Ekonomi yorumcularının kötümserler ve iyimserler olarak ikiye ayrıldığı, yaygın ama yüzeysel bir kanıdır. Bu kanının yüzeyselliği, iyimserlik ya da kötümserlik gibi pozisyonların değer yargılarından, sınıfsal konumlardan ya da yorumcunun ait olduğu düşünce okulundan bağımsız olarak geliştirildiğine inanılmasıdır. İflah olmaz kötümserler, çoğu zaman, naif iyimserlere göre daha yaratıcıdırlar. Ancak kişilerin geliştirdikleri fikirler ne kadar yaratıcı ya da özgün olursa olsun, toplumsal ve sınıfsal güç ilişkileri içerisindeki yerlerine göre tasnif edilirler. Genellikle hakim düşünce yapısı, diğerlerini “kötümser” olarak etiketler. Bunu yaparken de “bardağın boş tarafına bakılıyor” klişesini kullanırlar. Kötümser-iyimser ikiliği çoğu zaman verimli bir tartışma ortamı sunmuyor. O nedenle ben gerçekçiliği, hatta eleştirel gerçekçiliği tercih ediyorum. Daha fazla uzatmadan konuya gireyim: meseleye eleştirel gerçekçilik perspektifinden bakıldığında görünen gerek dünya, gerekse Türkiye ekonomisi açısından 2017’nin, 2016’yı aratabileceği.
DÜNYADA KUTUPLAŞMA BELİRTİLERİ
Dünya ekonomisinde 2008 krizinden çıkış için geliştirilen stratejilerde hem zamanlama hem de uygulama olarak bir eşgüdüm sağlanamadı. Bu eşgüdümsüzlük, dünya ekonomisindeki “eşitsiz ve bileşik” gelişim sürecinin hem sonucu hem de bunu yeniden üreten bir durum. 2017’ye kalacak olan ise, eşgüdümsüzlüklerin kutuplaşmalara dönüşme ihtimalinin belirginleşmesi. Beş temel kutuplaşma alanı sıralayabiliriz. İlki, geçen haftaki yazıda özetlediğim mikarsal genişleme uygulamalarının eşgüdümsüz bir şekilde uygulanması. Bu ülkelerde verilen politika tepkilerinin farklılaşmasının bir sonucu. İkincisi, G8 ya da G20’de, dünya ekonomisinin önemli kapitalist merkezlerinin krizden çıkış için hangi programın uygulanması gerektiği konusunda bir uzlaşmanın olmaması. Hatta, “pragmatik genişlemeciler” ile “kemer sıkma bloğu” arasındaki kutuplaşma artıyor.
Üçüncüsü, eğer ABD’de yeni iktidara gelen Trump yönetimi vaatlerini yerine getirirse, erken kapitalistleşmiş ülkeler arasındaki büyüme farklılığı artarak sürecek. Dördüncüsü, 2017 sadece erken kapitalistleşen ülkeler arasındaki değil, geç kapitalistleşen ülkelerle erken kapitalistleşen ülkeler arasındaki büyüme oranı farkının kapanacağı bir dönem olacak. Bunun nedeni ise geç kapitalistleşen ülkelerdeki yavaşlama. Bu yavaşlama “yükselen piyasalar” için ekonomik kriz anlamına gelir. Örneğin, ABD’de uygulanacağı ilan edilen dış ticaret politikası, ABD’de büyüme getirirken, dünyanın ikinci büyük ekonomisi olan Çin için çöküş getirebilir. Sonuncusu, bir yanda negatif faizler varken, diğer yanda FED faiz artışının gerçekleşmesi, küresel düzeyde finansal istikrarsızlığın artmasında katalizör işlevi görebilir.
Bu beş gelişme, bir yanda ABD, diğer yanda Almanya ve bu ikisinin dışında kaderi ABD ekonomisine bağlanmış bir Çin’den oluşan bir yapıyı karşımıza çıkarıyor. Bu üç önemli merkezdeki gelişmeler, 2017’nin nasıl şekilleneceğini de belirleyecek. Ancak altını çizmemiz gereken, bu kutuplaşma dinamiklerinin kapitalizmden farklı bir ekonomik modele dayanmadığıdır. Yaşanan, mevcut üretim yapısına dokunmadan, krizin coğrafi transferi ve farklı “kapitalizmlerin” birbirine üstünlük kurma savaşıdır. Ancak elimizdeki veriler biraz daha cesur yorumlar yapmaya olanak veriyor: bir iktisadi ve toplumsal sistem olarak kapitalizmin kendini yeniden üretme mekanizmalarında ciddi tıkanıklıklar yaşanıyor.
'YÜKSELEN PİYASALARIN DÜŞÜŞÜ'
Carmen M. Reinhart, Vincent Reinhart ve Christoph Trebesch, 2016’daki güncel çalışmalarında, önümüzdeki dönemde sermaye akımları ve emtia fiyatlarındaki hareketler nedeniyle yükselen piyasalar için beklenmedik kazançların tersine dönebildiğine işaret ediyorlar. Yazarlar özellikle 2012’den itibaren, hem emtia fiyatları hem de sermaye hareketlerinde, tarihteki benzerleri gibi bir “çifte çöküş” (double bust) sürecinin yaşandığının altını çiziyorlar. Biz bu süreci, Finansallaşma, Borç Krizi ve Çöküş’te küresel krizin üçüncü aşaması olarak adlandırmıştık.
Türkiye İstatistik Kurumu’nun milli gelir hesaplarında yaptığı güncelleme ile işler biraz karışıyor gibi görünse de, 2016’ya gelindiğinde hem eski hem de yeni hesaplama ile Türkiye ekonomisindeki yavaşlama giderek daha belirgin hale geliyor. Türkiye ekonomisi için 2016, 2009 küresel krizinin kaldığı yerden yeniden başladığı yıl oldu. Ancak bu sefer küresel konjonktür, 2009 çöküşü sonrası 2010 ve 2011’de gerçekleşen hızlı sıçramanın yaşanması için uygun değil. Dolayısıyla 2009 çöküşündeki gibi “V” şeklinde bir gerileme ve yeniden toparlanma (biraz zorlarsak “teğet geçme” de diyebiliriz) yerine, “L” şeklinde bir gerileme ve bunun kalıcılaşması ihtimali önümüzde duruyor.
Kaynak: Bloomberg
Nasıl “yükselen piyasalardaki” hızlı büyüme ülkeler arasında dengeli bir şekilde gerçekleşmediyse, “düşüş” de eşitsiz bir şekilde yaşanıyor. Örneğin 2016’daki getirilerin gösterildiği yukarıdaki tabloya göre Rusya ve Brezilya’nın para birimleri dolara karşı değer kazanırken Türkiye, en çok kaybedenler listesinde. Dolayısıyla “yükselen piyasalar” homojen bir kategori olmadığı gibi, bu ülkelerin düşüşü de farklılaşarak gerçekleşiyor. Hatta bazıları gerilerken (net ithalatçılar) bazıları kısa dönemde de olsa kazançlı çıkabiliyor (net ihracatçılar). Kesin olan ise, hiçbirinin “çifte çöküşten” kaçınamayacağı gerçeği.
2017 NE GETİRİR?
Burcu Ünüvar geçenlerde Türkiye ekonomisi için 2017’de nelerin olmayacağını özetledi: “yüksek büyüme olmayacak, düşük enflasyon olmayacak, bol istihdam olmayacak”. Biz biraz daha ileri gidelim. Türkiye ekonomisi 2017’de, 2016’nın ikinci yarısında başlayan ekonomik krizin tüm etkilerinin görüldüğü bir yıl olabilir. Bu bağlamda 2017, aralarında Türkiye’nin de olduğu “yükselen piyasalar” için 2014’ten beri görülen gerilemenin dip noktasına ulaştığı bir yıl olabilir. Bu kategorideki ülkeler için kriz, tipik olarak stagflasyonist eğilimlerin kuvvetlenmesi ile ortaya çıkabilir. Bunun anlamı, bir yandan ekonomik aktivitenin yavaşlaması (hatta daralması), diğer yandan da fiyatlar genel seviyesinin artmasıdır.
Türkiye ekonomisi, TCMB’nin 2014 başındaki sert faiz artışı ile hem büyümenin yavaşladığı hem de enflasyonun arttığı stagflasyonist bir döngünün eşiğine gelmişti. Ancak petrol fiyatlarındaki düşüşün ve sermaye hareketlerindeki canlılığın sürmesi ile bu olası kriz ötelenebildi. Önümüzdeki dönemin farklı ise, iki kritik gelişmenin aynı anda yaşanması ihtimalinin doğması: Doların güçlenmesi ile faizin artışı aynı anda yaşanabilir. Bu durumda, TCMB’nin beklentilerinin aksine, ekonomik aktivite yavaşlarken enflasyonun artışına tanıklık edebiliriz. BofA Merrill Lynch, 2017 için “Türkiye ile birlikte Güney Afrika ve Brezilya'yı en riskli üç gelişen piyasa arasında sıraladı”. Bu risklerin ne kadarının gerçekleşeceğini ise Türkiye’deki siyasi rejim tartışmalarının ve jeopolitik risklerin nasıl şekilleneceği belirleyecek. Sıkı durmak lazım, hoyrat bir yıl daha bizi bekliyor!