Macaristan, 1 Mayıs 2004’te Avrupa Birliği’ne girdiğinde ülkedeki müthiş coşkuya bizzat tanık olmuştum. O vakitler, gün gelip de Macaristan’ın AB’nin en büyük krizlerinden birine neden olacağını bir söyleyen olsa, son derece uçuk gelirdi. 17 yıl sonra ise, durum tam da böyle: Macaristan, AB için yaşamsal bir krizi tetikliyor.
Macaristan ve Polonya, AB’nin uzun dönem tüm harcamalarının nereye nasıl yapılacağını belirleyen bütçeyi veto etti. Tüm üye ülkelerin; 27 üyenin tümünün onayı olmadan da bütçenin yürürlüğe konulması mümkün değil. Toplamda 2 trilyon Euro’ya yakın bütçenin de böyle askıda kalıvermesi de AB için gerçekten ciddi bir kriz. Normal şartlar altında, AB’nin 2021-2027’deki uzun dönem bütçesi ve 750 milyar Euro’luk da “Koronavirüs Kurtarma Paketi”, 1 Ocak 2021’de devreye girecekti.
Ancak, zaten üzerinde aylarca müzakere yapıldıktan sonra Temmuz 2020’de sonunda üzerinde anlaşmaya varılabilen AB bütçesi ve “Gelecek Nesil Avrupa” adını taşıyan “Koronavirüs Kurtarma Paketi”, şimdi de sürüncemede kalıverdi.
Macaristan ve Polonya’nın bütçeyi veto etmesi, başka bir “para meselesine” dayanıyor: bundan sonra hukuk devleti kriterlerine uymayan ülkelere AB fonları aktarılmayacak veya fonlarda kesinti yapılacak. Bu karar da, öyle kolay alınmadı. AB içinde iktidara gelen popülist hükümetlerin yarattığı “Avrupa değerleri ve hukuk devleti ilkeleri erozyonu”, uzun zamandır Birlik’in içinden ve dışından eleştiri konusu yapılıyordu. Almanya’nın Temmuz 2020’de başlayan AB Konseyi dönem başkanlığı da, Birlik içinde yer alıp da, “Truva Atı” gibi hareket eden ülkelere karşı eleştirilerin yoğunlaştığı bir dönem olmuştu.
Sonunda Kasım ayı başında, AB değerlerine saygı göstermeyen ve hukuk devleti kriterlerini yadsıyan üye ülkelere aktarılan fonların kesilmesini öngören mekanizma onaylandı. Bu karardan önce de, Ekim sonunda AB’nin üyelik sürecinde yazılan “ilerleme raporlarının” üyelere yönelik versiyonu olan “hukuk devleti raporları” yayınlandı.
Almanya’nın öncülüğünde alınan bu kararın çok gecikmiş ve popülist iktidarların ne zaman, ne şekilde hukuk devleti ilkelerini ihlal ettiğini belirleyecek kıstasların muğlak olduğunu öne sürenler de var. Gerçekten de, Almanya’nın Türkiye ile ilişkilerinde de örneklerini sürekli gördüğümüz şekilde, Berlin’in arka kapı müzakerelerine açık bırakan ve sopalardan çok havuçları göstererek istediğini almayı ön plana çıkaran bir yaklaşımı var.
Öte yandan, Almanya’nın “sarsıcı siyasi adımlar atmamaya” odaklı tarzı düşünüldüğünde, “bütçeyi hukuk devletine endeksleme” tavrından ödün verdiği ve kendi çapında “devrimci” bir yaklaşım benimsediğini de öne sürmek mümkün. Hukuk devleti kriterlerini ihlal ettikleri için fonları kesilecek ülkelere ilişkin kararın AB Konseyinin nitelikli çoğunluğu; yani 15 ülke veya AB nüfusunun %65’ini oluşturan çoğunluğu oluşturan sayıda ülkeler tarafından belirlenecek olması, Avrupa’nın bugüne kadarki, “müzakere yoluyla tüm üyeler arasında kesin bir konsensus oluşturulması” çizgisinin dışında bir karar zira...
MACARİSTAN VE POLONYA’NIN FENDİ Mİ, AB’NİN Kİ Mİ?
Avrupa Birliği’nin, hukuk devletine “sözde değil özde” vurgu yapan, “ne kadar hukuka saygı, o kadar fon” kararı, yukarıda “Truva Atı” olarak tanımladığım Macaristan ve Polonya’yı çok kızdırdı. Macaristan’da Fidesz hükümetinin sözcüsü Zoltán Kovács, “veto” açıklamasını yaparken, bütçe ile ilgili daha önce anlaşmaya varılan kıstasların geçerli olması gerektiğini öne sürdü. Kovács, “Bütçeyi, hukuk devleti kriterlerini öne süren haliyle destekleyemeyiz. Temmuz’da üzerine anlaştığımız bu değildi ” dedi. Kovács, daha önce de AB’nin “Macaristan gibi bağımsız davranan ülkelere şantaj yaptığını” öne sürmüştü.
Polonya’dan da benzer şekilde olumsuz tepkiler geldi: Adalet Bakanı Mateusz Morawiecki, “Mesele, hukuk devleti meselesi değil; bu sadece bir bahane Mesele, Polonya’nın siyasi ve kurumsal bakımdan köleleştirilip köleleştirilmeyeceği, egemenliğin radikal biçimde kısıtlanıp kısıtlanmayacağı” dedi.
Bu yaklaşımlarda şaşırtıcı bir yön yok: Bu iki ülkeye AB’nin Truva Atı dememde tam da bu “beklenirlik” yüzünden. Yıllardır, AB’nin tüm nimetlerinden yararlanıp da, AB’ye muhalif olmak bu ülkelerdeki iktidarların içselleştirdiği başlıca siyasi ve ideolojik araç. Şimdiye değin Almanya gibi ağırlık sahibi ülkeler ve AB Komisyonu, popülist iktidarların daha da aşırılaşmasını engellemek için onları tolere etmeye çalıştılar. Ancak, “idare etme” odaklı yaklaşım, popülist iktidarların AB’nin korkularını istismar etmesinden başka bir şeye yaramadı. AB’nin fonları da, popülist iktidarın siyasetçileri tarafından kişisel çıkarları için kullanıldı: Macaristan’da Direkt36.hu, Atlaszo gibi bağımsız haber siteleri, nitelikli araştırmacı gazetecilik örnekleriyle, Avrupa fonlarına yönelik yolsuzlukları yıllardır belgeliyor. Tabii, Macaristan’da Başbakan Viktor Orbán’ın, zamanının büyük bir kısmını geçirdiği kasabası Felcsút’a yaklaşık 4 bin kişilik bir futbol stadyumu yapılması için AB fonlarını kullanması gibi “açık ve net” örnekler de var.
Felcsút’un Belediye Başkanı Lőrinc Mészáros’un sahibi olduğu inşaat şirketi tarafından yapılan bu stadyum, kasabanın nüfusunun iki katı kadar kapasiteye sahip ve Orbán dışında hemen kimse tarafından kullanılmıyor. Benzer şekilde, yine kasabasına AB fonları ile yapılan ve 2 milyon Euro’ya malolan “oyuncak tren” projesi de öyle... Mészáros’un şirketinin maddi kaynaklarının %83’ü de AB’den gelen fonlardan oluşuyor; kendisinin hayattaki şiarının “Tanrı, Orbán, şans” olduğunu da belirtelim.
AB Komisyonu, hukuk devleti kriterlerini bütçesinin dağıtımına kıstas alırken, bunların olacağını biliyordu; sadece Macaristan ve Polonya’dan “veto” kararının çıkmamasını, işlerin o noktaya kadar gelmemesini umuyordu. Olan oldu; 2 trilyon Euro’luk bütçe askıda kaldı.
Avusturya gibi Koronavirüs Kurtarma Paketi’nin çok sıkı kıstaslara göre “hak ediliği” biçimde harcanmasına vurgu yapan ve Hollanda gibi bu paketin ortak biçimde finanse edilmesine sıcak bakmayan üye ülkeler de, bütçeye yönelik şüphelerini tekrardan gündeme getiriyorlar. Popülizmle flört halindeki Slovenya Başbakanı Janez Janša ise, Macaristan ve Polonya’ya arka çıktı.
Çözüm bulmak da, Aralık sonuna kadar AB Konseyi Başkanlığını yürütecek Almanya’ya; daha doğrusu Şansölye Angela Merkel’in önüne düşen bir ateşten top daha... Macaristan ve Polonya’nın dışında bir de, Türkiye meselesi var Merkel’in çözmesi gereken.
Merkel’e, bu hafta sonu hem Macaristan Başbakanı Orbán’dan hem de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’dan pas geldi. Orbán, AB bütçesi vetosu konusunda “Bu tip krizler sonunda hep çözülmüştür” derken; Erdoğan da, Türkiye’nin rotasının Avrupa’ya doğru olduğunu ve AB üyelik sürecinin Ankara için önemini dile getirdi.
Bu paslar, aslında oyunu kazanmak isteyen liderlerin pasları ve gole dönüşmek için de önlerinin açılması “ödününü” talep ediyorlar. Bakalım, Şansölyeliği’nin son dönemecinde Merkel, AB için yaşamsal kriz haline dönüşen bu konuları çözebilecek mi?