Bakan Berat Albayrak’ın şenlikli gösterilerle açıkladığı programlar ve üstüne 2020 bütçesi, fena halde Balzac’ın tasvirini andırıyor: “Sazında yedi değil tek bir tel vardı; onu da çalmıştı. Halkın karşısında susmaktan veya bu telle kendini asmaktan başka yapacak işi kalmamıştı. (*)” Oysa iktidar berbat melodiyi çalmakta ısrarcı, ama o tek tel de ekonomiyi tavandaki kirişe doğru sürüklüyor…
Bütçe tasarısına bakınca iktidarın zarını yine ‘küresel fırsatlar’ üzerine attığı görülüyor. Esasında yeni olmayan, kredinin ucuz ve bol olduğu günlerden kalma, hayli yıpranmış bir kemiği avucunda şevkle sallıyor: Ya tutarsa!
Nitekim Cumhurbaşkanlığı Strateji ve Bütçe Başkanı Naci Ağbal, bütçenin şansını bakın neye bağlıyor: “Son dönemde ortaya çıkan küresel üretime ilişkin yukarı yönlü açıklamalar, global düzeyde faiz oranlarının aşağı gelmesi, gelişmekte olan ülkelere yönelik finansman koşullarının olumlu gerçekleşeceği beklentisi 2020 bütçesi açısından iyi gelişmeler.”
Ağbal’ın referansı, muhalefetten bazı isimler görüştüğü için hain ilan edildikleri IMF’nin raporu. Batı’nın ahlakını değil aklını alalım tabii. Alalım da, sadece işimize gelen kısmıyla sınırlı kalmasın. Zira IMF başka şeyler de söylüyor. Yeni seçilen Başkan Kristalina Georgieva şöyle diyordu: “Ticaret ihtilafları nedeniyle küresel düzeyde 700 milyar dolar erime yaşanacak. Ekonomilerin yüzde 90’ında senkronize yavaşlama ihtimali güçlü.” Asıl uyarısı ise borçlar konusundaydı. Durgunluğun özel sektörün 19 trilyon dolarlık borcunu temerrüde düşüreceğini, bunun da tarihin en yüksek düzeyi olacağını vurguluyordu.
İktidarın zarını attığı masanın hali böyle: Dilek küresel toparlanma, kasadaki gerçek devasa borçlar. Malum, kasa hep kazanır…
Peki belirsizliğin arttığı bir dönemde 1 trilyon lirayı aşan bütçe ne vadediyor? Hesaplar yüzde 5 büyüme üzerine kurulu. Bu nasıl gerçekleşecek? Siyasi şantaj da dahil eldeki iktisadi silahlar kullanıldığı halde bankalar kredi kanallarını açamadı, açması da mümkün görünmüyor. Kredi olsa bile kaç firma alıp, yatırım yapabilecek güçte ki. Özel sektör 2019’un sekiz ayında 17 milyar dolara yakın borç ödedi. Şirketler yatırım iştahından ziyade, özkaynak erimesi derdinde.
Gelelim bankalara… Kredi/mevduat oranı yüzde 115’lerde seyrediyor. 2018 Ağustos’undaki kur şokundan sonra kredileri kıstıkları halde, topladıkları mevduatın hala çok üzerinde krediye sahipler. Üstelik bir yıl içinde 30 milyar dolar dış borç ödediler. Heybedeki büyük turp ise seneye bekliyor: İç borçlanma dolayısıyla 100 milyar liraya yakın tahvil yükümlülüğü. Konuyu merak edenler, şu analizi okuyabilirler.
Özetle büyüme için kimse ne reel sektöre ne bankalara baksın. Ya nereye bakacağız? 2023’te başkanlık seçimi, 2024’te yerel seçimler varken iktidar ekonomiyi bir şekilde döndürmek için var gücüyle kamuya yüklenmek mecburiyetinde. Zaten yüklenmiyor mu diyen olacaktır. Doğrudur, fakat bu sefer hem özel borçları toplumsallaştırarak şirketleri kurtarması, hem de büyüme için kamu yatırımlarını ve tüketimi artırıp, sosyal transferlerle seçmeni tatmin etmesi gerekiyor. Yandaş şirketlere ihale dağıtımındaki dinmeyen şehveti hesaba katmıyoruz. Kamuda araç tasarruf genelgesi yayınlayıp, 2020 için araç alımının yüzde 40’a yakın artırılmasını da…
Geçen hafta borcu olan şirketlerin kredi yapılandırmasına başlandı. Krizin ilk günlerinde “Ülker’in, Doğuş’un yaptığını herkese yapacaksınız” diyenler haklı çıktı. Fakat piyasanın terazisi tek kefeyle tartmıyor. Aynı günlerde EFT, bakiye sorgulama, havale adı altındaki 20 farklı hizmet için sayı ve parasal sınır olmayacağı açıklandı. Yani bankalara açıkça, “vatandaşı soyabildiğin kadar soy” denildi. Miktarı küçümsemeyin sakın; 2018’de bir yılda yüzde 32 artışla 37 milyar lira kazandılar. 2019’un başında da yüzde 50 zam yaptılar ve ilk altı aydaki gelir 24 milyar liraya çıktı. Bir kıyas bakımından bankaların net karının 24.7 milyar lira olduğunu hatırlatalım. Özetle; bir yerde yapılandırma lafını duyuyorsanız, orada başkalarının borcunu üstleniyorsunuz demektir.
Kamu, özel borcun toplumsallaştırılmasını bu kadar dolaylı da yapmıyor. Mesela; Varlık Fonu 1 milyar Euro borçlanıp, Ali Ağaoğlu dahil üç inşaatçıyı kurtardı. 2020’nin ilk yarısında bir borçlanma daha planlanıyor. Enerji sırada anlaşılan. Otoyol, köprü, şehir hastaneleri vb. garantiler kamunun hesabında baki zaten. İstanbul Havalimanı’nın yolcu garantisi ödemesi de başlıyor. Ona da yer açmak lazım. Dolayısıyla bütçe açığının 2020’de yüzde 70 artışla 138.9 milyar lira öngörülmesi boşuna değil. Ancak 2019’a başlarken 80.6 milyar lira tahmin edilen açığın, daha dokuzuncu ayda 86 milyar lirayı bulması, gelecek yıl için bir şeyleri açıklıyordur.
Bütçede iri iri ödemelerin karşısına yazılacak kaynak nerede? Hemen bakalım: 784.6 milyar lira vergi geliri. Vergi gelirinde her kalemde ortalama yüzde 15 artış bekleniyor. Detaya bakıldığında ise iktidarın umudu, üretici değil içiciler. 2018’in ilk 9 ayında alkollü içki ve tütünden gelen ÖTV ve KDV’nin tutarı 67.4 milyar lira. Mükellef sayısı 837 bin 278 olan kurumlar vergisinden yapılan tahsilat ise 55.4 milyar lira. 2020’de de farklı olmayacak. Çünkü ÖTV’den 176.1 milyar lira, alkol ve tütünden 83 milyar lira gelir bekleniyor. Bütçedeki vergi beklentisi seneye güçlü bir zam dalgasına işaret ediyor. Yine de yeter mi? Mali disipline değil kamu odaklı büyüme üzerine kurulu planın o tek teli tekrar çalıyor işte: Borçlanma! Bu sefer kapıdaki tehlike iç borçlar.
Kabaca 1994 krizi; bütçe açığının iç borçla, faiz fırlayınca da iç borcun dış borçla finanse edilmesiyle tetiklenen; kısmen bankacılık ama ağırlıklı olarak kamu merkezliydi. 2001 ise kısmen kamu, büyük oranda bankacılık kriziydi. Bunu bir kenara not edelim… 2018 krizi, özel sektörün borçlarının yarattığı tahribatın kur şokuyla tetiklenmesiyle başladı. Ancak özel borçların toplumsallaştırılmasıyla beraber kamuya yüklenen büyüme planı, iç borç patlamasıyla birleşerek krizi ‘mutantlaştırabilir.’ Özel borcun gömülü olduğu bir kamu maliyesi krizine dönüştürebilir. Nasıl mı? Mevcut tabloya bir bakalım:
Ağustos itibariyle iç borç stoku 692 milyar lira. 2020’de bunun yarısı, 300 milyar lira ödenecek. Devletin 2020’de her ay ortalama ödeyeceği iç borç 28 milyar lirayı bulacak. Bu 2018’in iki katı, 2019 ortalamasının ise yaklaşık yüzde 50 fazlası demek. Hazine verilerine göre, iç borcun vadesinin de 70 aydan 30 aya kadar indiğini ekleyelim.
Tabii durum faiz dışı açık hesaba katılmadan böyle. Oradaki her açık, iç borcu da yükseltecek. Kamu ihalelerindeki hakedişler; garantili projeler; 2019’da 150 milyar lira aktarılmış, 21 milyar lirayı aşan açığa sahip sosyal güvenlik; yerel yönetimlerin borçları, askeri harekatlar vs… vs… Açığı katlayacak o kadar fazla neden var ki. Bugün kredi için baskı yapılan bankalar, seneye iç borç baskısı altında kalmayacaklar mı? O zaman faiz ne olacak?
İlginç bir ironi olsa gerek: İktidar için alkol ve sigara haram, faiz de öyle. Gelin görün ki 2020 bütçesinin kaderi ikisinin elinde. Sazın tek telinden çıkan Albayrak’ın melodisi, şimdi daha fazla kulakları tırmalıyor: 2019, 2018’den kötüydü. 2020 de 2019’dan kötü olacak…
*Honore De Balzac, Modeste Mignon, s.82, MEB yayınları, 1947.