağı 1921’i değil 1924’ü
tercih edecektir.
1924 ANAYASASI'NDA NAHİYE ÖZERKLİĞİ VE KÜRT SORUNU
1924’ün sağ tarafından sahiplenilmesinin ikinci nedeni, 1921’de
getirilen ve 1923’te Mustafa Kemal tarafından kaleme alınan anayasa
taslağında yer bulan nahiye özerkliğine ilişkin düzenlemelerdir. Bu
düzenlemeler, aslında 1921 Anayasası’nın 1. Maddesiyle birlikte
okunması gereken demokrasinin, halkın kendini bizzat ve bilfiil
idaresine dayanma esasının sonucudur. Ayrıca elbette Türkiye’de
Kürt sorununun çözümü ile de ilişkisi bizzat Mustafa Kemal
tarafından kurulmuştur: “… Bildiğiniz gibi bizim milli sınırlarımız
içinde var olan Kürt unsurlar o şekilde yerleşmişlerdir ki pek az
yerlerde yoğundur. Fakat yoğunluklarını kaybede kaybede ve Türk
unsurunun içine gire gire öyle bir sınır doğmuştur ki, Kürtlük
adına bir sınır çizmek istersek Türklüğü ve Türkiye’yi mahvetmek
gerekir… Dolayısıyla başlı başına bir Kürtlük düşünmektense, bizim
Teşkilatı Esasiye Kanunu gereğince zaten bir tür yerel özerklik
oluşacaktır. O halde hangi livanın halkı Kürt ise onlar kendi
kendini özerk olarak idare edeceklerdir. Bundan başka Türkiye’nin
halkı söz konusu olurken onları da beraber ifade etmek gerekir…
Şimdi TBMM hem Kürtlerin hem de Türklerin yetki sahibi
vekillerinden oluşmuştur ve bu iki unsur, bütün çıkarlarını
birleştirmişlerdir… Ayrı bir sınır çizmek doğru olmaz.” 16 Ocak
1923 yılında Ahmet Emin Yalman ile yapılan bu röportajın metni 1987
yılına kadar sansürlü kalmış, 64 yıl sonra 2000’e Doğru
dergisinde yayımlanmıştır.
1924 Anayasası'nda hemen hiç tartışılmadan kaldırılan özerklik
ilkesi, 1921 Meclisinin en solunca savunulan, eşitlikçi ve
cumhuriyetçi bir ilkedir. Mustafa Kemal tarafından Halkçılık
programı adıyla Meclise sunulan taslağın ilk halinde
muhtariyeti tamme, ifadesi yer alır. Taslak ilk olarak
Meclisin solundan tepki alır, tepkinin nedeni Halk Zümresi
Programının zaten Halkçılık programında ilkeleri daha doğru biçimde
dile getirdiği yönündedir. Komisyona gönderilen program bir anayasa
taslağı olarak geldikten sonra başlayan müzakerelerin can alıcı
noktalarında solun etkisi görülecektir. Özerklik tartışması
bakımından da temel mesele Kürt unsurunun siyasal birliğin içine
eşit olarak dahlidir. İşte bu ilkeyi tartışmadan ortadan kaldıracak
olan 1924 Anayasası'dır.
İSLAMCI SAĞ'IN 1921 TERCİHİ
Bu yazdıklarıma şu itirazı yapanlar olacak: “Ama İslamcı sağ,
sürekli 1921’i gündemde tutuyor.” Buna kısaca şu yanıtı vermek
mümkün. Öncelikle 1921 metni, 1928 yılına kadar en laik-demokratik
metindir. Bir kere egemenliği yeryüzüne indirenler ne yaptıklarını
bilmektedir. Kurucu Meclis üyesi hoca kökenli bir milletvekili
mealen şunu söyler: "Haşa biz Allah’ın yetkilerini millet adına
kullanıyoruz." Egemenlik 1921’in birinci maddesiyle millettedir.
İkincisi, madde metninde İslami ifadeler kullanılmasından özellikle
kaçınılmış, taslakta hiçbir ifade yokken son halinde şer’i
hükümlerin tenfizi ifadesi eklenmiştir. Üçüncüsü, cumhuriyeti ilan
eden kanunda gösterildiği gibi rejim 1921 Anayasası kabul
edildiğinden beri, hatta BMM açıldığından beri cumhuriyettir.
İslamcıların 1921 Teşkilatı Esasiye Kanunu’na sahip çıkmasının
tek nedeni anayasanın demokratik açıklığından faydalanmak isteği
olabilir. Cumhuriyetçiler, demokratlar bu anayasadaki ilkeleri,
ilkeleri ortaya çıkaran olguları görmezden geldikçe ve 1921’i
sahipsiz bıraktıkça İslamcılar bu açıklıkta 1921’i kendilerine göre
inşa etmektedirler.
1924 Anayasası’nın 100. yılını, 1921 ile birlikte düşünmek
haksızlık sayılmasın. Bunu yapmamın bir nedeni 1924’ün kurumsal
niteliklerinin hafta içinde kapsamlı yazılarda ulaşılabilir
olması(2). Ama daha önemlisi, tartışmanın can
alıcı bir güncelliği barındırması.
NOTLAR:
(1) Demirhan Burak Çelik, “1924 Anayasası’nın
Yapım Sürecinde Hazırlanan Kanun-ı Esasî Encümeni Teklifi Dışındaki
Anayasa Önerileri”, Toplumsal Tarih, 364,Nisan 2024.
(2) Toplumsal Tarih Dergisi’nin
Nisan 2024 tarihli 364. sayısı, anayasa ile ilgili kapsamlı yazılar
içeriyor.