31 Mart seçimlerinde CHP’ye olan desteğin artışının ve AKP’ye
olan destekteki erimenin temel iktisadi dinamiklerini geçtiğimiz
iki haftadaki yazılarda ele almaya çalışmıştım. Ara ara bu konulara
dönmemiz gerekecek ancak artık ileriye bakalım. Bu haftaki yazıyla,
önümüzdeki dönemi karakterize edecek temel gelişmelerin neler
olacağı konusuna girmeye başlıyorum. İlk olarak iktidar bloğu, AKP
ve muhalefet denklemine bakacağım.
Bu tip bir analiz için iktidar bloğu içindeki güç dengesinin
güncel analizi, iyi bir başlangıç noktası olabilir. Kısa bir
hatırlatma; iktidar bloğu kavramı ile AKP ve MHP ittifakını kast
etmiyorum. İktidar bloğu kavramı eleştirel devlet kuramı
literatüründe farklı sermaye kesimleri, devlet bürokrasisi ve
siyasi partilerden oluşan üç bileşenli bir analize dayanır. Bu
yaklaşıma göre iktidar bloğuna rengini veren, bir başka ifadeyle
ekonomi-politik gidişatı şekillendiren, hakim sermaye fraksiyonu
ile siyasi iktidarın çıkarlarının nasıl uyumlandığıdır.
Kısaca geriye dönelim: 2013 sonrasında iktidar bloğunun
bileşiminde ilginç gelişmeler yaşanmıştı. Hakim sermaye fraksiyonu
olan TÜSİAD ile AKP’nin çıkarları dönemsel olarak ayrıştı. Bu
ayrışmanın temel dinamiği, düşük faiz koşullarında TL’nin değerli
kalabilmesinin koşullarının ortadan kalkmasıdır. Şöyle açabiliriz:
2002-2013 döneminde AKP, TL’nin değerli olduğu ve enflasyonun bu
şekilde kontrol edildiği, ancak bu yapılırken faizlerin de
gerileyebildiği bir büyüme koalisyonunu örgütleyebilmişti. Bu
büyüme koalisyonunu mümkün kılan, küresel finansal koşullar ve
bunun sonucunda sermaye girişlerinin sürmesiydi.
2013 sonrasında, büyük oranda küresel finansal konjonktürde
yaşanan gelişmeler nedeniyle sermaye girişleri yavaşladığında
AKP’nin kurduğu bu büyüme koalisyonu çatırdamaya başladı (bu
sürecin detayları için Toplum ve Bilim’de yayınlanan şu makaleye bakabilirsiniz).
Sonrasında ekonomik büyümeyi canlandırmak için yapılan faiz
indirimlerinin neredeyse tamamı döviz şokuyla karşılaştı. Bu aynı
zamanda 2013 sonrasında enflasyonda görülen artışın temel
dinamiğini oluşturuyor. 2013 sonrasında iktidar bloğu içinde hakim
fraksiyonun kemer sıkma programı beklentisi, devlet içi
mücadelelerin yoğunlaştığı bir konjonktür olması nedeniyle AKP
tarafından uygun görülmedi.
Özellikle 2018’deki faiz artışları sonrasında 2019 yerel
seçimlerinde başta İstanbul ve Ankara olmak önemli büyük şehirlerin
muhalefet tarafından kazanılması sonrasında AKP, TÜSİAD
programından giderek uzaklaştı. Bu süreçte ortaya çıkan Covid-19
salgını döneminde özellikle emek yoğun sektörlerde üretim yapan ve
küresel değer zincirlerine yakın dönemde katılan sermaye
kesimlerinin talepleriyle AKP’nin dönemsel ihtiyaçları
uyumlandığında, 2021 sonrasında gördüğümüz, istihdam genişlemesine
ve ücret baskılamasına dayanan yeni bir büyüme stratejisi ortaya
çıktı (bu süreci büyüme modelleri ve stratejileri bağlamında Ali
Rıza Güngen ile yazdığımız ortak bir makalede ele almıştık,
geçtiğimiz hafta yayınladı. Dileyen şu bağlantıdan ulaşabilir.
Mevcut metin İngilizce, umarım ileride Türkçe versiyonu da
olacak).
2023 itibariyle, bu strateji amacına ulaşmış ve AKP ve diğer
ortakları Cumhurbaşkanlığı ve Meclis seçimlerinden başarıyla
çıkmıştır. Ancak, ödemeler dengesi krizi riskini bertaraf etmek
amacıyla Mehmet Şimşek’in Hazine ve Maliye Bakanlığı’na
getirilmesi, AKP yönetiminin iktidar bloğunda TÜSİAD’ın talep
ettiği kemer sıkma politikalarına karşı dönemsel olarak ittifak
kurduğu kesimleri yüzüstü bıraktığını gösteriyor. Her ne kadar
Şimşek yönetimi iktidar bloğunun sermaye ayağındaki dengeyi
gözeterek kademeli faiz artışı ve ılımlı geçiş stratejisini
benimsese de, faiz artışları nedeniyle zora düşen kesimlerin siyasi
desteğini çekmeleri, AKP açısından 2024 seçimlerinde hezimeti
getirmiştir.
Mevcut durumda AKP’nin oy oranının gerilemesi, onu iktidar
bloğunun diğer bileşenlerinin taleplerine daha duyarlı hale
getirmektedir. Bir başka ifadeyle, Şimşek programı AKP’nin oy
desteğini gerilettiği ölçüde AKP hakim sermaye fraksiyonunun
taleplerine karşı daha güçsüz duruma düşmektedir. Benzer bir durum
AKP ile bürokrasi arasında da görülebilir. Toplumsal desteği
gerileyen AKP, iktidar bloğu içinde askeri ve sivil bürokrasinin ve
onun siyasi temsilcilerinin taleplerine karşı daha uyumlu davranmak
zorunda kalacaktır. Bu iki dinamik, önümüzdeki dönem için bir
‘yumuşama’ ya da bir çeşit ‘demokratik açılım’ beklemenin gerçekçi
olmadığına işaret ediyor.
Muhalefet güçleri açısından iktidar bloğundaki bu gelişmelerin
tek anlamı, kemer sıkma politikasının maliyetinin zaten alım gücü
gerilemiş geniş toplum kesimlerine yıkılacak olmasıdır. Merkez Bankası’nın asgari ücret
artışına karşı aldığı pozisyon sonrasında, Çalışma ve Sosyal Güvenlik
Bakanı’nın da Temmuz’da bir asgari ücret artışı yapılmayacağını
ilan etmesi, bu süreci gösteriyor. Bu nedenle, iktidar bloğunun
giderek sıktığı bu cendereyi kırmanın ilk adımı, bir başka ifadeyle
resmi ve toplumsal muhalefet güçlerinin yığınak yapacağı öncelikli
gündem, asgari ücret artışının sağlanması olmalıdır.