"Kapsam anlamında cumhuriyet tarihinin en büyük imar affı.
İçinde oturduğun yapı ruhsatı alınınca depreme dayanıklı olmuyor.
Bununla ilgili herhangi bir denetim de yok. Yetkili ağızlar
tarafından herhangi bir denetim yapılmadığı açıkça söylendi. Deprem
olmadan binalar kendi kendine yıkılacak. Bu durum böyle devam
ettiği müddetçe depreme gerek duymadan binalar
yıkılacaktır.”
Yukarıdaki sözleri, İzmir İnşaat Mühendisleri Odası Başkanı
Gürkan Erdoğan, Haber Express isimli yerel gazetenin muhabiri
Süleyman Gülen’e 17 Ağustos 2018 günü söylüyor.(*) Yakın
tarihimizin en büyük felaketlerinden 17 Ağustos depreminden tam 19
yıl sonra... Ve Kartal’da bir binanın –tam da dediği gibi– ‘kendi
kendine’ yıkılmasından 174 gün önce...
ÖNCE 1999'A GİDELİM
Türkiye’nin ana sanayi havzası olan ve ülke çapında en yüksek
nüfus yoğunluğuna sahip olan Marmara’nın kuzeydoğusunu vuran 17
Ağustos 1999 depremi sabaha karşı 03.02’de meydana gelmişti. Bu
yüzden çok sayıda insan depreme uykuda yakalandı. Ancak, özellikle
merkez üssü İzmit Körfezi’ne yakın bölgelerde bulunan ve sarsıntı
anında uyanık olanlar, ilk saniyeler için aşağı yukarı şu ortak
tanıklığı dile getiriyorlardı dehşet içinde: “Önce büyük bir ışık
patlaması oldu, sonra gürültülü sarsıntı ve yıkım başladı.”
Bu çarpıcı tasvir, esasen 17 Ağustos depreminin Türkiye
üzerindeki toplam etkisini de özetleyen bir metafor olarak
kullanılabilir. Kapitalist sanayileşme ve ona eşlik eden çarpık
kentleşmenin inşa ettiği ve ülke ekonomisinin ‘kalbi’ olarak
görülen bölgenin ağır yıkımı; Türkiye devleti ve kapitalizminin
vaziyetini gösteren bir flaş ışığı gibi parlamıştı. Kimi yerlerde
tuzla buz olan binalarının altında kalarak; kimi yerlerde, “burada
yerleşim olmaz” uyarılarına aldırmadan üstüne kentler kondurulmuş
zeminlerin birer bataklığa dönüşmesiyle toprağa gömülerek can verdi
insanlar. Enkaz altlarında yaralı ya da mahsur olarak sağ kalanlar,
bu düzeyde bir yıkıma karşı hiçbir hazırlığı olmayan devlet
organizasyonunun kendilerini kurtarması ümidiyle beklediler; ama
birçoğuna yetişen olmadı. Hayatta kalanlar için yeterli sağlık
hizmeti, su, yiyecek ve barınma olanağı yaratılamadı. Arama
kurtarma çalışmaları da, çadır kentlerin kuruluşundan
rehabilitasyon çalışmalarına dek deprem sonrası organizasyonları
da; çoğunlukla ‘gönüllü’ kuruluşların ya da devlet dışı
siyasal-toplumsal örgütlerin çabalarıyla gerçekleştirildi. Silahlı
güvenlik bürokrasisi ile sivil imtiyazlıların devasa gücüne ve
ayrıcalıklarına karşın, Türkiye ‘devleti’nin toplum açısından koca
bir hiç olduğu ortaya çıktı. 12 Eylül’den sonra inşasına girişilen
neoliberal rejimin ipliği, oldukça simgesel bir havzada pazara
çıkmıştı: Yerli büyük sermaye ile yabancı yatırımların öbeklendiği,
rant potansiyelinin ötesinde tamamen kaderine terk edilmiş
kentlerin örgütsüz ve ucuzlatılmış emekle iç içe geçtiği Doğu
Marmara’da…
28 Şubat sürecinde (1997 ve sonrası) İslamcılar ve onlarla
davranan bir kısım merkez sağın tasfiyesinin ardından; 1999
şubatında Abdullah Öcalan’ın Türkiye’ye getirilmesiyle zirvesine
çıkan milliyetçi mutabakat organizasyonunun hegemonyası, bu
‘beklenmedik’ depremle birlikte, rejim müteahhitlerinin deniz
kumundan yaptığı binalar gibi dağıldı. 1999-2001 arasındaki süreğen
ekonomik kriz bu deprem travmasıyla birleşti ve 2002’de –seçim
sisteminin de cilvesiyle– AKP’nin parlamentoda ezici çoğunluğu ele
geçirmesine yol açan ortamı doğurdu. Aslında 90’lı yıllar boyunca
yaşanan ve koalisyonlar, restorasyonlar vs. gibi çeşitli palyatif
arayışlarla yamalanan rejim krizinin son perdesini başlatmıştı bir
bakıma bu deprem… Reddettiği İslamcıların bir mutasyonuyla yeniden
inşa edilmesi gerekecekti…
* * *
İstanbul Kartal’da, 6 Şubat Çarşamba günü ‘durup dururken’, bir
deprem bile yokken yıkılan binanın enkazından, bu yazının yazıldığı
saatlerde 11 cansız beden çıkarılmıştı. Resmi açıklamalara göre 13
de yaralı kurtarılan var, şimdilik. Can kayıpları ve yaralıların
nereye varacağı konusunda bir fikrimiz yok; nitekim çökme anında
binada kaç kişi olduğunu bile öğrenemiyoruz. AFAD Başkanı Mehmet
Güllüoğlu, “Kaç kişi olduğunu söylememiz mümkün değil ve bunu
söylememiz doğru da değil. Belli bir kattayız demek de doğru değil”
diyor. Neden doğru değil? Bunu da bilemiyoruz.
Zaten daha olay günü, yıkımın üstünden 1,5 saat bile
geçmemişken, artık kimseyi şaşırtmayan “yayın yasağı” geliyor. Tüm
açıklamaları merkezi yönetime en yakın kişiler, İstanbul Valisi Ali
Yerlikaya ya da İçişleri Bakanı Süleyman Soylu ile Çevre ve
Şehircilik Bakanı Murat Kurum yapıyor. Yaralıların kaldırıldığı
hastanenin başhekimi gibi figürler, bu açıklamalar sırasında
‘mevcutlu’ oluyor; ama bir şey söylemek zorunda kaldıklarında gözle
görülür bir tedirginlikle ve siyasi otoriteyi temsil eden
eşlikçiden onay almaya gayret ederek, olabildiğince kısa
konuşuyorlar.
Binanın 1992 yılında (bir başka deyişle 1994 yerel seçimlerinden
önce) 5 katlı imar izni aldığı ısrarla vurgulanıyor. Ancak kaçak
katların ne zaman çıkıldığı da ‘bilinmiyor’. Hepsinden önemlisi,
Kartal Belediyesi’nin ve TMMOB’un yaptığı açıklamalar sayesinde,
çöken binadaki hak sahiplerinin, 24 Haziran seçimleri öncesinde
gündeme gelen ‘İmar Barışı’ndan yararlanmak için başvuru
yaptıklarını öğreniyoruz.
İmar Barışı, 24 Haziran ‘beka seçimi’ öncesi uygulanan ve
cumhuriyet tarihinin en kapsamlı imar affı olarak bilinen
düzenleme. Bu af çıkarılırken binaların depreme uygunluğu ‘sorunu’,
açıkça ‘kat maliklerinin sorumluluğuna terk edilmişti. Çevre ve
Şehircilik Bakanlığı tarafından konuyla ilgili olarak hazırlanan
internet sitesindeki (https://imarbarisi.csb.gov.tr) ‘İmar Barışı
Bilgilendirme Broşürü’nde bu konu tek bir yerde geçti. “İmar
barışının sağlayacağı faydalar nelerdir?” sorusunun altında şöyle
yazıyor: “Yapı Kayıt Belgesi alan binalar için yıkılma endişesi son
bulacaktır. Ancak depremsellik açısından yapılarda alınması gereken
her türlü tedbiri malikleri alacaklardır.” (**)
Aslında bakanlık, “kaçak binalarınızı devletin yıkması endişeniz
son bulacaktır” diyor; “ama depremde yıkılırsa sorumluluk
sizde…”
Bakanlığın sitesindeki “Sıkça Sorulan Sorular” bölümünde de
konuyla ilgili iki soru var. Bu sorular ve bakanlığın yanıtları
şöyle:
İmar mevzuatı dışına çıkan yani fazla kat ve daire yapan
Yapı Konut Kooperatifleri bu yeni yasadan faydalanacak mı?
Evet, bu yapılar da imar barışı kapsamında Yapı Kayıt Belgesi
alabilecekler.
Hangi yapılar İmar Barışından faydalanamayacak?
Üçüncü kişilere ait özel mülkiyete konu taşınmazlarda bulunan
yapılar -Hazineye ait sosyal donatı için tahsisli araziler üzerinde
bulunan yapılar -3194 sayılı İmar Kanunu’nun Geçici 16. Maddesinde
belirtilen istisnai alanlarda bulunan yapılar.
Bu arada başlangıçta kapsam dışında olan İstanbul Boğazı’ndaki
kaçak yapıların da af kapsamına alındığını, 31 Aralık 2018’de sona
eren başvuru süresinin yerel seçim sonrasına ertelendiğini de
hatırlatalım.
* * *
Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nın internet sitesindeki İmar
Barışı broşürü, düzenlemenin yapıldığı sırada Bakan olan, şimdiki
AKP Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı adayı Mehmet Özhaseki’nin şu
sözleriyle başlıyor:
“Bir yıldır yürüttüğümüz çalışmaların ardından bugün hayata
geçirdiğimiz İmar Barışı sayesinde vatandaşlarımızla devletimizi
helalleştirmenin mutluluğunu yaşıyoruz.”
Dönemin bakanı, şimdinin Başkent belediye başkanı adayı
‘helallik’ aldığını, alacağını düşünüyor mudur bilemeyiz. Ama onun
değilse de tüm toplumun daha önemli bir sorunu var: Bu af
kapsamındaki 13 milyon kadar yapının kaçı, depreme dayanamayarak,
ya da ‘kendi kendine’ yıkılacaktır?
(*)
http://www.haberekspres.com.tr/gundem/binalari-deprem-degil-imar-affi-yikacak-h118405.html
(**)
https://webdosya.csb.gov.tr/db/imarbarisi/icerikler/brosur-20180603111057.pdf