2020'de sizden hayvanlara merhamet diliyorum
Muhtemelen 17'nci yüzyıldan bir insan bugüne ışınlansa en çok şaşıracağı olgulardan birisi etin bolluğu ve ulaşılabilirliği olacaktır. Kapitalizm et tüketimini insanlığın hayal dahi edemeyeceği bir noktaya çıkardı. Bu ticari “başarı”, endüstriyel hayvancılılık, milyarlarca balık, inek, tavuk, hindi ve koyun ve daha nice hayvan için akla hayale gelmeyecek işkencelerin ve sürekli bir katliam sisteminin üzerine kuruldu
Emrah Altındiş*
Bu yazıyı insanlara ve doğaya karşı sorumluluk hisseden bir bilim insanı olarak kaleme alıyorum. Sizleri 2020 yılı içinde en temel davranışlarınızdan birisini ve bu alışılmış davranışın korkunç bir işkence mekanizması ile iç içeliğini düşünmeye davet ediyorum.
Bir başka canlıya bile isteye işkence eden insanın bir psikolojik bozukluğu vardır diye düşünürüz. Çin’de köpek yiyenlere kızarız (1). Öte yandan hayatlarımızın tam da ortasında olan zulme karşı körleşmişiz. Bu yazı bu körleşme üzerine bir merhamet yazısı.
Et üretimi için hayvanların maruz kaldığı gündelik zulüm hayatımızın rutini içine giriyor ve normalleşen her şey gibi bizi rahatsız etmiyor. Kötü bir şey yaptığımız aklımıza dahi gelmiyor. Bir anda en duyarlı, en şefkatlilerimiz bu acıya karşı körleşiyor, körleşiyoruz. Türkiye’nin başkentinde, Ankara Emniyet Müdürlüğü’nde insanlara işkence yapılırken (2), Türkiye’de yüz binlerce insan en temel insan haklarından mahrum bırakılmışken, hayvanlara yapılan işkenceden konuşmak kolay değil ancak konuşmak zorundayız.
Doğduğumuz andan itibaren insanın tüm canlılardan daha üstün olduğuna dair bir ideolojiyle tanışıyor, bunu özümsüyoruz. Anne sütünü bıraktıktan çok kısa bir süre sonra etle beslenmeye başlıyor, et tüketimini yaşamımızda normalleştiriyoruz. Kapitalist sistem de yasamıza getirdiği her ürünü, üretim sürecinden soyutlayarak marketlere taşımayı çok iyi başarıyor. Bundan ötürü tabağımızda duran köfteye baktığımızda bedeninden bu parça çıkartılmış, sizin yiyeceğiniz köfte olmak için katledilmiş hayvan aklımıza dahi gelmiyor. Ya da bir tavuğun budunu çiğnerken bu hayvanın da aynen bizim gibi özgürlüğüne düşkün bir canlı olduğunu, bu butun onun ayakta durma uzvu olduğunu düşünmüyoruz. Tek düşündüğümüz o an yaşadığımız tatsal haz ve doyum. Bu haz için bunca işkenceye değer mi? Bu korkunç bir bencillik değil mi?
Muhtemelen 17'nci yüzyıldan bir insan bugüne ışınlansa en çok şaşıracağı olgulardan birisi etin bolluğu ve ulaşılabilirliği olacaktır. Kapitalizm et tüketimini insanlığın hayal dahi edemeyeceği bir noktaya çıkardı. Bu ticari “başarı”, endüstriyel hayvancılılık, milyarlarca balık, inek, tavuk, hindi ve koyun ve daha nice hayvan için akla hayale gelmeyecek işkencelerin ve sürekli bir katliam sisteminin üzerine kuruldu (4). Özellikle Kuzey Amerika’da ve Avrupa’da et tüketimi inanılmaz boyutlara ulaştı. Bu sürekli katliam düzeni doğanın dengesini bozdu ve küresel ısınmadan (4), hayvan yemi için kullanılan tarım alanlarıyla açlığa, su kirliliğinden, kalp damar hastalıkları (5) ve kansere (6) pek çok sorunun temelini oluşturdu.
Rakamlara bakalım. Ziraat Mühendisleri Odası 2018 Hayvancılık Raporu'na göre sadece 2017 yılında 4 milyon (inek vb.), 34 milyon koyun ve 10.5 milyon keçi kesilerek katledildi (7). Bu kesilen hayvanların daracık mekanlarda hapsedilmesi, o mekanlarda yaşam koşulları ayrı bir işkence, kesilme süreçleri apayrı bir işkence. Ve bu işkence kentlerimizi saran mezbahalarda, et tüketen her bireyin katkıları ile her gün sürüyor. Türkiye İstatistik Kurumu (TUİK) verilerine göre Türkiye’de 2018 yılında 100 milyon tavuk, ve 521 bin hindi kesildi. Toplamda 150 milyon hayvan bir sene içinde Türkiye’de yaşayan insanların tatsal hazlarını tatmin etmek (köfte, kebap, bonfile, tavuk döner…) için boğazları kesilerek öldürüldü. Yine (TUİK) rakamlarına göre 2018 yılında kişi başına ortalama balık tüketimi -6 kg olarak gerçekleşti, kaç yüz milyon balığa tekabül ettiğini siz düşünün (8).
Hayatında bir kez olsun hayvanlarla bağ kurmuş her kişi, hayvanların da karmaşık bir dünyası olduğunu, acı çektiğini, ölmek istemediğini, rahatına düşkün ve oyuncu olduğunu bilir. Örneğin balığı zekasız ve basit görürüz, gerçek öyle değil, şu üç dakikalık videoyu birlikte izleyelim:
Bir bilim insani olarak bunu yıllardır gözlemliyorum. Tek hücreli canlılardan, memelilere tüm canlıların tek derdi yaşamlarını sürdürebilmek. Hiçbir canlı ölmek, öldürülmek istemiyor (9). Bu canlının en temel hayatta kalma içgüdüsüne aykırı. Bu gerçek ortadayken sadece tatsal bir haz için bir katliamın, et tüketerek, parçası olmak düşünmeye ve sorgulamaya değer bir ahlaki pozisyon.
Ben 35 yaşıma kadar bunları hiç düşünmeden yaşadım. Bu işkence sistemini neredeyse hiç sorgulamadım. Hayvan bedeni, özellikle de çipura ve biftek en sevdiğim yiyeceklerdi. Fakat bir şekilde et-canlı ilişkisini kurmaya başlar başlamaz nasıl bir işkence sisteminin parçası, destekleyicisi olduğumu idrak ettim. Bugün gayri etik bulduğum bu davranışımı değiştirdim. İki buçuk yıldır hiçbir ölü hayvanı yemedim. Bir yıldır hiçbir hayvan ürünü tüketmedim ve hiç zorlanmadım. Bu yazının amacı sizden dillerini anlayamadığımız bu hayvanlar için merhamet istemek. Tabağınızda duran et parçasının bir canlının bedeni olduğu bilgisini hatırlatmak ve bu davranışınızı sorgulamanızı rica etmek Merhamet istemek.
Kırmızı et Dünya Sağlık Örgütü tarafından kanserojen olarak tanımlanmış durumda (6). Et tüketimini bırakmanız hem daha sağlıklı, hem de daha uzun bir ömür yaşamanızı sağlıyor (10). Et tüketimini bırakmak bilim insanları tarafından da tavsiye ediliyor (5). Türkiye gibi her türlü sebzenin yetiştiği, muhteşem bir zeytinyağlı kültürünün olduğu bir memlekette et yemek sadece bir alışkanlık ve haz kaynağı. Dinimiz emretmiş, elimiz mahkum diyen Müslüman okurlara da İhsan Eliaçık hocayı dinlemeyi öneririm (11). İhsan Hoca, kurban kesmenin, kan akıtmanın İslam’ın emri olmadığını tüm detayları ile açıklıyor (12).
2020 için dileğim bu yazıyı okuyan en azından bir okurun vejetaryen/vegan olması. Merhametin ve adalet duygumuzun hazza olan düşkünlüğümüzü alt ettiği bir yıl olmasını diliyorum. İnsan hayvan arasındaki zulüm ilişkisini değiştirebilirsek, insan insan ilişkilerini de daha az şiddetli hale getirebiliriz. Hayvanlara işkence etmeden bir beslenme mümkün ve gerekli… Yeni yılınız kutlu olsun.
*Yardımcı Doçent, Boston College
(1) Çin’de köpeklerin tüketildiği festival görüntüleri rahatsız edebilir.
(3) Mezbahaların içinde neler oluyor? Oldukça rahatsız edici görüntüler ancak yediğiniz köfteler, biftekler buradan geliyor: https://www.youtube.com/watch?v=u06gSp8gXYY
(4) https://www.nature.com/articles/d41586-019-02409-7
(5) https://www.thelancet.com/journals/lancet/article/PIIS0140-6736(18)31788-4/fulltext
(6) https://www.who.int/features/qa/cancer-red-meat/en/
(7) http://www.zmo.org.tr/genel/bizden_detay.php?kod=29946&tipi=17&sube=0
(8) https://t24.com.tr/haber/2018-de-kisi-basi-ortalama-balik-tuketimi-yuzde-11-8-artti,825520
(9) Kimi durumlarda insanin ötenazi hakkini istemesi tabii ki bambaşka bir yazının ve tartışmanın konusu. Aynı şekilde insanin kendisine uyguladığı şiddetin en uç türü olan intihar da.
(10) https://www.wsj.com/articles/SB10001424127887324423904578523190441042514