2018-2019 krizinin aşamaları

2018-2019 ekonomik krizinin üçüncü aşaması, mart seçimlerinden sonra başlayacak. Bu aşamada artık seçimler geride bırakıldığından, bazı sermaye gruplarının elenmesi ile sonuçlanacak olan firma kurtarma operasyonuna girişilebilir.

Ümit Akçay uakcay@gazeteduvar.com.tr

Geçen haftaki yazıda, 2018 yılında ekonomik krizin gelişimini bazı önemli dönüm noktalarıyla beraber ele almıştım. Bu yazıda, krizin gelişimini üç aşamada değerlendirebileceğimizi ileri süreceğim. Krizden çıkış için formüle edilen ‘dengelenme’ programının bir parçası halen eksik. Krizinin maliyetinin farklı sermaye kesimleri arasında nasıl bölüştürüleceği konusu, yerel seçimler sonrasında ertelendi. Bu konunun, yani krizin üçüncü aşamasının 2019 yılı içinde çözülememesi durumunda, 2020 yılında yeniden bir erken seçimin gündeme gelmesi sürpriz olmayacaktır.

İLK AŞAMA: DÖVİZ KRİZİ

Daha önceki yazılarda detaylı şekilde açıkladığım gibi, 2013’ten itibaren oluşan güncel kriz dinamikleri, 2018’in Mayıs ayındaki kur atakları ile olgunlaştıktan sonra aynı yılın ağustos ayında döviz krizine dönüştü. Döviz krizinin iki dolaysız sonucu oldu. Bunlardan ilki enflasyondaki patlama, ikincisi de şok faiz artışı. Enflasyondaki sert artış, üretim yapısının büyük ölçüde ithalata bağımlı olmasından kaynaklanıyor. Eylül ayında gelen şok faiz artışı ise, ülke ekonomisinin sermaye hareketlerine bağımlılığı nedeniyle gerçekleşti.

Döviz krizi, şok faiz artışı ile birleştiğinde karşımıza çıkan sonuç kredi çöküşüdür. Gerek ticari kredide, gerekse tüketici kredisinde yaşanan çöküş, ekonominin hızla resesyona kaymasına neden oldu.

İKİNCİ AŞAMA: SEÇİME KADAR 'ERTELEME'

Krizdeki ikinci aşama, ekonomi politikalarının 2019’un Mart ayında gerçekleşecek olan yerel seçimlere kadar döviz krizinin etkilerinin ertelenmesi amacıyla dizayn edilmesiyle başladı.

Hatırlanacağı gibi AKP Genel Başkanı ve Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ‘ekonomik krizin gündemden düşürülmesi ve halkın pahalılıktan şikâyetine son verilmesi için her türlü tedbirin alınmasını’ istemişti.

Bu kapsamda formüle edilen idari önlemlerle faizlerin kısmi olarak düşürülmeye çalışılmasına fiyat indirim kampanyaları eşlik etti. Soğan deposu baskınları ve mağazalardaki etiket kontrolü gibi önlemler, bu paketin diğer parçaları idi. Son olarak, aralık ayında yapılan asgari ücret artışı, kısa dönemde yeniden çalıştırılamayacak olan kredi kanalının yokluğunda resesyonun daha da derinleşmemesi için bir önlem olarak düşünüldü.

Tüm bu önlemlerin ana doğrultusu, mart seçimlerinde bir hezimete uğramamak idi. Bu nedenle, ekonomi yönetimi, krizin maliyetinin bankacılık sektörü ve sanayi arasında bölüştürülmesi gibi sorunlu alanlara girmedi. Konkordato mekanizması, iflas ertelemeyi mümkün kıldığından bu süreçte çok işlevli olarak kullanıldı. Şu anda ekonomi yönetiminin tüm gayreti, sorunları mümkün olduğunca 2019’un Mart ayı sonrasına ertelemeye odaklanmış durumda.

ÜÇÜNCÜ AŞAMA: AĞIRLAŞAN EKONOMİK KOŞULLAR

2018-2019 ekonomik krizinin üçüncü aşaması, mart seçimlerinden sonra başlayacak. Bu aşamada artık seçimler geride bırakıldığından, bazı sermaye gruplarının elenmesi ile sonuçlanacak olan firma kurtarma operasyonuna girişilebilir. Özellikle 2016’daki bir çeyreklik ekonomik daralma sonrasında aktive edilen Kredi Garanti Fonu marifetiyle yaratılan zombi firmaların tasfiyesi, Mart sonrasında ekonomi yönetiminin temel gündemlerinden biri olabilir.

2018-2019 krizinde, Türkiye ekonomisinde daha önce görülen krizlerden farklı olarak, firma bilançolarına gömülü bir döviz krizinden bahsediyoruz. Bunun anlamı, pek çok firmanın döviz biçiminde aldıkları borçlar nedeniyle borçlarını geri ödeme güçlüğü çekmeleridir. Bu durumdaki firmalar için seçenekler çok sayıda değil. Ya bankalara olan borçlarının silinmesi (yeniden yapılandırılması) ya da maliyetlerinin döviz krizinin etkilerini azaltacak şekilde azaltılması gerekiyor.

İlk seçenek, krizin maliyetinin bankacılık sistemine yıkılması anlamına geleceğinden, zaten çökmüş olan kredi kanalının yeniden çalışması daha da ileriye ertelenebilir. Bu nedenle, bankacılık sisteminin yeniden sermayelendirilmesi gerekecektir. IMF seçeneği masada olmayacaksa, bunun nasıl gerçekleşeceği henüz netleşmiş değil.

İkinci seçenek ise, kitlesel işsizlik anlamına geliyor. Zira genel olarak firma maliyetlerine baktığımızda ağırlıklı bir kısmın hammadde maliyeti olduğu, ikinci maliyet kaleminin ise işgücü olduğu görülebilir. İlk maliyet kaleminde kısa vadede bir iyileşme görülemeyeceğine göre, firmaların krizden çıkış stratejisi işgücü maliyetini azaltmak olarak şekillenebilir. Bu kitlesel işsizlik anlamına gelecektir.

EKONOMİDE DENGELENME VE DERİNLEŞEN KRİZ

24 Haziran 2018 seçimleri öncesinde ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olan Mehmet Şimşek döneminde, Londra Mutabakatı çerçevesinde formüle edilen ekonomide dengelenme programı, ağustos ayındaki döviz krizi sonrasında, eylül ayında açıklanan Yeni Ekonomik Programı’nın da özünü oluşturdu. Esasında yeniden dengelenme, bir ülkeye gelen sermaye akımlarının ani duruşu sonrasında yaşanabilecekleri özetleyen standart bir ana akım teoriye dayanıyor.

Buna göre ani duruş nedenli bir döviz krizi yaşandığında ekonomideki dengelenme şu şekilde gerçekleşebilir: Sıkı para ve maliye politikaları ile hayata geçirilen harcama azaltıcı politika tepkisi sermaye hareketlerini yeniden canlandırabilir. Bu süreçteki devalüasyon, ihracatı teşvik edeceğinden ekonomide bir resesyon yaşanmadan döviz krizi atlatılabilir. Kısacası, ekonomi yönetiminin sahiplendiği bu modele göre döviz krizinin yaşanmış olması zorunlu olarak beraberinde resesyonu getirmeyebilir. Döviz krizinin getireceği şoktan çıkış, ihracat kanalından sağlanacak büyüme ile hayata geçebilir.

Uygulamaya bakıldığında, ekonomide dengelenme programı, ne Mehmet Şimşek’in ne de Berat Albayrak’ın formüle ettiği gibi işliyor. Bu ikisinin dışında, şimdiye kadar döviz krizi sonrasında kredi çöküşü kanalı ile hızla resesyona giren bir ekonomi var kaşımızda. Ekonomik resesyondan çıkış, yukarıda kısaca değindiğim krizin üçüncü aşamasının nasıl çözüleceğine göre şekillenecek. Krizin üçüncü aşamasının 2019 yılı içinde çözülememesi durumunda ise, 2020 yılında yeniden erken seçimlerin gündeme gelmesi sürpriz olmayacaktır.

Tüm yazılarını göster